Bu Blogda Ara

31 Ağustos 2010 Salı

GÖRÜLMEMİŞ BİR ÇİÇEK AÇMA

Görülmemiş Bir Çiçek Açma


Haykırmak istiyordu

Daha fazla dayanamayacaktı

Sesini duyabilecek kimse yoktu orada

Kimse duymak istemiyordu.

Kendisi de korkuyordu sesinden

İçinde boğuyordu sesini.

Patlamak üzereydi susuşu.

Birden,

Havaya uçtu gövdesinin parçaları

Özenle, sessizce toplayacaktı bu parçaları,

Hepsini bir bir yerine yerleştirecekti

Delikleri kapamak için.

Ve rastgele bir gelincik, bir sarı zambak bulursa,onlarıda toplayacak,

Kendisinin bir parçasıymış gibi gövdesine yapıştıracaktı

Böyleydi,

Delik deşik,

Görülmemiş bir şekilde çiçek açıyordu işte.

YANNİS RİTSOS

ÜÇLEME

1.Hava kararıncaya dek



Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu

uzaktan, belki de kendi içinde,

güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının.

deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının

Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli?



hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece

iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında.





2. Bir kadın



O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi

onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.



Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı

ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi.





3. Neden bizim suçumuz?



Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında,

üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri.

Ilıman bir ülke var gölgesinde

kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz.



Peki ne anlama geliyor bu 'daha ilerde' sözü?

Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların

arasında kalman-

güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?

Ve neden benim suçum gecede ilerlemek,

kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın

ceza vermesi?



Çeviri: Cevat Çapan

KIZ KARDEŞİMİN TÜRKÜSÜ

Kız Kardeşimin Türküsü


Göklere inanırdım eskiden,

ama sen, denizlerin

derinliğini gösterdin bana,

ölü kentleri,

unutulmuş ormanları,

boğulmuş gürültüleriyle.

Gök şimdi yaralı bir martı,

süzüldü denize.

Sana kargaşalığın üzerindeki

köprüyü kurmaya çalışan bu el

kırıldı.

Bak bana:

ne kadar çıplak ve suçsuz

duruyorum önünde.

Üşüyorum, bacım.

Kim getirecek bize

ellerimizi ısıtacak güneşi?

Susuyorum. Dinliyorum.

Kimseler geçmiyor

gecemizin karanlık sokağından.

Yıldızlar kazaya uğramış

karanlık surların

ucunda sendelerken

koparıp alınan bir kartalın

paslanmış gözlerinde.

Bağlı ellerin

kapıyor çıkış yolunu.

Yalnız senin sesin

adımlıyor gecenin dehlizini

çarparak taşlara

uzun kılıcını.

Vakit geç.

Ölüm geri çeviriyor beni.

Hayat istemiyor.

Ben şimdi nereye gidebilirim ki?



YANNİS RİTSOS



çeviren: Cevat Çapan

BARIŞ Yannis Ritsos

(Özdemir İnce'nin Çevirsi)



Çocuğun gördüğü düştür barış,

annenin gördüğü düştür barış,

ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;

Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir

gülümseme elinde yemiş dolu bir zembil ve

alnında ter tomurcukları,

Pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi;

Akşam üstü eve dönen babadır barış,

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken

ağaçlar diktiğimizde

havan mermilerinin kazdığı çukurlara;

Yangının kavurduğu yüreklerde

ilk tomurcuklarını açarken umut

ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek

yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir

barış…

Barış yemek kokusudur tüten,

Aksamlayın

arabanın yolda durmasının korkutmadığı,

Kapı çalınmasının dost demek olduğu,

Ve pencereyi saat başı açmanın renklerinin uzaktaki çanlarıyla

gözlerimizin bayram etmesini sağlayan

gökyüzü demek olduğu zamandır barış;

Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır,

Uyanan çocuk önünde

başaklar birbirlerine eğilip işte ışık ışık ışık dedikleri

Ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır barış;

Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman,

Eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman

geceleyin,

Cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş

bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır barış;

Geçmiş gün yitirilmiş bir gün olmadığı, sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök ve kazanılmış bir gün hak edilen bir uyku olduğu zaman acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından güneşin hemen ayaklarını bağladığını duyduğun zamandır barış.......

Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında iyilik alfabesin tanın dizlerinde,

Kardeşim dediğin yarın kuracağız dediğin zaman kuracağız dediğimizi kurunca

türkü çağırdığımız zamandır barış;

Ölüm yüreklerde az yer kapladığı ve güvenli parmaklarla

mutluluğu gösterdigi zaman bacalar;

ikindi vaktinin büyük karanfilini

ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır barış;

insanların sıkışan elleridir barış,

Dünyanın masasındaki ekmektir,

Gülümsemesidir annenin

Budur yalnızca

başka bir şey değildir barış

Ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar

tek bir sözcük yazarlar,

Barış başka bir şey değil barış;

Dizelerimin rayları üzerinde

buğday ve güller yüklenmiş geleceğe doğru yol alan bir trendir barış,

Kardeşlerim barış içinde derin derin soluk alıyor tüm dünya bütün düşleriyle

verin ellerinizi kardeşlerim işte budur barış…..

YANNİS RİTSOS

YANNİS RİTSOS

Yannis Ritsos (1 Mayıs, 1909 - 11 Kasım, 1990) Yunan şair.


Peloponez yarımadasında Monemvasia'da doğdu. Ritsos liseyi bitirdikten sonra, on yedi yaşında Atina'ya gitti. Daha sonra yüksek öğrenimden vazgeçti. 1927–1931 yıllarını verem hastalığı nedeniyle bir sanatoryumda geçirdi. İlk şiirlerini bu dönemde yayımlamaya başladı. 1931'te komünist gruplara katıldı, bu şiirinin doğrultusunu çizdi; ilk şiirlerinde burjuva karşıtı devrimci sanatçıların çizgisini izledi. Trakter (1934, Traktör) adlı, Sovyetler Birliği'nde sosyalist düzeni ele aldığı ve teknik temasını da Yunan şiirine sokan ilk kitabında, nihilizme karşı tavır aldı. Epitaphios (Yazıt-Mezar Yazıtı) (1936) adlı kitabı Atina'da Zeus tapınağında, faşist cunta yönetimi tarafından törenle yakıldı.

Şair, solcu siyasal görüşleri yüzünden Metaksas (Limnos, Agios Evstratios, Makronisos adaları) ve Papadopulos (Giaros ve Leros adaları) dönemlerinde Ege Adalarında sürgün olarak yaşadı. Ayışığı Sonatı (1956) adlı kitabıyla Ulusal Şiir Ödülü'nü, 1976'da Etna-Taormina Şiir Ödülünü ve pek çok uluslararası ödülü kazandı. Ritsos'un otuzdan çok kitabı yayınlanmıştır. Ritsos 1977 Lenin Uluslararası Barış Ödülü'nü almıştır

Ritsos, metaforlarla örülü şiirlerinde, Yunanistan coğrafyasını arka plana alarak, yurtseverlik duygularını işledi. İnsanın günlük yaşamdaki durumuna yaklaşımı, nesnelere duyduğu ilgi, ayrıntıları bütün yalınlığıyla yansıttığı kısa şiirlerinde iyice belirginleşir.

Şiirleri 80 kadar dile çevrilmiş ve milyonlarca insana ulaşmıştır.

GÜL İŞLEMELER

Göz göze bir geldik mi

Yalım yalım tutuşur kardan örtüler

Yaklaşan güneşin altında



Açar kollarını pencereler

İyiliğin yolları boyunca

Açılır kuşlar açılır eller

Günler açılır geceler açılır

Uçsuz bucaksız gökyüzünde

Açılır yıldızları çocukluğun

İnceden bir türkü ağızlarında



Göz göze bir geldik mi

Alır başını gider korku

Saklanır körpe çimenlerde



Ölü tapınaklarda böğürtlenler

Çekerler kuytu gölgeden yemişlerini

Kızıl kara ateşli

Şarabı köpürür toprağın

Uçan arıların başı döner

Köylüler der bir ağızdan

Böyle güzel yıl görmedikti



Göz göze bir geldik mi

Başlar damarlar boşalmaya

Öper dalgalar kumsalları



Aslanlar geyikler güvercinler

Bakarlar açık havaya içleri titrer

Görürler bahar gibi doğuşunu yavrunun

Can katar şehvete durmadan

Cömert ana verimli kadın

Gök toprak girer renkten renge

Doğuş karşı kor ölüme



Göz göze bir geldik mi

Tutuşur duvarlar geçmiş günlerle

Duvarlar yeni günlerle yanar

Dışarda toprak ana

Uzanır yatağında melek gibi

Yıkar gökyüzü şafakta

Çalgıcının gülen ağlayan yüzünü

Köleyle sultan başlar soyunmaya

Daldan yapraktan



Göz göze bir geldik mi

Sen güpegündüz ben karanlık gece

Bir fısıltı bir istek ne yana baksan

İlk ve son düş ha doğdu ha doğacak



PAUL ELUARD

Çeviren: A.Kadir – A.Bezirci

YALNIZ DEĞİLİM

Yüklü

Dudakların tüyden hafif yemişleriyle

Giyimli

Binbir değişik çiçekle

Anlı şanlı

Kollarında güneşin

Mutlu

Bir tanıdık kuşla

Hoşnut

Bir damlasıyla yağmurun

Güzel

Tanyerinin aydınlığınca

İçten bağlı

Bir bahçenin sözünü ediyorum

Düş kuruyorum

Seviyorum düpedüz



Sen kalktın mı yayılıyor su

Sen yattın mı çiçekleniyor su

Ta kendisisin suyun yolundan dönen

Ta kendisi toprağın kök salan

Ne varsa onun üstünde düzen

Gürültülerin alanında sessizlikten damlalar

Senin yapıtın

Türküler söylüyorsun geceyle yoğrulmuş tellerinde

Bir gökkuşağının

Her yerdesin yokettin tüm yolları

Harcıyorsun zamanı

Gerçek ateşin sonsuz gençliğine

Örter durmadan yenileyerek doğayı



Kadın şu yeryüzüne bir beden koydun eşi tıpkı

Seninkinin

Benzeyişsin sen



PAUL ELUARD

GÜZEL VE BENZER

Günün sonunda bir yüz

Bir beşik gibi günün ölü yapraklarında

Bir çıplak yağmur demeti

Gizlenmiş bütün güneş

Kaynakların bütün kaynağı suyun dibinde

Kırık aynaların bütün aynası

Bir yüz sessizliğin tartılarında



Öbür çakıllar arasında bir çakıl

Günün son ışıklarının sapanları için

Unutulmuş bütün yüzlere benzeyen bir yüz

PAUL ELUARD

AŞK ŞİİR

1

Ne söyledimse bulutlar için söyledim

Deniz ağacı için söyledim sana

Her dalga için kuşlar için yapraklarda

Çakıltaşları için gürültünün

Tanıdık eller için

Yüzler ya da görünüm olan göz

Ve ona göğünün rengini veren uyku için

İçilmiş bütün gece için

Parmaklıkları için yolların

Açık pencere için açığa çıkarılmış bir alın için

Düşüncelerin için söyledim sözlerin için

Sürüp gidiyor her okşayış her güven.



2

Yalnızsın ve otlarını dinliyorum gülüşünün

Sen bu seni kaldıran başın

Ve yukarısından ölüm tehlikelerinin

Koyaklarda yağmurun puslu küreleri altında

Ağır aydınlığın altında yerin göğü altında

Doğuruyorsun düşüşü.



Kuşların yok artık elverişli bir sığınağı

Ne tembellik ne yorgunluk

Ormanların kırılgan derelerin anısı

Heves sabahında

Göze görünebilen okşamalar sabahında

Yokluğun büyük sabahında düşüş

Yolunu şaşırıyor gözlerinin kayıkları

Danteli içinde yitip yok oluşların

Örtülmüştür uçurum başkalarına sönmemek için

Gecenin hakkı değil yarattığın gölgeler.



3

Seviyorum seni tan bütün gece ben damarlarda

Bütün gece sana baktm

Bulmam gerekiyor herşeyi güvenim var karanlıklara

Onlar veriyor bana

Seni sarıp sarmalama gücünü

Seni kışkırtma gücünü yaşama isteği

Kımıldamazlığımın bağrında

Seni açığa çıkarıp

Seni salıverip yitirme gücünü

Görünmez alev gündüzde.



Sen gittin mi açılıyor kapı gündüze

Sen gittin mi açılıyor kapı üstümüze.

PAUL ELUARD

KARARTMA

Karartma


Kapılar tutulmuş neylersin

Neylersin içerde kalmışız

Yollar kesilmiş

Şehir yenilmiş neylersin

Açlıktır başlamış

Elde silah kalmamış neylersin

Neylersin karanlık da bastırmış

Sevişmezsin de neylersin

SEVİNİN DÜZENİ VE DÜZENSİZLİĞİ

Öğeleri sayacağım başlamak için

Sesini gözlerini ellerini dudaklarını



Yeryüzündeyim olur muydum yeryüzünde

Sen de olmasan

Bu ortamda yüzü dönük

Denize tatlı suya

Bu ortamda yalımım

Gözlerimizde biçimlendiği

Bu mutlu gözyaşlarının ortamı

Girdim içine

Erdemiyle ellerinin

Tadıyla dudaklarının

İlk insancıl davranış işte

Beliren bir çayır tıpkı

Susuşlarımız sözlerimiz

Uçup giden aydınlık

Yeniden gelen ışık

Tanyeri alacakaranlık güldürür bizi



İçinde bedenimizin

Çiçeklenir oluşur ne varsa

Samanlığında yaşantımın

Yatırdım yaşlı kemiklerimi

Tükettim orda.



PAUL ELUARD

AYDINLIK

Aydınlık


Hiçbir vakit tam karanlık değil gece

Kendimde denemişim ben

Kulak ver dinle

Her acının sonunda

Açık bir pencere vardır.

Aydınlık bir pencere

Hayal edilecek bir şey vardır

Yerine getirilecek istek

Doyurulacak açlık

Cömert bir yürek

Uzanmış açık bir el

Canlı canli bakan gözler vardır

Bir yaşam vardır yaşam

Bölüşülmeye hazır.

PAUL ELUARD

ÖZGÜRLÜK

Özgürlük


Okul defterlerime

Sırama ağaçlara

Kumlar karlar üstüne

Yazarım adını



Okunmuş yapraklara

Bembeyaz sayfalara

Taş kan kağıt veya kül

Yazarım adını;



Yaldızlı tasvirlere

Toplara tüfeklere

Kralların tacına

Yazarım adını



Ormanlara ve çöle

Yuvalara çiğdeme

Çın çın çocuk sesime

Yazarım adını



En güzel gecelere

Günün ak ekmeğine

Nişanlı mevsimlere

Yazarım adını



Gök kırpıntılarına

Güneş küfü havuza

Ay dirisi göllere

Yazarım adını



Tarlalara ve ufka

Kuşların kanadına

Gölge değirmenine

Yazarım adını



Fecrin her soluğuna

Denize vapurlara

Azgın dağın üstüne

Yazarım adını



Bulutun yosununa

Kasırganın terine

Tatsız kaba yağmura

Yazarım adını



Parlayan şekillere

Renklerin çanlarına

Fizik gerçek üstüne

Yazarım adını



Uyanmış patikaya

Serilip giden yola

Hıncahınç meydanlara

Yazarım adını



Yanan lamba üstüne

Sönen lamba üstüne

Birleşmiş evlerime

Yazarım adını



İki parça meyvaya

Odama ve aynaya

Boş kabuk yatağıma

Yazarım adını



Obur köpekçiğime

Dimdik kulaklarına

Acemi pençesine

Yazarım adını



Kapımın eşiğine

Kabıma kacağıma

İçimdeki aleve

Yazarım adını



Camların oyununa

Uyanık dudaklara

Sükütun ötesine

Yazarım adını



Yıkılmış evlerime

Sönmüş fenerlerime

Derdimin duvarına

Yazarım adını



Arzu duymaz yokluğa

Çırçıplak yalnızlığa

Ölüm basamağına

Yazarım adını



Geri gelen sağlığa

Kaybolan tehlikeye

Hatırasız ümide

Yazarım adını



Bir tek sözün şevkiyle

Dönüyorum hayata

Senin için doğmuşum

Seni haykırmaya



Özgürlük



Paul Eluard

PAUL ELUARD

 HAYATI (1895 - 1952)


Paul Éluard, gerçek adıyla Eugène Grindel (d. 14 Aralık, 1895, St. Denis - ö. 18 Kasım, 1952, Paris) , dadacı ve gerçeküstücü Fransız şair.



1912'de İsviçre, Davos'taki Clavadel sanatoryumunda verem tedavisi görürken genç bir Rus kızıyla, Helena Dmitrievna Diakonova ile tanıştı, ona Gala adını verdi. 1917 Şubat ayında evlendiler. André Breton ve Louis Aragon ile tanıştı, her ikisiyle de uzun ve siyasi görüş ayrılıklarıyla gölgelenen bir ilişki kurdu.



I. Dünya Savaşı'nda cephede görev aldı ve bu dehşetin anılarını 'Le Devoir' adlı şiir derlemesinde dile getirdi. Savaş sonrasında önce Dada hareketine, sonra da gerçeküstücü akıma aktif olarak katıldı. 1929 yılında Dali'yle tanışan Gala, Éluard'dan ayrıldı. Éluard ise 1930'da, Nusch adını vereceği Maria Benz'le tanışıp 1934 yılında evlendi. Bu arada, 1926 yılında diğer gerçeküstücülerle birlikte üye olduğu Fransa Komünist Partisi'nden 1933 yılında ihrac edildi. II. Dünya Savaşı sırasında direniş hareketinin büyük şairlerinden biri olan Eluard, 1942 yılında, içinde ünlü 'Özgürlük' şiirinin de yer aldığı 'Poésie et Vérite' adlı derlemeyi gizlice yayımladı. Fransa özgürlüğüne kavuştuktan sonra büyük şöhret kazandı. 1952 yılında bir kalp krizi sonucunda öldü.



Éluard, hem aşk hem de devrim şairi olarak 20. yüzyılın en büyük Fransız edebiyatçıları arasında gösterilir.

29 Ağustos 2010 Pazar

NİKOLA VAPTSAROV - HAYATI

7 Aralık 1909 yılında Bulgaristan’ın Bansko kasabasında doğdu. Babasının isteği ile makine teknisyeni oldu. Sofya Üniversitesi Edebiyat bölümünü okuma isteğini  gerçekleştiremedi. Çeşitli işlerde çalıştı, zor koşullarda yaşadı. Bulgaristan Komünist Partisi saflarında politik faaliyetlerde bulundu. 1940 yılında tek kitabı “Motor Türküleri” yayınlandı. Bu kitap Nikola Vaptsarov’u Bulgar ve dünya insanlığı karşısında onurlu bir yere taşıdı. 1942 yılında Alman faşizmine karşı ülkesini savunduğu için tutuklandı, işkence gördü. Beş arkadaşıyla birlikte 23 Temmuz 1942'de idam edildi.

Vaptsarov'un şiirleri Erdal Alova tarafından Türkçeye çevrildi ve 1992 yılında Yön Yayıncılık tarafından yayımlandı. Evrensel Basım, şairin şiirlerini "İnsana Adanmış Şarkılar" adıyla derledi.

Kavga, dedikleri gibi destansı.

Ben düştüm. Yerimi başkası
alacak... o kadar
Burada, bir kişinin lafımı mı olur?
Kurşuna diziliş, dizildikten sonra
kurtlar.
O kadar yalın ve akla yatkın.
Ama birlikte olacağız fırtınada,
halkım, çünkü sevdik seni.

(...)

Bu yüzden, uykularımdan
çalarak yazdığım şiirler,
parfüm kokmaz, bu yüzden
kısadır o çatık kaşlı sözler.Çektiklerimiz için,
yok ödül filan beklediğimiz
ne de o koca ciltlerinde
resmimiz olsun isteriz Yalnız yalın anlat öykümüzü
geleceğin insanlarına
yerimizi alacaklara anlat
nasıl cesurduk kavgada.
Kavga amansız ve katı,Geleceğim bazen

VEDA

Uykudayken sen
Beklenmedik bir
Konuk gibi
Gireceğim içeriye
Sen uykudayken
Ve sokakta bir başına
Koyma beni
Kapıyı sürgüleme üstünden
Ansızın çıkar gelirim
Uykudayken sen
Beklenmedik bir
Konuk gibi...

LOUİS ARAGON - HAYATI

Louis Aragon (d. 3 Ekim 1897, Paris - ö. 24 Aralık 1982, Paris) Siyasal eylemci ve komünizm yanlısı şair, romancı ve deneme yazarı. Bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri olarak bilinir. Özellikle, Türkçe'ye Mutlu Aşk Yoktur adıyla çevrilen şiiriyle tanınır.
Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan Breton, Soupaux ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı.
Aragon'un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı'nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d'Orléans'dan, Victor Hugo'ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir Aragon. Aragon açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon, romancı olarak da ün yapmıştır. Çağdaş romanların arasında önemli bir yer daha tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982'de Paris'te ölmüştür.

LOUİS ARAGON - YALNIZ İNSAN

Yalnız insan merdivendir
Hiçbiryere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan

Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir

Yalnız insan yokki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan

Yalnız insan kayıp mektup
Adresimi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kimbilir kim tarafından

LOUİS ARAGON - GÜLLER VE LEYLAKLAR

Sen ey o çiçekler ey o değişmeler ayı
Bulutsuz geçen mayıs bıçaklanmış haziran
Bir daha artık ne o gülleri ne o leylakları
Bir daha o ilk yazı unutamam hiçbir zaman

O korkunç kuruntuyu unutamam bir daha
Alayı çığlığı kalabalığı güneşi
Aşk arabalarını Belçika hediyelerini
Havayı o arı uğultulu yolu sonra da
O sakınmasız utkuyu kavgaları aşan
Öpüşmenin kızıla döndürdüğü o kanı
Çılgın halkın leylaklarla donattığı
O ölüme gidenleri unutamam artık dünyada

Kutsal o eski zaman betiklerine çalan
Fransa bahçelerini unutamam bir daha
O akşamları büyüsünü o sessizliğin
Gülleri yol boyunca ki gülleri sonra da
O bozgun yeline karşı duran çiçekleri
Alaycı topları o bisikletleri şaşkın
Korkunun kanadı üstünden geçen erleri
O perişan kılıklarını konaklıyanların

Ama neden bilmem bu benzetme kasırgası
Durmadan hep aynı noktaya getirir beni
Saint-Marth bir general kara bir dal yığını
Orman yanında bir köşk Normandiya biçimi
İşte tıs yok düşman karanlıkta dinleniyor
Birden bize Paris düştü diyorlar bu akşam
Dünya da ne o yitirdiğimiz aşkı bir daha
Ne o gülleri ne de o leylakları unutamam

Flandres leylaklarını demetlerini ilk günün
O tatlı izini yanakları söndüren ölümün
Sonra sizi kaçışın gülleri taze güller sizi
Yangın rengine çalan Anjou gülleri sizi

LOUİS ARAGON - ELSA

Elsa'nın Gözleri
Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım

Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.

LOUİS ARAGON -BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA

Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin
Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
Aşıklar eteğinde otursun ister
Bozulacak bir entaridir zaman
Perçemdir sonsuz
Taranmış
Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
soluklarla
Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
Sensin bıçak gibi geçen boynumu
Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
işkencesi oy
Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu
Daha da beterdir bu
Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan
Korkarım hep bozulur diye büyü
Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
Başın
Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları
Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım
Sen şakağımda vuran duvar saatisin
Sen solumazsan eğer ben boğulurum
Duraksar ve tenime konar adımın

Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki
Her söz dilenen bir yoksulluktur
Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
bir şeydir
Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
Boynuna takacağın bir tümcenin saydam
kristalinden yoksunum
Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar
sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
yapan

Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben
Sana benzer zamandan sözetmeyi
Senden sözetmeyi beceremem ben
İnsanlar vardır hani istasyonlarda
El sallayan tren kalktıktan sonra
Yani ağırlığıyla göz yaşlarının
Kolları yana düşer onlara benzerim ben.
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum
senden
Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
şeyden
Korkuyorum davranışlarından söylenmedik
sözcüklerden
Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
senden
Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
Ölmek sevmekten daha kolaydır
Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
Sevgilim.

LOUİS ARAGON

ELSAYA ŞİİRLER
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin
Zaman kadındır İster ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu
Hazzın ötesinde sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Her söz
Dudağımda bir dilenen zavallı
Acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında
İşte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
Kaba konuşmamdan gücenme benim Bu konuşma
Ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben
Sana benzeyen zamandan söz açmayı
Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
Tıpkı uzun bir süre garda
El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.

LOUİS ARAGON

 BIRAKIP GİTTİN BENİ
Bırakıp Gittin Beni  bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden alamadığım sessizliği

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen

LOUİS ARAGON / Mutlu Aşk Yoktur

MUTLU AŞK YOKTUR
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur

Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da

23 Ağustos 2010 Pazartesi

CAN YÜCEL DATÇA'DA ANILDI

CAN YÜCEL DATÇA'DA ANILDI


12 Ağustos 2010 Perşembe

USTA şair Can Yücel, ölümünün 11'inci yıldönümünde, son günlerini geçirdiği Muğla'nın Datça İlçesi'nde anıldı.

Datça Belediyesi ile Edebiyatçılar Derneği'nin birlikte düzenlediği, 2'nci Datça Edebiyat Günleri, usta şair Can Yücel'in ölüm yıldönümü olan 12 Ağustos'ta başladı. Datça'da üç gün sürecek olan etkinlikler çerçevesinde ilçenin değişik yerlerinde fotoğraf sergileri, şiir ve müzik dinletileri düzenlenecek. 14 Ağustos'ta sona erecek olan edebiyat günlerinin ilk günü şair Can Yücel'e ayrıldı. Can Yücel'in hayatının son yılarını geçirdiği ski Datça'daki müze evi her yıl olduğu gibi yine ziyaretçi akınına uğradı. Türkiye'nin dört bir yanından gelen yüzlerce kişi, Can Baba'nın soluk alıp verdiği, şiirlerini kaleme aldığı eşyaları arasında dolaşırken, onun ağzından söylediği şiirlerle duygulandı. Can Yücel Müze Evi'ne açılan anı defteri ise dolup taştı.

İstanbul Sesler ve Düşler Grubu'ndan Güneş Demir (Gitar) ve Ozan Çoban (keman) mini dinletisi sundu. Müze evin ziyaretinin ardından, Can Yücel kahvesinde 'Öyle Rüzgar Esiyor ki, Bu Datça'da' adlı panel düzenlendi.

"BABAM ZOR İNSANDI"

Can Yücel'in kızı Güzel Yücel, babası ile anılarını anlattı. Can Yücel'in zor bir adam olduğunu belirten Güzel Yücel, "Babam bir o kadar da sade idi. Herkes soruyor nasıl bir baba diye. Babam, çocuklara bakarak şöyle derdi; 'Yaptığınız işi iyi yapın, yaşamınıza geçirin' derdi" diye konuştu.

Can Yücel'e de "Baba ben hala denizlerin korunması ile senin sokağının korunması ile uğraşıyorum. Su ise resimler yapıyor. Hasan, bilimsel çalışmalarına devam ediyor. Amerika'da bir ödül kazandı" diye seslenen Güzel Yücel, "Şöyle derdi babam; 'Dünya çok büyük. Biz onun çok küçük bir tarafını biliyoruz. Küçük bir yerini çalıştırıyoruz. Belki şiir, belki resim, belki müzik. Bu hayatın büyüsünü bu kadar az çalışan yönünün genişletilmiş hali şiirdir. Hayattan çıkan en büyük çılgınlıktır şiir' derdi. Datça'ya geldikten sonra babam için başka bir dönem başladı. Doğaya, börtü böceğe daha bir yakınlaşmıştı. Ama şunu unutmamıştı. Siyaset tepeden inme değil. Siyaset, nesnelere dokunmak onların yanı başında olmak demekti. Datça'nın insanları ile oturup konuşur, onlara şiirler okurdu. O birikimini buraya taşıyordu. Babam sınıf farkını biliyordu. Ama bu sınıf farkını en aza indirmeye çalışıyordu. Bunu da yaparken, bunu da korurken, burayı özellikle seçmişti. Binlerce yer olabilirdi. Ama urayı seçtiyse, buraya bugün bu kadar çok insan geliyorsa, babamın demek ki söyleyecek sözü bitmemiş. Daha büyüyerek gidiyor. Bugün de Türkiye'nin buna çok ihtiyacı var" dedi.

ÖLÜM VE YAŞAM

Datça Edebiyat Günleri'nin onur konuğu şair-yazar-çevirmen Ataol Behramoğlu ise "Can'a bir yıl daha yaklaştık" diyerek başladığı konuşmasında şunları söyledi:

"Geçen yıl da buradaydık. O gün de söylemiştim. Her geçen yıl Can'a bir o kadar daha yaklaşıyoruz. Bu tür toplantılara ölüm yıldönümü demek doğru değil. Şunu söylemek istiyorum. Bugün aramızda olmayan arkadaşlarımız tam olarak ölü değil. Bizler de tam olarak canlı değiliz. Hayatın gerekliliği böyle bir şeydir. Böyle bir beraberlik içindeyiz. Bunun altını çizmek isterim. Bir taraf, yani Can Yücel ve birçok başkaları. Böyle bir akış var."

Can Yücel'in bu ülkenin yetiştirdiği en seçkin şairlerden biri olduğunu ifade eden Behramoğlu, "Can Yücel kimliği ile kişiliği ile mizahı ile şiiri ile eylemi ile duruşu ile gerçekten bir çok yaşamdan daha canlıdır. Dolayısıyla bu toplantılar bekli de bizi bir anlamda daha çok insan olmak. Kendimizi daha çok sorgulamak bakımından da etkiliyor. Bu nedenle de önem taşıyor. Can Yücel, bu ülkenin yetiştirdiği en seçkin şairlerinden, en seçkin toplum insanlarındandır. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bu ülkenin yetiştirdiği en çirkin, en saçma sapan, en beş para etmez insanları bugün ellerinde iktidarı tutmaktalar. Can Yücel olsaydı diye düşünüyorum. Kim bilir bunlar için neler söyler, neler yazardı, diye düşünüyoruz. Tabii ona yetişmeye çalışıyoruz ama Can Yücel olmak kolay değil. Kendisini sevgiyle saygıyla anıyoruz. Ölümünün 11 inci yılında ona layık olmak için çaba harcamalıyız. Samimiyetle içimizde, yüreğimizde beynimizde onu hissetmeliyiz" diye konuştu.

MEZARI BAŞINDA ANILDI

Muğla´nın Datça İlçesi´nde, 2. Datça Edebiyat Günleri etkinlikleri çerçevesinde usta şair Can Yücel, ölümünün 11´nci yıldönümünde mezarı başında anıldı. Belediye mezarlığındaki anma törenine, CHP´li Belediye Başkanı Şener Tokcan, Can Yücel´in kızları Güzel ve Su Yücel ile sanatçılar, Can Yücel´in dostları ve vatandaşlar katıldı.

Belediye Başkanı Şener Tokcan, törende yaptığı konuşmada, Can Yücel´in değerinin her geçen gün daha iyi anlaşıldığına dikkat çekerek, ``Çocuklarımızı burada görmek çok önemlidir. Şiir adına mizah adına, sanat adına bunu çok önemsiyorum. Datça´nın sanat kimliğine Can Yücel´in katkıları saymakla bitmez. Datça gerçekten de çok şanslı bir ilçe ki, Can Yücel gibi usta bir şaire ev sahipliği yapma mutluluğunu yaşadı. Kültür ve sanatla iç içe bir coğrafyaya gerçek katkı Can Yücel tarafından yapılmıştır'' dedi.

Ressam İbrahim Çiftçi ise konuşmasında, bugün bu törene katılan herkesin buradan ayrıldıktan sonra kendilerini sorgulamaları gerektiğini belirterek şunları söyledi:

"Buradan gidince ben nerede kimin yanında duruyorum diyecek misiniz? Yalansız bir dünyada yaşıyor musunuz? Yaşadığınız dünyaya, yaşadığınız ülkeye ve bu ülkenin emekçilerine, halkına karşı davranışınız, ilişkiniz, beraber üreteceğimiz projeleriniz ve hayatın inşa edilmesine ilişkin davranışınız nedir diye soracak mısınız? Bir ölü seviciliği yapmanın bir anlamı yok. Zannederim ki Can Yücel en çok buna karşı çıkardı. Bugün tabiiki burada birlikte olmak, bu güzel insanlarla bir şeyleri anımsamak ve bunu bir fener ışığı gibi geleceğe taşıyabilmek için elimizde kılavuz olarak bulundurmak çok güzel. Ama önemli olan şudur: Buradan ayrıldığınız zaman siz kimsiniz, neye karşısınız, duruşunuz nerede, kiminle beraber. Bunu sorgulamanızı istiyorum.''

Mustafa SARIİPEK- Mehmet ÇİL/DATÇA (Muğla), (DHA)
AYDIN BİR KARGA İLE TİLKİ

Lafonten’den bu yana devran hayli değişti
İlme verdi kendini şanlı karga milleti.
Atomlar atom değil,patlamıyorlar onsuz,
Keymbiriç’ten Harvord’a öncümüz Doktor Korvus!
Şan etti mi şanosu Kelektironik müzik
O da kandillerde bir ! Sanatı sittirettik!
Dün gördüm tünemişti Mülkiyye’nin damına,
Tabiy ekonomistti iktisadın rağmına.


Dedim Or. Purofesör,kurtar şu memleketi!
Sermayenin dedi marijinal müsmiriyeti!
Ben ki tilkiyim diye postumu yitirmişim,
Ulan, böyle tekkeye her zaman postnişinim!
O ne kokuydu anam!Bu cins peynirlere pes!
Rokfellerle Kaşkaval ve Maraşalımız Keyns!
Madem en hırtı bile Aynşitayn’a muasır,
Hayatta en hakiki mürşit kargadır!


CAN YÜCEL--- GÖKYOKUŞ/KUZGUNUN YAVRUSU ‘dan

GÜLER YÜCEL’LE “CAN” ÜZERİNE




GÜLER YÜCEL’LE “CAN” ÜZERİNE


Röportaj :Nedim Kibar
Nedim Kibar: Buraya geliş öykünüzü anlatır mısınız?
Güler Yücel : Ben İstanbul’daydım. Can telefon etti. “Ben Datça’da bir ev aldım” dedi. Bende genelde sen satarsın diyerek işletiyor sandım. “Yok canım ciddi bir ev aldım Datça’da yaşayacağız artık” dedi. Ben tabi geldim. O zaman burası yıkıntı, ahır olarak kullanılan evdi (150 senelik bir Rum evi). Buraları o günlerde harabe bir yerdi, şimdi ise gördüğünüz gibi düzenlenmiş bir köy oldu. Can’ın tek mülk sahibi olduğu ev burasıydı. Çok sevdi burayı, Can’a nasıl buldun burayı diye soruyorlar “elimle koymuş gibi” diyor ya.
SORULU CEVAPLI
- Ne harika yer burası
Nereden buldun bu Datça’yı
- Elimde koymuş gibi buldum
Nedim Kibar : Datça üzerine ya da onu çağrıştıracak şiirleri de var değil mi?
Güler Yücel : “Su” getirmişti. Bir kitap okudum. Böyle yerleri ilk önce sanatçılar keşfediyor. Dünyanın birçok yerinde önce sanatçıların keşfettiği yerler yaygın olarak tanınan meşhur olmuş. Can’da Datça’yı keşfetmiş. Birçok insan Can’ın yaşadığı yeri merak ederek geliyor. Yaşarken balkonda oturur eve pek fazla kimseyi almazdı. Konuşmak istediği insanlarla dışarıda, kahvede görüşürdü. Can eve yakınlaştığı “He heyt” diye nara atarak girerdi. İşte geldi derdik. Köpek ve kediler yanına yanaşır onlara bir şeyler verirdi. İçeri girerken de “Güler Heyt nerdesin, evde misin, değil misin” diye yoklardı. Tabi hep evde olacaksın! Arka bahçedeyim gelsene derdim. Evin alış verişini Can yapardı. Balık, içki alırdı. Malum içkiyi severdi. İçki onun subabı gibi bir şeydi daha büyük patlamalara neden olmamak için içiyordu diye düşünüyorum. Potansiyel enerjisini içkiyle patlatırdı, denebilir. Can içki içmediğinde başka bir kişilikti çok ciddi, sakin ama her zaman bir neşe, bir keyif vardı. Biz çok keyifli yaşadık. Keyif ne demek, evde her türlü politika, her türlü sanat, Can öldükten sonra fark ettim biz bu dünyanın dışında yaşamışız. Biz de ne para konuşulur, ne mülk konuşulur, ne çıkar konuşulur, bizde konuşulan sanat, şiir, edebiyat, resim, politika dediğim gibi bunlar konuşulurdu. Biz statükoya uygun, çıkarcı bir ortamda yaşamamışız. Şimdi mesela şu küçücük köyde bile çatışmaları görüyorum. Ayak oyunları dönüyor biz bunları bilmiyoruz, kim kime ayak atar ne kadar samimi, ne kadar değil. Ha bir de Can’ın şöyle bir özelliği vardı. Eve giren birini bakışlarıyla süzelerek, “bu adamla konuşmaya değmez ya da bu adam kaliteli biri” derdi,. İyi bir önsezisi vardı. Biz kapalı sayılabilecek bir ortamda yaşadık ama dünyadan da kopuk değildik. Eh hayatımız süt liman değildi, ben de biraz kavgacı ve ısrarcıydım. Can’da malum…
Nedim Kibar : Can Yücel’in toplumsal meselelere ilişkin duyarlılığına dönecek olursak, Ankara’da 90’lı yıllarda düzenlenen kitap fuarındaki söyleşisinde, Can Yücel politik sorulara, çok net, gündemin farkında ve sınıfsal bir bakış açısıyla yanıt verdiğini anımsıyorum.
Güler Yücel : Doğru teşhis.
Nedim Kibar : Yani herkes işin magazinsel boyutunda Can Yücel içiyor. Evet önünde, şarap bardağı içiyor ama sorulan her soruya da gayet akılcı, mantıklı ve durduğu yeri bilen bir tarzda yanıt veriyordu.
Güler Yücel : En içkili halinde bile ne dediğini bilen, neyi kime, nasıl söyleceğini bilen zeki bir adamdı. Ve bir de inandığını söyleyen, inandığı gibi yaşayan, insandı. Şimdi bakıyorum da sanatçılar, şair takımları, ne söylüyor, ne yaşıyorlar, bilmiyorum? Lanrowernler’a dolaşıyorlar. Can şiirin bir meta olmadığını söyleyen bir adamdı. Ölünceye kadar da şiir düşündü öyle yaşadı.
Nedim Kibar : Bana göre de şiirinde, Türk diline hakim olmasının yanı sırada şiirde ironi yapan (humor) değişikliklere açık tarzda yazan şairdi. Birde şöyle bir karşılaştırma yapacak olursak, A. Nesin mizahi öyküde düşmanıyla nasıl alay ediyorduysa, Can Yücel’de karşıtlarına şiir diliyle alay eder ve vurur diyebiliriz, sanırım.
Güler Yücel : Doğru söylüyorsun, yalnız A. Nesin’e de takılıyor; geçenlerde Aziz Nesin vakfından çocuklar geldiler. Bir A.Nesin’den bir Can’dan şiirler okundu. Aziz Nesin Vakfı’ndan yetişmiş eğitici olan gençlerden biri anlattı; “A.Nesin anlatmış onlara) A.Nesin kalp krizi geçiriyor, kalp krizi geçirdiği sırada yurt dışında telefon ediyor Can “neyi var A. Nesin’in” diye soruyor. Yanıtlıyorlar “Aort damarında tıkanma varmış” deniyor. Can’da diyor ki “Yahu onun zaten ar damarı çatlaktı.” (gülüşmeler) “Benim delilerim (damda deli var)” diye bir kitap yazmıştı. Aziz Nesin bizde Can’la imza gününe gitmiştik. Aziz bey “en büyük deliyi” ne zaman yazacaksınız dedim. Kaşını kaldırıp baktı, “ne demek istiyorsun?” dedi. Valla en büyük deliyi yazacak olmalısınız dedim. Sonraki kitabında bahsetti. “Güler en büyük deliyi ne zaman yazacaksınız” diye sordu. “Kocasının ‘en büyük’ deli olduğunu biliyor. Kendisi yazamayacağından benim yazmamı istiyor” diye yazdı.
Nedim Kibar : Size dönecek olursak şiir ve resim çalışmalarınızın olduğunu biliyoruz. Bu etkileşim Can Yücel’le mi ilgili yoksa sizde de mayalanmış bir temel var mı?
Güler Yücel : Bedri Rahmi Akademisi’nde yetiştim, Behdi Rahmi’nin öğrencisiydim, süreci tamamlayamadan evlendim. Bize Bedri Rahmi mektup yazdı Can’a, “sen benim en yetenekli öğrencimi çaldın” diye. Ama sonra Bedri Rahmi ile karşılaştığımızda, Hocam resime yoğunlaşamıyorum fakat üç tane çocuğum var onları yetiştiriyorum, dedim. Bedri Rahmi, “Güler yetenek yüzde birdir. Sanatta esas yapılacak şey’in %99’u çalışmaktır” dedi.
Nedim Kibar : O anlamda tekrar Can Yücel’e dönersek, Can Yücel’inde sürekli şiir düşündüğünü dille, sözcüklerle sürekli haşır neşir olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Güler Yücel : Tabi, tabi son zamanlarda, durduramıyorum beynimi sürekli kelime ve imgeler geliyor derdi.
Nedim Kibar : Çeviriye de farklı yaklaşıyor, kendi dilinde uyarlama, yeniden yazmak gibi…
Güler Yücel : Shakespeare’den çevirileri vardır. Adaptasyon Türkçe söyleyen Shakespeare’in fırtınasını çevirirken bağrıyor, çağırıyor, ahenk ve o an yaşarcasına davranıyordu. Eve kapandı 1 hafta 15 günde çevirdi. “Su” gemideyiz, batıyoruz zannedip uykudan kalkmıştı. Biz evden ayrılmak durumunda kaldık. Öyle bir rezonans içinde çalışırdı, kaptırdı mı sonuna kadar giderdi. Tiyatroya, sinemayı takip ederdi. Ama tiyatro onun için çok daha önemliydi. Shakespeare kendince bir sentez oluşturmuştu. Çalışırken hiçbir şeyi gözü görmezdi. El yazısıyla yazar, güzel de bir el yazısı vardı. Gençliğinde Hasan Ali Bey döneminde Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’de Almanya’dan kaçan Yahudi profesörlerden, Latince, Yunanca öğrenmiş. Öğretilmiş bir metin nasıl çözümlenir, Latin dili edebiyatı, sonra İngiltere Cambridge’de okuyor.
Nedim Kibar : İngiltere’de radyo programcılığı veya sunuculukta yaptı değil mi?
Güler Yücel : BBC’de çalıştı, Londra’da, sonra beraber gittik Londra’ya.
Nedim Kibar : Kendi şiirini güzel okuyan/ seslendiren şairlerdendi. Şiirinin ezgisini, vurgusunu yerli yerinde yapan, Bizim Deniz’i hep etkilenerek dinlemişimdir.
Bizim Deniz
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak
En hızlısıydı hepimizin
En önde göğüsledi ipi..
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk… AŞK olsun!
Güler Yücel : Sesi güzeldi. Bir de kendi şiirini başkası okuduğunda beğenmediği yanlarını eleştirir, “öyle değil, böyle okunur” şekilde telkinde bulunurdu.
Nedim Kibar : Tiyatroyla ilgisi, seslendirmede şiir okumada avantajda sağlamış olabilir. Dediğim gibi ben Can Yücel’in sesinden “Bizim Deniz” dinlediğimde coşkulanırım. Şiirinin özelliklerinde biri de politik hatta güncel politik, toplumsal duyarlılıkları da içerisinde barındırıyor olması. “Kıssadan Kısa” ocağımıza incirlik diktiler.
BENZETMEYİ BENZETME
”Susurluk” ismi su sığırından geliyor.
”Manda” demek yani
3 kısım 1996’da
Susurluk yolunda
O iblis Mercedes’in
Masum kamyona çarpmasıyla
Gazi tarafından vaktiyle
Vaktinde siktir edilip de
sonradan harimimize
sinsi sinsi sokulan
Manda var ya
İşte o MANDA göle sıçtı
Nedim Kibar : Yetiştiği ortamı hatırlarsak, Cumhuriyet dönemi kültür Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olmak, iyi bir eğitim almak…
Güler Yücel : Ben o eve gelin gittim, o evde Cuma günleri döneminin şairleri yazarları gelir, tartışmalar fikir alış verişleri yaşanırdı. Bizim eve de Edip Cansever, Turgut Uyar, Metin Eloğlu, Ece Ayhan bütün kapışmalarına rağmen tartışmalar yapılır, fikir teatilerinde bulunulurdu.
Nedim Kibar : Can Yücel’in şiir ikinci yeni kuşağın yakın olduğu söylenebilir mi?
Güler Yücel : Pek benimsemezdi. Şöyle derdi, “İkinci yeni için, çeviri hatası, iyi Fransızca bilmeyenlerin şiir çevirmesinden kaynaklanan yanlış bir çeviri hatasıdır” derdi. Yani “Avrupa’dan alıyoruz her şeyi onun için öyle” derdi.
Nedim Kibar : Can Yücel’in dünya görüşü var. Marksist diyalektiği biliyor.
Güler Yücel : Bizim ev TİP’si döneminde şube gibiydi, genç çocuklar gelirdi. Onlarla Marksizm ve diyalektik materyalizm üzerine tartışırdı. Anlatırdı onlara ama hiçbir zaman bir öğretmen tavrı edası, üstten bakan bir tarzı olmadı.
Nedim Kibar : Yani yalınlık sadelik mütevazılık sizde de ailede de mecazi anlamda bir ‘insani çıplaklık’ gözlemliyorum.
Güler Yücel : Evet öyleyizdir.
Nedim Kibar : Can Yücel’de de o yalınlık çıplaklık dobra dobra ifade tarzı mezar taşına aktarılmış dizesindeki gibi ‘Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’sizin söylediğiniz sözlerde de ifade ettiğiniz gibi yalansız dolansız günlük çıkarların tamamen ötesinde hayattan lüksler beklemeden yaşamak…
Sevgi Duvarı
(…)
Baktım gökte bir kırmızı uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi


Güler Yücel : Görüyorsunuz işte evimiz yataklar, kitaplar, resimler sadelik… Biz aynı hamur tahtasında yoğrulduk buna mütevazılıkta değil bir yaşam biçimi demek lazım. Can’ın şenlik söz konusu olduğunda (belediye başkanına) şöyle bir laf etmişti: “Benim adımı Karhaneye koymayın” demişti. Birde gözlemlediğim bir şey bu şair olduğunu iddia eden kesimde her eline kalem alan şair kesildi. Uluslararası şiir festivali yapacaklarmış. Belediyenin tavrı da malum! Biz Datça’ya kendi tercihimiz irademizle gelmişiz. Burası on yıl önce oluştu düzenlendi. O zaman bizden başka kimse eline süpürge almadı.
Nedim Kibar : Datça’da benimde gözlemlediğim “Can” adı imajı birçok işletmede kullanılıyor. Peki bu işletmeler Can yücel şiirinde ne demek istiyor biliyorlar mı!? Emin değilim. Ama küçük çocuklar biz bu sokağa girdiğimizde Can Yücel’in şiirlerinden okudular. Onlar daha sıcak ve yakındılar. Ben kendi adıma Datça’yı Can Yücel’le aracılığıyla tanıdım. Bazı kurumların kişilerin iyi niyeti sezinlenemiyor .Can Yücel’in dediği üzere Karhane hissediliyor.
Güler Yücel : Bizde o yüzden Can’ın adını kullandırmak istemiyoruz.
Nedim Kibar : Tamda bu konuyu açmışken saptadığım bir genellemeyi konuşmak isterim. Türkiye yönetici sınıfları kendi aydınına ve sanatçısına dair sorunu var. Karşılaştırma yapacak olursak Fransa’da Fransız burjuvazisi kendi karşıtı olan sanatçı –aydınına anıt mezar, müze v.b. şeyleri hiç yüksünmeden yaptırabiliyor. Nazım Hikmet’in mezarı Moskova’da Sabahattin Ali, Enver Gökçe, Yılmaz Güney, Can Yücel vb. Gereken değer verilmiyor. Nasıl açıklanabilir? Kendi sınıfsal karakterini, kültürünü bile yaratamamış bir burjuvazi olmasına dayandırılabilir bir yönüyle…
Güler Yücel : Neye dayandırılabilir bilinç sanatçıya değer verme bilinci onun farklı bir insan olduğunu kavramaları lazım. Türkiye’de sanatçının farklılığını göz önüne çıkarabilecek bir burjuvazi yok böyle bir birikim yok. Sözde şimdi bu ev müzedir. Esasında tescil edilmiş bir müzedir. Ben yurtdışına Amerika vs. gittim. Şair evlerini gezdim. Baktım bunlar nasıl yapılmış hakikaten arkalarında üniversiteler ve benzeri kurumlar var. Bizde de şuna dikkat edin mesela Can kadar Can gittikten sonra anılan şair azdır. Bunu da ben ailenin bilinci olduğunu düşünüyorum. Çocuklarımızın kendi çalıştıkları alanları olmasına rağmen ne yapabilirlerdi:
Babalarının sanat anlayışını düşüncesini, ahlak anlayışını, estetik anlayışını sahiplenip korumaya yaşatmaya çalışıyorlar.
Benim oğlum (Can’ın çocuklarını yetiştirme anlayışı) nöropatoloji dalında eğitim gördü. Kanada’da, Singapur’da ödüllerde aldı. Can Hasan’ı, Gazi Yaşargil’e tavsiye etti. Bilirsiniz Nöroşirörji dalında G. Yaşargil dünya çapında önemli isimlerdendir ve Can Hasan’ın eğitimini nöropatolojiye yönlendirdi. Hasan da “tıp okuyayım da para kazanayım” derdi olmadı. Ödüller almasına rağmen burada doktorlar dönüm dönüm arazi satın alıyorlar…
Nedim Kibar : Evet insan sağlığı insan artık satılabilir metaya dönüdü…diğer çocuklar
Güler Yücel : Su ressam güzelse Kandilli Lisesi’nde okudu. Denizi çok seviyordu, su ürünleri ile ilgili bölüme girdi.Can çocuklara klasikleşmiş meslekler değil de yeni dünyanın trendini yakalayacak meslekler önermeye çalışırdı. Hasan gelmeden önce tıp hakkında nöroloji üzerine okur, onunla kendi mesleği üzerine uzun uzun sohbet ederdi.
Nedim Kibar : Can Yücel ile yaşanmış hatırlayabildiğiniz başka anılar ve sanatına değin söyleyecekleriniz onunla yaşadığınız aşk…
Güler Yücel : Düz yazı yazmak istemezdi. Şiirine anlatım yüklüyordu zaten şiir yoğun düşünüyordu ve hep şunu söylerdi: “şiirde çoğaltmak bol sözcük değil azaltmak, özü yakalamak, fazlalıkları atmak gerekir” derdi. Şiirde de yaşamda da fazlalıkları atmak! Edip Cansever ile ilgili bir anımızı aktarayım. E. Canseverin “Yerçekimli Karanfil” adlı kitabı vardır. Bir akşam Edip’le Can birlikte içiyorlar. Edip Bebekte biz Kanlıca da oturuyoruz o zaman, Edip Can’a “bende kal bu akşam” diyor. Gecenin ilerleyen saatinde Edip sızıyor. Can’sa içince uyumaz zaten masada gördüğü Edip’in şiirini alıyor bu fazla bu sözcük gereksiz şiirle uğraşıp karalıyor. Edip Cansever sabah kalktığında kıyameti koparıyor “sen benim şiirime nasıl müdehale edersin, sen benim arkadaşım değilsin” diye. Bir zaman sonra Papürüs’e geldik oturuyoruz. Edip Cansever girdi içeri, Edip gelsene masaya dedim. “Yok bu adamı sevmiyorum gelmeyeceğim” dedi. Ben yahu senin soyadın Cansever deyince yanımıza geldi oturdu. Sonra bir kağıt istedim oradakilerden Can’a da Edip’e de sen bir dize yazacaksın sende bir dize dedim yazdılar. Kağıdı masada bıraktık o kağıdı da Halil Ergün almıştı bir fotokopisini gönder demiştim ama haber çıkmadı.
Nedim Kibar : Can Yücel ile yaşadığınız aşk resim şiir Datça…
Güler Yücel : Birlikte yaşadık. Resim yapmaya şiir yazmaya devam ediyorum. Datça’da yaşıyorum.
Nedim Kibar : Can Yücel’in alkolle ilişkisini düşündüğümüzde Can ile yaşamak zor bir adamıydı?
Güler Yücel : Bana derdi ki “sen demir leblebisin, seni çiğneyemiyorum.” Çiğnese yutardı. Mesela gece üçte dörtte kaldırır yazdığı şiiri ilk bana okurdu. Bende eleştirir şurası sarkıyor olmamış derdim. O da sen şiirden ne anlarsın der daha sonra gider düzeltir yanıma gelip tekrar okur “olmuş mu?” diye sorardı. Ben Can ile hayatı iç içe severek yaşadık.
Su Yücel : Annem kendisini hayatını şiirle çok iyi anlattı.
BİRLİKTELİK
Farkımız çok hem de pek çok
İçtiğimizden sıçtığımıza kadar
Ama bizi birbirimizden ayıran en büyük fark
Bana sorarsan
Sen şiir yazıyorsun durmadan
Bense çok az
Üstelik sen yokken şiirleniyorum ben.
Sense her zaman
Olsun be…
Vazgeçtim ben şiir yazmaktan
G. Yücel
Nedim Kibar : Sizinde babanızın son dönemine son günlerine ilişkin anlatacağınız anılar olmalı.
Su Yücel : Babam hasta olduğu dönemde kendisi de yaşamının sonunda olduğunun farkındaydı. Çok duygusallaşmıştı. Belki de yapısı da öyleydi diyebiliriz. Mantıklı yanları olduğu gibi duygusal tarafları da olan bir kişilikti. Yani ikisinin arasında gidip gelen bir adamdı. Yaşamının sonuna doğru duygusal yanı ağır basmaya başladı galiba. Birlikte oturuyoruz örneğin A. Öcalanın yakalanması konusunu konuşuyoruz, o zaman gelişen olayları bize değerlendiriyor. Birinci şık ne olur ikinci şık ne olur, şeklinde senaryo oluşturur gibi çalışırdık. Herhangi bir konu üzerinde de böyle yaklaşırdı. Bir resim yapmıştım kapının “resmi getir bakalım” dedi. Bende resmi getirip koydum önümüze birlikte resme bakarak, nasıl daha güzel olacağını tartıştık. Son günlerinde bile hayatla ilişkisini hiç kesmedi. Kendisi içinde bizim içinde oldukça zor günlerdi. Bu duruma rağmen yaşama olan tutkusunu yitirmedi.! Ağaçsa ağacı seyretti, o gece kaktüslere baktı. Onun için hayat sonuna dek devam etmeliydi. Yine ironi yüklüydü yine problem çözüyordu.
Datça’ya geldikten sonra babam büyük şehirden buraya geldiğinde daha doğaya yakınlaştı insanlar daha içten büyük şehirdeki insan ilişkilerindeki soğukluk (herkes Picasso modeli ) yabancılaşmaktan uzaklaştı. Burada köy kahvesinde oturur insanlarla sohbet eder ve Datça’nın tabiat güzelliğinin içerisinde yaşaması onu daha da sakinleştirmişti.
Nedim Kibar : Son olarak Datça da yapılan anma etkinliklerinden bahseder misiniz?
Su Yücel : Biz bu evi açamıyoruz anma etkinliklerine birkaç yıldır belediye gerekli ilgiyi göstermiyor, biz de pek niyetli değiliz. 12 AĞUSTOS HER AGUSTOS’UN İKİNCİ PAZAR’I MEZARI BAŞINDA ANMA DÜZENLİYORUZ. Ayrıca CANEVİ’NDE, kütüphane ellerinin değdiği kitaplar, resimler, arşivi, elyazmaları, mektupları, kendi çalışmaları, saklı gelecekte bazılarını tasnif edip yayınlayabiliriz belki…

Ağustos 2007