Bu Blogda Ara

27 Ekim 2010 Çarşamba

İKİZDERE VADİSİ İÇİN TARİHİ KARAR

TRABZON Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu, bugün tarihi bir karara imza atarak Rize’nin İkizdere Vadisi’ni Doğal SİT alanı ilan etti. Böylece İkizdere, Anzer ve Ovit yöresinde yapılması planlanan 22 Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi rafa kalktı. Bölgenin SİT alanı ilan edilmesi için 2008’den bu yana hukuk mücadelesi veren eski İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi, “Bugün HES’lerin pençesinden kurtulduğumuz, yeşili, doğayı çocuklarımıza bırakacağımızın müjdelendiği gündür” dedi.

Rize’nin İkizdere ilçesinde bulunan ve dünyada korunmada öncelikli 200 ekolojik bölgeden biri ilan edilen İkizdere Vadisi’nde yapılması planlanan hidroelektrik santralleri için 2008 yılında İkizdere Derneği öncülüğünde hukuk mücadelesi başlatıldı. Mahkemeler ve bilirkişi incelemeleri sürerken bölgede 4 hidroelektrik santrali yapıldı ve hizmete açıldı. Santrallerden birini de geçtiğimiz aylarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hizmete açtı. Bölgede ayrıca 22 hidroelektrik santrali de yer tespitleri yapıldıktan sonra proje onay aşamasına geldi.

KARAR BUGÜN ÇIKTI Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Bilimsel ve Teknik Kurulları dün İkizdere Vadisi’nde son incelemelerini yaptı. Bugün toplanan kurul, oy birliğiyle İkizdere Vadisi’ni Doğal SİT Alanı ilan etti. Hukuk mücadelesini başlatan eski İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi, kurulun bu kararıyla bölgede yapımı planlanan 22 HES projesinin rafa kaldırıldığını belirterek, “Bugün tarihi bir karar alındı. İkizdere ve Türkiye kazandı. Bugün HES’lerin pençesinden kurtulduğumuz, yeşili, doğayı çocuklarımıza bırakacağımızın müjdelendiği gündür. Uygarlık, medeniyet ve canlı yaşamı kazanmıştır. Kültür Bakanımıza, kurul üyelerine, bize destek olan herkese teşekkür ediyoruz. Bu kararla bölge yeniden ayağa kalkacak turizm yönünden gelişecek” dedi.
22 10 2010 MİLLİYET - İNT.

21 Ekim 2010 Perşembe

SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU:


Söz emeğine sahip çıkanlarındır!

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu'nun 15-16-17 Ekim 2010 tarihleri arasında gerçekleştirdiği forum ve etkinlik sonuç deklarasyonu açıklandı. Deklarasyonda kapitalizme karşı yaşam alanlarını, yaşamlarını korumak için mücadele edenlerle, emek mücadelesi verenlerle ortaklaşarak mücadeleye devam edileceği duyuruldu.

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu Sonuç Deklerasyonu şöyle:

Bizler; Suyuna, toprağına, ormanına, emeğine, yaşama sahip çıkanlar, yaşamı savunanlar 15-16-17 Ekim 2010'da İstanbul'da buluştuk

Yaşamın kaynağı olan suyu, alınıp satılabilen piyasa malı haline getirenlere; sulama kanallarına, evlerimize, okullarımıza, hastanelerimize kontörlü sayaç takmaya kalkışanlara; akarsularımızı satışa çıkaranlara, su kaynaklarımıza el koyanlara; sularımızı, su havzalarımızı kirletenlere, halkın sağlık hakkını yok sayanlara karşı mücadelede su hakkına, yaşam hakkına sahip çıkmak için bir araya geldik.

Yaşam alanlarımızın kar hırsı için sermayenin kullanımına sokulmasına, doğal varlıklarımızın metalaştırılmasına yani piyasa üzerinden alınır satılır mal haline dönüştürülmesine karşıyız.

Bizler;

•Türkiye'nin enerji ihtiyacı bahaneleriyle Hidroelektirik santral projelerini yaşama geçirmek için AKP iktidarının 2003 yılında uygulamaya geçirdiği "su kullanım hakkı anlaşmaları" yoluyla akarsularımızın sermayeye satılmasına ve akarsularımızın ticarileştirilmesine KARŞIYIZ;

•Su şirketlerinin başta Uludağ'daki köylere ait sular olmak üzere Anadolu'daki gözelerden (kaynaklardan) akan suları şişelemesine, satmasına, yeraltı sularının ticarileştirilme amacıyla kullanılmasına, suyun ticarileştirilmesiyle insanca ve sağlıklı bir yaşam sürme hakkımızın elimizden alınmasına KARŞIYIZ;

•Kapitalizmin karı temel alan üretim biçimi doğayı, yaşamı tahrip ediyor. "İyileştirme" talep etmiyoruz. Biliyoruz ki sorun bu üretim biçiminin kendisidir. Ancak kapitalizme karşı mücadele ederken onun doğada yarattığı tüm tahribat ve yıkım biçimlerine karşı da mücadele ediyoruz. Tarım alanlarını işgal eden endüstri tesislerinin ve atık suyu arıtmadan ortama deşarj eden belediyelerin Ergene nehri, Küçükçekmece Lagünü örneklerinde olduğu gibi dereleri, gölleri, denizleri ve yer altı sularını kirletmesine KARŞIYIZ;

•Melen, Istranca, Kızılırmak örneklerinde olduğu gibi içme suyu temin edileceği iddiası ya da yapılan HES'lerin kapasitelerinin arttırılması amaçları ile derelerin havzalar arası taşınmasına, doğasından koparılmasına KARŞIYIZ;

•Termik santraller, nükleer santraller, maden şirketleri eliyle toprağımızın, suyumuzun, havamızın kirletilmesine KARŞIYIZ;

•İstanbul'da yaşama geçirilmesi planlanan 3. Köprü gibi kentsel rant projeleriyle ormanlarımızın, su havzalarımızın yok edilmesine, kentsel dönüşüm projeleriyle emekçilerin barınma hakkının ellerinden alınmasına KARŞIYIZ;

•Belediyelerin ve kamu kuruluşlarının ticari işletmeler haline getirilmesine KARŞIYIZ

•Doğal varlıkların ticarileştirilmesi için ormanların, tarım alanlarının, meraların kamulaştırılarak şirketlere satılmasına KARŞIYIZ;

•Tarımsal biyo-teknoloji şirketleri ve endüstriyel tarımın dayattığı GDO'lu ürün ve tohumlar, yerel tohumlarımızı ve canlı çeşitliliğimizi tehdit ediyor. GDO'lu besinlere ihtiyacımız yok, GDO'lu tohumlara ve GDO'lu besinlere KARŞIYIZ,

•Kapitalistlerin kasalarını dolduran karbon ticareti, bizim soluduğumuz temiz hava üzerinden yapılan ticarettir, karbon kazançları bizim ormansız, soluksuz ve susuz kalmamıza bağlıdır. Karbon ticaretine, karbon ticaretinden pay kapmak için yaşama geçirilen tüm uygulamalara KARŞIYIZ...

Yaşam alanlarını, doğayı sermaye birikimine sokarak yok eden
Sanayi ve hizmet üretimi yapan bütün şirketlere;
Su şirketlerine,
Enerji Şirketlerine,
Tohum Tekellerine,
İnşaat ve Finans Şirketlerine,
Garanti Bankası, Akbank vb Finansör Bankalara
Sermaye yanlısı hükümetlere ve yerel yönetimlere,
Onların uluslar arası kuruluşu olan
Dünya Su Konseyi (WWC),
Dünya Su Forumu (WWF),
Dünya Ticaret Örgütü (WTO),
Dünya Bankası,
G7 ve G8 Hükümetleri,
Birleşmiş Milletler (BM) vb yapıların bütün politika, karar ve uygulamalarına;
ve bu politikaları savunan şirket, hükümet destekli sivil toplum örgütlerine
KARŞIYIZ !

Bizler suyun yalnız kullanım değerini temel alıyor; suyun ticarileştirilmesinin tüm boyutlarına karşı bütünlüklü bir mücadeleyi önümüze koyuyoruz,

Herkesin eşit koşullarda parasız olarak suya erişim hakkını savunuyoruz, geçimlik tarımsal üretim için kullanılan suyun parasız sağlanmasını, şehir şebekelerinden iletilen suyun sağlıklı ve içilebilir nitelikte olmasını talep ediyoruz. Su hizmetleri ve bağlantılı işlerde çalışanların güvenceli bir işe ve insanca bir yaşama sahip olması; su ve enerji alanında emekçilerin sendikal örgütlenmelerinin güçlendirilmesi, suyun doğada özgürce akması için mücadele ediyoruz.

Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele ve bu mücadele içinde oluşturduğumuz örgütlenmeler devletten, sermayeden, su mücadelesini sadece söylem düzeyinde kullanarak siyasi rant malzemesi haline getirmeye çalışan egemen siyasi aktörlerden bağımsızdır, halkın öz gücüne dayanır.

"Su kullanım hakkı" anlaşmalarının sadece suyun değil, havzadaki yeraltı ve yerüstü kaynakların da metalaştırılması anlamına geldiğini; su kullanım hakkının şirketlere devredilmesiyle geçimlik tarımsal üretim yapan köylülüğün yıkıma uğratılacağını; endüstriyel tarım şirketlerinin tarım topraklarını ele geçirmesini kolaylaştıracağını ve bu sürecin köylüleri göçe zorlayacağını biliyoruz. Suyu ticarileştirmesinin yanında ekosistemi de tahrip eden HES projelerini; havzaların planlanarak sermayeye satılması anlamına gelen, AB su çerçeve direktifinin önerisi olan "bütünleşik havza planlamasını" reddediyoruz.

HES projeleriyle derelere yapılan saldırının enerji gereksinimi için yapıldığına inanmıyoruz. HES projeleriyle kanallara alınan, yatağından, topraktan, canlılardan havadan koparılan suyun yaşam için gereken özellikleri değiştiği için, HES yardımıyla sudan enerji elde edilmesinin yenilenebilir olmadığını savunuyoruz. Enerjinin halkın değil sermayenin ihtiyacı olduğunu hatırlatıyor, enerji gereksinimi iddiaları ile doğal varlıkların ticarileştirilmesini kabul etmiyoruz. Yapımı başlamış veya tamamlanmış HES'lerin kalkması için de mücadelemizin süreceğini duyuruyoruz.

Bu mücadelede sadece kendi yerelimize sıkışmadan tüm akarsuların ticarileştirilmesine karşı çıkıyoruz. Benim köyümde yapılmasın başka yere yapılabilir diyenlere sadece kendi vadisindeki mücadeleyi örmenin yanlışlığını aktarmak mücadelemizin ortak hedeflerindendir.

Doğanın su hakkının pazarlık konusu edilemeyeceğini ilan ediyoruz.

Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadeleyi sadece akarsularımızın uluslararası su şirketlerine satılmasına karşı mücadeleye indirgemiyoruz. Biliyoruz ki sularımızı ticarileştiren sermayenin dili, dini, milliyeti yoktur. Mücadelemiz; kapitalizmin tüm saldırılarına karşıdır.

Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele aynı zamanda bu saldırı karşısında kendini savunamayanlar için doğa için; doğanın varlığını sürdürmesi için verilmektedir.

Özellikle HES projeleri Hasankeyf ve Allianoi örneklerinde olduğu gibi suyla birlikte şekillenen yerel kültürleri, tarihsel varlıkları yok ediyor. Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele ederken tarihsel varlıkları ve yerel kültürleri korumak için de mücadele ediyoruz.

Suyun ticarileştirilmesinin sonuçlarını en ağır biçimde yaşayan kadınlar su hakkı mücadelelerinin en önünde yer almaktadır. Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadeleye kadınların özgül taleplerini katıyor, kadınların mücadelenin öznesi olmaları önündeki tüm engelleri kaldırmak için de mücadele ediyoruz.

Doğamıza yaşamımıza saldıranlar, halkın elinden topraklarını fahiş fiyata alıyor. Yerel dernekler, muhtarlar para desteğiyle işbirlikçileştirilmeye çalışılıyor. Geçim araçları elinden alınan, yoksullaştırılan halk, iş vaatleriyle ikna edilmeye çalışılıyor. Köylere cami yapma gibi yöntemlerle halkın inançları kullanılıyor. Şirketler kimi yerde kamunun yerine getirmesi gereken görevler olan okul, yol gibi temel yatırımları üstlenerek göz boyamaya çalışıyor. Kimi belediye başkanları, valiler, kaymakamlar direnen halkın karşısında şirketleri savunarak çıkıyor. Mücadele edenler tehdit ediliyor, polis ve jandarma tarafından zor kullanılıyor. Gözaltı, yargılanma, para cezaları ve tutuklanma saldırılarıyla karşı karşıya kalıyor. Şirketler artık özelleşmiş zor aygıtlarını da yaratıyor. Özel güvenlik birimleri halka saldırıyor. Buradan duyuruyoruz: Direnenler yalnız değildir. Tüm bu saldırılara karşı birlikte mücadele edeceğiz.

Açık ki sermayenin bir silah olarak kullandığı işsizliği, yoksulluğu, güvencesizliği yaratan da bu sistemin kendisidir. Mücadelemiz aynı zamanda güvenceli iş ve insanca bir yaşam mücadelesidir.

Anadolu'nun dört bir yanında suyun ticarileştirilmesinin farklı biçimlerine ve kapitalist üretim biçiminin suda, doğada yarattığı yıkıma karşı mücadele edenlerin iletişim ve dayanışma ağlarını yaratmak; olanakları paylaşmak bu şekilde mücadeleyi güçlendirmek ve büyütmek öncelikli hedeflerimizdendir.

Dayanışmaya devam ederek mücadelemizi güçlendireceğiz.

Doğru bilginin halka hızla ulaşması; bilimin halkın ve doğanın yararına kullanılması için bilim insanlarımızın içinde yer aldığı örgütlenmeyi yaratmayı hedefleyeceğiz.

Biliyoruz ki suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelenin temel dayanağı halkın mücadelesidir Hukuk mücadelesi ancak bu temeli desteklemek için kullanılabilir. Yürütmenin durdurulması kararlarına karşın Başbakan'ın HES açılışı yaptığı uygulamalarda olduğu gibi hukuk kazanımlarının hiçe sayıldığını, ÇED raporlarının ve kararlarının göstermelik olduğunu da biliyoruz. Buna rağmen; bizler mücadelemizi destekleyen hukukçuların sayısını arttırmak ve hukuk alanında deneyimlerin paylaşılacağı zeminleri oluşturmak; baroların bu süreçte gönüllü desteklerini sağlamak için çaba göstereceğiz;

Dünya'da suya ve doğaya karşı süregiden saldırıya direnen halklarla temas kuracağız, mücadele deneyimlerimizi paylaşacağız.

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu bu noktada yazılı ve görsel malzeme üretimi yapacak; internet sitesini mücadelelerin birbirlerinin deneyimlerinden haberdar olacakları biçimde yenileyecek; suyun ticarileştirilmesinin boyutları ve HES projeleri hakkında bilgi verebilecek insan sayısını çoğaltmak için eğitim çalışmalarını sürdürecektir. Bu noktada etkinlikleri, gelişmeleri, yasal değişiklikleri, direnişleri duyurmak için yayınlar yapmayı, basını ve ortak iletişim hatlarını kullanarak bilgiyi ve deneyimlerini paylaşmayı sürdüreceğiz.

Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelenin özneleri ve platform bileşenleri olarak üzerimizdeki sorumluluklardan biri HES'ler ya da kontürlü sayaçlar gibi suyun ticarileştirilmesi saldırısının temel adımlarından ve yaratacakları sonuçlardan haberdar olmayanlara ulaşmaktır. Bu noktada yoğun bir bilgilendirme ve örgütlenme çalışması programlamayı hedefleyeceğiz.

Anadolu'nun dört bir yanında maden şirketlerine, GDO'lu ürün ve tohumlara, termik-nükleer santral projelerine, HES projelerine, su şişeleme şirketlerine, kentlerde suyu ticarileştirme uygulamalarına; 3. Köprü gibi kentsel rant projelerine yani kapitalizmin doğaya, emeğe yönelen saldırganlığının karşısında direnenlerle mücadelemizin ortak olduğunu söylüyor, direnişi büyütmek için yan yana geliyoruz...

Suyu ve doğanın her parçasını metalaştırmaya çalışanlara, kentte kırda insanların ve diğer canlıların yaşam hakkına saldıranlara; sadece suyu metalaştırarak değil eğitimden sağlığa, barınmadan ulaşıma tüm yaşamsal ihtiyaçlarımızı piyasalaştıran, emek gücümüzü sömüren emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadelemiz ortaktır.

Toplumsal muhalefeti örgütlemeye ve hak arama mücadelelerimizi alanlarda ortaklaşarak yürütmeye kararlıyız.

Suyu, toprağı, ormanları, meraları ticarileştiren, emeğimizi sömürenler; bu sürecin yürütücüsü olan başta AKP iktidarı olmak üzere tüm kurum kuruluş ve kişiler, sponsorluk yapanlar, bankalar, şirketler mücadelemizin hedefidir. Teşhir etmeye mücadele etmeye devam edeceğiz...

Doğal varlıkları metalaştırılmasına destek veren bilim insanları, şirket ve kamu yönetimlerindeki mühendisler de halka ve doğaya karşı işlenen suçların ortağıdır. Bu konuda bu kişilerin bağlı oldukları meslek odalarını ve görevi halk için bilim üretmek olan üniversiteleri göreve çağırıyoruz.

Ortak örgütlülüğümüzde söz; suyuna toprağına, ormanına, yaşamına, emeğine sahip çıkan ve diğer tüm canlıların da hakkını savunan halkındır.

Biz; tüm mücadeleleri birlikteliğe çağırıyoruz ve kapitalizme karşı yaşam alanlarını, yaşamlarını korumak için mücadele edenlerle, emek mücadelesi verenlerle ortaklaşarak yolumuza birlikte devam edeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.

Biz; haklıyız, meşruuyuz, kazanacağız.

Anadolu'nun dört bir yanında sularına, ormanlarına, toprağa, doğaya emeklerine sahip çıkmak için mücadele edenlere sesleniyoruz: Direnişiniz direnişimizdir, mücadelemiz sularımız ve doğa meta olmaktan çıkarılana kadar sürecektir; zafere kadar, kazanana kadar...

SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU VE FORUM ETKİNLİĞİNE KATILANLAR

NİKSAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
SİNOP ÇEVRE PLATFORMU
MERSİN NÜKLEER KARŞITI PLATFORM
YEGEP
FOÇEP
YAÇEP
BARTIN ÇEVRE PLATFORMU
ULUKIŞLA HASANGAZİ KÖY MECLİSİ DERNEĞİ
UZUN KÖPRÜ ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ DERNEĞİ
3. KÖPRÜ YERİNE YAŞAM PLATFORMU
YEŞİLIRMAK ÇEVRE PLATFORMU
SAKLIKENT KORUMA PLATFORMU
HASAKEYFİ YAŞATMA GİRİŞİMİ
ESKİŞEHİR GÜRLEYİK KÖYÜ DOĞA VE TARİHİ VARLIKLARI KORUMA VE GELİŞTİRME DERNEĞİ
MUSTAFAKEMALPAŞA SİVİL TOPLUM PLATFORMU
GÖLYAKA -HENDEK AKSU DERESİ VE ÇEVRESİNİ KORUMA BİRLİĞİ
ANTALYA ALAKIR KARDEŞLİĞİ
ÇANAKKALE BİGA ÇEVRE

EmekDunyasi.Net

TEKEL İŞÇİLERİ 2. DALGA

78 gün Ankara'da çadırlar kurarak eylem yapan ve 4/C'ye geçmemek için direnen işçiler, 4/C'ye geçmelerinin ardından işsiz kaldılar. Sendikalarının verdiği eylem sözlerini tutmasını isteyen işçiler, sendika yöneticileriyle görüşmek istiyor. Ancak sendika yönetimi işçilerle görüşmeyeceğini bildiriyor.

1 Ekim'de iş kayıp tazminatlarının ödemelerinin de bitmesiyle, 4 Ekim günü İstanbul 4. Levent'teki üyesi oldukları Tekgıda-İş Sendikası önüne gelen işçiler, sendika başkanı Mustafa Türkel'le görüşmek istedi. Ancak polis engeliyle karşılaşan işçiler sendikaya giremedi. Bunun üzerine sendika binası önüne çadır kuran işçiler "Direniş yeni başlıyor" diyorlar.

SENDİKA KARARLARA UYMAZSA, 2. TEKEL DİRENİŞİ BAŞLAR

Hatay, İzmir, Tokat, İstanbul, Batman ve Samsun'dan gelen TEKEL işçilerinin tek istediği; sendikanın aldığı kararları uygulanması. İllerden gelen işçilerin temsilcileri, sendikanın bu kararları uygulamaması hâlinde 2.TEKEL Direnişi'nin başlayacağını söylüyorlar.

Daha önce İstanbul'da TEKEL işçisi olan Metin Arslan gelinen süreci şöyle anlatıyor:

"Özelleştirme sürecinde de sendikacılar sözler verdi ama o zaman da işçileri kullandılar. Özelleştirme sürecinde işçileri düşünen, işçinin geleceği ne olacak diye düşünen yok. Sorun burada.1 Mart'ta Ankara'da Danıştay'ın 4/C'ye geçme süresini ertelemesiyle, sendika çadırları kaldırma kararı aldı. Böylece fiili mücadele bitirilmek istendi. Daha sonra eylem süreci açıklandı. Ancak sendika buna uymadı. Biz işçiler olarak eylemler yapsak da sendikanın desteği olmadı. 26 Mayıs sürecinde de sendika bizi düşman olarak gösterdi."

26 Mayıs'taki konfederasyonların ortak eylemine değinen Arslan "6 konfederasyonun aldığı eylem kararıydı. Ancak Türk-İş ve Hak-İş sahip çıkmadı bize. Biz Türk-İş'i ve Hak-İş'i anlarız, ama ya DİSK ve KESK? Onların da kararı vardı, uygulamadılar. DİSK ve KESK sessiz kalarak Türk-İş'in yaptıklarını onaylamışlardır." dedi. Arslan, eylemlerine birçok sendika ve kitle örgütü şube ve üyelerinden destek gördüklerini, ancak genel merkezlerden destek görmediklerini söyledi.

'TEKEL İŞÇİLERİ İSTANBUL'A GELİYOR'

Arslan, "Sendikamız Tekgıda-İş Başkanı Mustafa Türkel daha önceden namus sözleri verirken bugün bizimle görüşmek istemiyor. Sorunun çözülmemesi halinde tekrar Ankara'ya yürüme kararı alınmıştı. Bugünse sendika karara uymuyor. Eylem yapan işçileri de suçlu ve düşmanmış gibi gösteriyor. Yıllarca aidat verdiğimiz sendikamıza giremiyoruz. 4/C'ye geçme konusunda 78 gün 4/C'ye geçmemek için direnmiştik, ama sendika işçilere 4/C'ye geçme çağrısı yaptı." diyerek, sendikanın işsiz kalmaları konusunda asıl sorumlu olduğunu dile getirdi.

İstanbul'a temsilciler olarak sendikayla görüşme yapmaya geldiklerini belirten Arslan, işçilerin her ilde toplantılar yaptıklarını ve sendikadan bir sonuç çıkmaması hâlinde İstanbul'a geleceklerini söyledi. Arslan şimdiden işçilerin İstanbul'a doğru yola çıktığını söyledi.

Sendikalara karşı olmadıklarını ve sendikaların sahibinin işçilerin olduklarını söyleyen Arslan, sendikaların TEKEL işçilere sahip çıkması gerektiğini, güvencesiz çalışmanın tüm işçilerin sorunu olduğunu ve birlikte mücadelenin örgütlenmesi için uğraştıklarını belirtti.

'SONUÇ ALANA KADAR DİRENECEĞİZ'

Manisa TEKEL işçisi Arzu Güneş, 2 Mart'ta alınan eylem kararlarının uygulanması için sendika yöneticileriyle görüşmeye geldiklerini, ancak sendikanın polis ablukasında olduğunu ve sendika yöneticilerinin kendileriyle görüşmek istemediğini söyledi. Aylardır sendikanın kendilerini oyaladıklarını, artık sonuç beklediklerini belirten Güneş, sonuç alana kadar bekleyeceklerini ifade etti.

'GERİ ADIM ATAMAYIZ'

Malatya TEKEL işçisi Halil Acar, işçilerin alınan her karara uyduğunu, bugün yeni bir şey değil, alınan kararların uygulanması için sendikanın önünde olduklarını söyledi. Ankara'dan ayrıldıktan sonra illerde de eylemler yaptıklarını, ancak sendikanın sahip çıkmadığını belirtti. Sendikanın işçilerin evi olduğunu, ancak işçilerin evlerine alınmadıklarını belirten Acar, direneceklerini ve mücadeleyi büyüteceklerini söyledi. Acar, Ankara'da attıkları her slogandan sorumlu olduklarını, bugün geri adım atmayacaklarını belirtti.

EmekDunyasi.Net

18 Ekim 2010 Pazartesi

TEKEL İŞÇİLERİNDEN YÜRÜYÜŞ

Tekel işçilerinden yürüyüş
17 Ekim 2010 Pazar 22:56 / INT:Gazete5

Tekel işçileri ''4C sözleşmesinin iptali ve sendika yönetiminin çağrılarına kulak vermesi'' talepleriyle meşaleli yürüyüş gerçekleştirdi.






Galatasaray Lisesi önünde toplanan işçiler, ellerinde meşaleler taşıyarak ve ''Tekel işçisi yalnız değildir'', ''4C iptal edilsin'', ''İşimizi istiyoruz'', ''Her yer Tekel her yer direniş'' şeklinde sloganlar atarak, Taksim Meydanı'na kadar yürüdü.


Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde, grup adına Manisalı Tekel işçisi Arzu Güneş tarafından yapılan basın açıklamasında, ''Tekel işçilerinin iş güvencesi, insanca yaşayacak ücret ve sendika hakkı istediği, ancak hükümetin işsizlik, güvencesizlik ve sendikasızlaştırma verdiği'' belirtilerek, Tek Gıda-İş Sendikası'nın da Tekel işçilerine kapısını kapattığı ve işçilerin girişini polis zoruyla engellediği ifade edildi.


Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:


''Biz ilk eylemimizi bir anı olsun diye yapmadık.


Mücadelemiz sırasında çok büyük zorluklar çektik. Kararlılığımızı gören hükümet 4C'de kısmi değişiklikler yaptı. Ancak 4C hala ortadan kalkmadı. Sendikamızın bu mücadeleden havlu atmış olmasına öfkeliyiz. Bizi yarı yolda bırakmasına kızgınız. Tek Gıda-İş Genel Merkezi'nin önünde bekleyişimizin 14. günü. Burada bize kadrolu iş hakkımız verilinceye kadar mücadelemiz sürecektir. Daha önce bize sözler verip, eylemlerin devam edeceğini açıklayan Sendika Başkanı Mustafa Türkel, şimdi işçileri sendika binasına sokmuyor.


Anayasa Mahkemesi'nin 4C'yi iptal edeceğini, Tekel işçilerine kadrolu iş hakkı vereceğini kimse iddia edemez. Özellikle referandum sonrası bu ihtimal giderek azalmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapmış olmamız mücadelemize devam etme konusunda bize engel olmadı.''


Sayıları ne olursa olsun, Tekel işçilerinin haklı ve meşru mücadelelerinde başarıya ulaşacakları vurgulanan açıklamada, herkese iş güvencesi ve güvenli bir gelecek için 4C'nin kaldırılması gerektiği vurgulandı. Grup, basın açıklamasının ardından bir süre oturma eylemi yaptıktan sonra dağıldı.

WSJ'DAN FACEBOOK 'A AĞIR SUÇLAMA

A.A. 18 Ekim 2010 / HÜRRİYET

Amerikan Wall Street Journal (WSJ), popüler sosyalleşme ağı Facebook'taki birçok uygulama sayesinde şirketlerin, milyonlarca kullanıcının kimlik bilgilerini elde ettiklerini bildirdi.


Wall Street gazetesinin internet sitesinde yer alan habere göre, Facebook'taki en popüler uygulamaların programcıları, profillerinin tamamen özel olması için gizlilik seçeneğini kullananlar dahil kullanıcıların veya arkadaşlarının isimleri gibi kimlik bilgilerini internet araştırma ve reklam şirketlerine ulaştırıyor.Bu uygulamanın Facebook ilkelerinin ihlali anlamına geldiğini ve sosyalleşme sitesinin kullanıcılarının verilerini koruma kabiliyeti konusundaki soruları tekrar gündeme getirdiğini belirten gazeteye açıklama yapan bir Facebook yetkilisi, kullanıcıların kişisel bilgilerinin sergilenmesinin önüne geçilmesi için çok etkili önlemler alacaklarını kaydetti.


“Bir kullanıcının kimliği arama motoruyla veya bir uygulamayla bulunabilir ve yayılabilir ancak bir kimliğin bilinmesi, Facebook'ta kimsenin kişisel bilgilerine ulaşma imkanı vermez” diyen Facebook yetkilisi, gazete tarafından gündeme getirilen sorunun çözümü için yeni bir teknoloji kullanacaklarını belirtti.
Wall Street tarafından yapılan bir araştırmada, özellikle 59 milyon kullanıcının oynadığı Zynga Game Network'ün Farmville oyunu, Texas HoldEm Poker ve FrontierVille'in aralarında bulunduğu 10 popüler Facebook uygulamasının kullanıcıların verilerini başka şirketlere ilettiği günışığına çıktı.Bu uygulamaların büyük bölümü, Facebook'a dışardan çalışan programcılar tarafından oluşturuldu. Bu arada, Alman Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung (FAS) da Facebook'taki gizlilikle ilgili bir açığın, sosyalleşme sitesinde hesabı olmayan internet kullanıcılarının listelerine ulaşma imkanı sağladığını bildirdi.

8 Ekim 2010 Cuma

KUSURSUZ FIRTINA'NIN ÖNCÜ RÜZGARLARI MI? ERGİN YILDIZOĞLU

Mali krizle birlikte güçlenen kimi eğilimlerin toplumsal açından “kusursuz fırtına” kavramını düşündürecek biçimde su yüzüne çıkmaya başladıkları görülüyor. Örmeğin Pazartesi yazımda değindiğim gibi emperyalist eğilimler ve hegemonya rekabeti sertleşiyor. Büyük işçi eylemleri tüm Avrupa’yı sarsıyor. Üçüncü olarak Avrupa siyasi coğrafyasında bir yabancı (özellikle Müslüman) düşmanlığı artık iyi belirginleşiyor.


Bu mali krizle birlikte güçlenen bu eğilimlerin arasında, henüz birbirini besleyen bir döngü oluşmadı, ama böyle bir döngünün oluşarak adeta bir “kusursuz fırtına”ya yol açma olasılığı artıyor.


Kapitalizmin üçlü süreci…


Gerçekten de çok sert ekonomik, kültürel ve siyasi, çalkantılara gebe bir döneme giriyoruz. Kriz 1980’lerden bu yana geçerli, bir ölçüde sorunları ötelemeyi başaran, kriz yönetim modeli, neo-liberal küreselleşmenin (finansallaşma) tüm enerjisinin tükendiğini gösteriyor. Artık sermayenin önünde, üçlü bir süreç var:


Birincisi, karların restorasyonu açısından, üretkenliğin artırılmasından, emek maliyetlerini düşürülmesinden başka seçenek kalmadı. Emek disiplininin arttırılması, ücretlerin düşürülmesi gerekiyor.


İkincisi, ulus devletin, temsil ettiği sermaye gruplarının (ekonominin) hammadde ve enerji tedarikinin güven altına alması, talep yetersizliği, sermaye fazlası sorunlarını hafifletmek için yeni piyasaların bulunması (“açılması”) gerekiyor. Hammadde ve enerji kaynaklarının denetiminden elde edilen rantların, bu denetimin getireceği siyasi jeopolitik avantajların önemli adeta geometrik bir hızla artıyor. Kant’çı küresel yönetişim fantezileri, yerini Hobbes’çi “itin iti yediği” bir dünyaya bırakmaya başlıyor.


Üçüncüsü, hem emekçi sınıfların mücadele kapasitesini sabote edecek, borç balonu sönerken krizin yükünün halkın sırtına yıkılmasına itiraz edebilecek sesleri, özellikle komünistleri susturacak, hem de enerji ve Pazar rekabetinde, gündeme gelecek çatışmalarda kullanılacak bireyleri üretecek bir ideolojik-kültürel ortamın oluşması gerekiyor.


Ya da “Geleceğe dönüş”


Avrupa Birliği ülkelerinde, hükümetlerin bitici süreç bağlamında gündeme getidiği “kemer sıkma” önlemlerini protesto etmek için geçen hafta, tüm Avrupa çapında 13 başkente, gerçekleşen görkemli protesto eylemler işçi sınıfının sessiz kalmayacağı gösteriyor. İspanya’daki genel greve10 milyon işçi katıldı, Fransa’da yaklaşık 18 kentte toplam bir milyon kişinin katıldığı eylemler gerçekleşti. Almanya’dan, Polonya’dan gelen tersane işçilerin de katılımıyla Brüksel’de yaklaşık100,000 kişilik bir eylem yapıldı. Yunanistan’da doktorlar, Slovenya’da kamu işçileri greve cıktı. Pazartesi günü de Londra’da metro istasyonları görevlilerinin grevi vardı.


Ancak bu krizde de yoksulluk derinleşir, sınıf mücadelesi sertleşirken aşağı orta sınıfların (küçük burjuvazi) korkuları, kendilerine günah keçisi arama refleksleri güçleniyor. Irkçı, yabancı düşmanı sağ popülist partiler, gruplar, entelektüeller, sosyal demokratların kimi, işsizlikle, emeklilerle ilgili politikalarını de benimseyerek (Spiegel online, 28/09), Hollanda’da, Danimarka’da, İsveç’te, İtalya’da, Fransa’da, Polonya’da bu reflekslere cevap veriyor, hızla büyümeye, ülkelerin siyasi iklimini etkilemeye başlıyorlar. Bu süreçte merkez sağ partiler de konumlarını koruyabilmek için daha da sağa kaymaya başlıyorlar. Fransa’da Sarkozy göçmen işçi düşmanlığını, Roman’ların sınır dışı edilmesine kadar vardırıyor; İsviçre’de minareler, Belçika’da Çarşaf yasaklanıyor. Almanya da saygın bir banka müdürü Thilo Sarazzin, Türklerin ekonomi üzerinde yük oluşturduğunu ileri sürüyor.


Bir önceki büyük kriz de Yahudileri üzerinde odaklanan günah keçisi arama çabaları, şimdi göçmen işçileri, özellikle Müslümanları hedef alıyor. Bu sırada, sosyal demokrat partilerin, her hangi bir reform önerisi üretemez hale geldiği, sağa giden trene atlayarak, çöplükten enerji elde etmeye çalıştıkları görülüyor.


Mali sermayenin sağda Wolf, solda Krugman gibi etkili entelektüellerinin, Pazartesi yazımda aktardığım, emperyalist politikalara açılan önerileri, bu resmi tamamlıyor. Merkez ülkelerin basınının da uluslararası alanda kendine günah keçisi olarak Çin’i seçerek, bu zeminde bir hegemonya söylemi oluşturmaya çabaladığı görülüyor.


Özetle, sınıf mücadeleleri keskinleşirken, çalışanları yerli ve göçmen olarak bölen, küçük burjuvazinin korkularından enerji alan faşit ideoloji, siyasi akımlar güçleniyor. Afganistan, Ortadoğu ve Afrika’da yaşanan kaynak savaşlarının formatına kolaylıkla uyabilecek bir kültürel iklim ile emperyalist savaşlara yatkın, bireylerin üretimi, kültür endüstrisinin de yardımıyla hızlanıyor. Böylece geçmişteki bir karanlığı anımsatan bir geleceğe açılma potansiyelleri çok yüksek bir “kusursuz fırtına” ortamı oluşuyor.
Posted by Ergin Yildizoglu at 9:06 AM /BLOG - İNTERNET
0 comments:

TARIM ÇÖKÜYOR !FİYATLAR İTHALAT TIRMANIYOR...

Mustafa Sönmez


Eylül tüketici enflasyonu, son 5 ayın zirvesine vararak yüzde 1,23’ü, 12 aylık olarak da yüzde 9,24’e çıkarken önümüzdeki aylarda yeniden iki haneli enflasyonun yaşanacağının sinyallerini verdi. Bu sonuçta çok açık bir neden var: Tarımsal üretimdeki gerileme, yani çöküş…Tarımsal ürün arzının eksikliği, fiyatların yükselişini beraberinde getirdi…


Üretici fiyatları optiğinden bakacak olursak, son 12 ayın fiyat artışı yüzde 9’a yaklaşırken tarımdaki üretici fiyatlarındaki artışın yüzde 22’ye yaklaştığı anlaşılıyor. Tarımda fiyatlar, 2009’un son çeyreğinden başlayarak sürekli tırmanış halinde. 2010’un Nisan ayında tarımda yıllık artışlar yüzde 30’a yaklaşmıştı.




Kaynak:TÜİK, ÜFE veri tabanı


Tarımda fiyatların bu tırmanışında, özellikle 2000’li yıllarda hızlanan neoliberal politikalar en önemli etken. IMF-Dünya Bankası direktifleriyle birçok ürünün ekimi sınırlandırılırken “mali disiplin” politikaları ile birçok tarımsal üründe destekler azaldı, üretim geriledi, kuraklıkla, tarımsal zararlılarla mücadelede tek başına bırakılan üretici, tarıma küstü ve kitleler halinde kırlardan kente göçtü. Sonuçta, tarımda büyüme oranları, özellikle son yıllarda hızla geriledi. 2001’de yüzde 8 küçülen tarım, 2002’de yüzde 9 büyüdükten sonra, AKP’nin 2003-2009 arası iktidarında ancak yüzde 1,4 büyüdü. Oysa ekonominin genelinde bu dönemde yıllık büyüme oranı yüzde 4,3 olarak gerçekleşti.


***


Tarımdaki neoliberal yıkım, bu yılın domates fiyatlarındaki yüzde 57’lik rekor artışta kendini gösterdi. Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin, Milliyet’e yaptığı açıklamada domates güvesinin 10 milyon ton civarında olması beklenen domates mahsulünü yarı yarıya azalttığını belirtirken, “Gerekli müdahale yapılmadı. Son yıllarda devlet eliyle mücadeleyi rafa kaldırdık. Çiftçiler mücadeleyi kendileri yapıyorlar. Maliyeti de dönüm başına 1.500-2.000 lirayı bulduğu için ilaçlama yapmak istemeyenler oldu. Bu haşere İspanya, Tunus ve İtalya’da da görüldü ama ilaçlamanın yarısını devlet karşıladı. Şimdi Tarım Bakanlığı bu bölgeleri karantinaya alıyor, ama böyle önlenmez” diyordu. Yetkin, aşırı sıcaklar ve üreticinin geçen yıl çok ucuzlayan domates ekiminden kaçması faktörünün de fiyat şokunda etkili olduğunu belirtiyordu. Plansızlık, öngörüsüzlük, sonuçta domatesin yanı sıra bir dizi sebze ve meyvenin üretimini de olumsuz etkiledi. Tarımın yanı sıra hayvancılıktaki ihmal ve öngörüsüzlük et,dolayısıyla et ürünleri ve süt ürünlerinde de üretimi, arzı geriletti ve fiyatları hızla tırmandırdı. Gerileyen tarım ve hayvancılığın üretim ve arzındaki gerilemeyi telafi etmek için “kendine yetinmekle övünen Türkiye”, hızla tarım ve gıda ürünü ithalatını artırıyor.




2008’den bu yana ayda ortalama 760 milyon dolarlık tarımsal ürün ve gıda maddesi ithalatı yapılıyor. 2008’in tamamında 10,2 milyar doları geçen tarım-gıda ithalatı, 2009’da 7,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. 2010’un ilk 8 ayında ise 6,5 milyar doları geçen ithalatın yıl sonunda 10 milyar doları bulması hiç de şaşırtıcı olmayacak.


AKP’nin yol açtığı tarımdaki çöküş, varlık içinde yokluk, ne yazık ki bu boyutta kalmayacak , derinleşecek… MUSTAFA SÖNMEZ - İNTERNET SİTESİ

4 Ekim 2010 Pazartesi

CESARE PAVESE

İtalyan şair ve yazar Cesare Pavese 9 Eylül 1908'de Torino cıvarında Santa Stefano Belbo'da doğdu, 27 Ağustos 1950'de Torino'da öldü. Torino Üniversitesi'nde edebiyat öğrenimi gördü. 1930'da mezun olunca dil ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Einaudi Yayınevi'nin kurucuları arasında yer aldı. Şiir ve romanın yanı sıra ABD edebiyatından çok sayıda çeviri ürünler vermiştir. La Cultura dergisinin yayın yönetmenliği sırasında faşizme karşı çıkan yayınları nedeniyle 1935'te tutuklanarak sürgüne gönderilmiştir. Sağlık sorunları nedeniyle İkinci Dünya Savaşı'na katılamayan Pavese bu dönemi kızkardeşinin yanında Piemont bölgesinde geçirmiştir. 1950'de Tra donne sole (Yalnız Kadınlar Arasında) adlı romanı ile Strega Ödülü'nü kazanmıştır. Pavese, 27 Ağustos 1950'de etkisinden bir türlü kendini kurtaramadığı ölüm saplantısına yenik düşerek ününün doruğundayken yaşamına kendi eliyle son vermiştir. Cesare Pavese yazın dünyasına şiirle başlamıştır. 1936'da yayımlanan Lavorare stance (Çalışmak Yorar) adlı yapıtında öznel olmayan, lirizmden uzak ve düzyazı özellikleri taşıyan bir çeşit öykü-şiir yaratmayı amaçlamış, günlük konuşma dili kuşatmasında çağdaş yaşamın insanı içine düşürdüğü acımasız ve derin yalnızlığın boyutlarını anlatmayı amaçlamıştır.




ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:


ÇALIŞMAK YORAR
Evden kaçmak için yolu geçmeyi
yapsa yapsa bir çocuk yapar.
çocuk değil ki artık
bütün gün sokaklarda sürten bu adam
üstelik evden de kaçmıyor.

Hani yaz ikindileri vardır
meydanlar bomboş uzanır batan güneş altında,
geçip gereksiz bitkilerle bir bulvardan
durur yalnız adam.
Değer mi bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için?
Boştur yollar meydanlar yalnız gezildiğinde.
Oysa bir kadın durdurmalı
konuşup da birlikte yaşamaya inandırmalı,
yoksa hep kendisiyle konuşur insan. bunun için de
kimi vakit körkütük olur geceleri
ve anlatır durmadan, anlatır yapıp edeceklerini.

Böyle ıssız meydanda bekleyerek
rastlanmaz elbette kimseye, ama dolaşırken sokakları
durduğu olur insanın şöyle bir.
Olsalardı iki kişi, başka olurdu ev
sokaklarda bile. Kadın olurdu, değerdi dolaşmaya.
Gece kimsecikler kalmaz meydanda
Oradan geçen bu adam görmez
yararsız ışıklar içinden evleri
kaldırmaz artık gözlerini.
Kaldırımları dinler yalnızca
kendininkiler gibi nasırlı ellerin döşediği.
Doğru değil ıssız meydanlarda kalmak.
Mutlaka yolda olmalı o kadın
yalvarsan eve çeki düzen verecek.


Cesare PAVESE

Çeviren : Bedrettin CÖMERT






GELECEK ÖLÜM - GÖZLERİ GÖZLERİN OLACAK
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
sabahtan akşama dek, gözünü kırpmadan,
sağırcasına, eski bir vicdan acısı gibi
saçma bir alışkanlık gibi
ardımızdan kovalayan bu ölüm
gelecek bir gün
Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin
aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah,
suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak.
Ey sevgili umut, o gün biz de bileceğiz
hem yaşam hem hiçsin sen bile, ey sevgili umut!

Herkese birdir bakışı ölümün
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
bir alışkıyı bırakırcasına
ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada
kenetli bir dudağı dinlercesine
sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca.


Cesare PAVESE

Çeviri : Bedrettin Cömert


ÖLÜM GELECEK VE SENİN GÖZLERİNLE BAKACAK
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak -
sabahtan akşama dek, uykusuz,
sağır, eski bir pişmanlık
ya da anlamsız bir ayıp gibi
ardını bırakmayan bu ölüm.
Bir boş söz, bir kesik çığlık,
bir sessizlik olacak gözlerin:
Böyle görünür her sabah
yalnız senin üzerinde
kıvrımlar yansıtırken aynada.
Hangi gün, ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu.

Herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirmesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce.


Cesare PAVESE

Çeviri : Cevat ÇAPAN







YAPITLARI
Lavorare stanca (Çalışmak Yorar, 1936)
Verra la morte e avra i tuoi occhi (Ölüm Gelecek ve Gözleri Gözlerin Olacak, 1951,ö.s.)

SAİNT JOHN PERSE





31 Mayıs 1887’de Fransız Antil Adaları’na bağlı Guadeloupe Adası yakınlarında Saint-Léger-les-Feuiles Adası’nda doğdu, 20 Eylül 1975’te Fransa’da Presxu-Île-de-Giens’de yaşamını yitirdi. Asıl adı Marie-René-Auguste-Aléxis Saint-Léger’dir. Edebiyatçı olarak Alexis Saint-Léger Léger adını kullandı ve Saint-John Perse olarak ünlendi. Bordeaux Üniversitesi’nde hukuk, felsefe, klasik edebiyat, antropoloji ve politik bilimler okudu. Sınavla Dışişleri Bakanlığı’na girdi. 1916-1921 yılları arasında Çin’de Şanghay ve Pekin’de; 1921-1932 yılları arasında Aristide Briand’ın yanında sekreterlik, 1933’te dışişleri bakanlığı genel sekreterliği görevlerini yaptı. II. Dünya Savaşı’nda Alman işgaline karşı Fransız Direniş Hareketi’ni desteklediğinden 1940’ta Fransa’nın teslim olması üzerine ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Vichy hükümeti tarafından vatandaşlıktan çıkarıldı, mal varlığına ve bir kısmı yayınlanmamış yapıtlarına el konuldu, şiirleri yok edildi. Kısa sürelerle İngiltere ve Kanada’da bulundu, Archibald MacLeish aracılığıyla Kongre Kütüphanesi’ne (Library of Congress) Fransız edebiyatı danışmanlığına getirildi, Harvard Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1945 yılında yeniden vatandaşlık hakkı elde etmesine karşın 1957 yılına dek Fransa’ya dönmedi. 1960 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. Saint-John Perse başlangıçta Sembolizm (Simgecilik) etkisindedir, ancak zamanla geliştirdiği biçemde günlük konuşma dilinin dışında, kutsal metinlerdeki ve törenlerdeki anlatımı yolunu kullanan, bu nedenle retorik yanı ağır basan, alegori ve imge kullanımına sıkça yer veren bir yapı görünür; içerik olarak doğayı ve insanı yücelten şiirler yazmıştır.Tüm yapıtları aslında bir ‘insanlık ağıtı’dır, denilebilir.




BİR DÖNENCE İÇİN ŞARKI
Geçen akşam gök gürlüyordu, ve dört yanı mezarlık toprağın üstünde
çınlayışını duyuyordum
insana verilen bu yanıtın, kısaydı ve yalnızca bir çatırtıydı.

Dosttu gökyüzünün sağnağı, bizimleydi, Tanrı’nın gecesi, kötü
havamız oldu
ve sevgi, her yerde, kaynaklarına geri dönüyordu.

Biliyorum, gördüm: yaşam kaynaklarına geri dönüyor, yıldırım
gereçlerini topluyor terk edilmiş taş ocaklarında,
çamların sarı çiçektozu, teras köşelerinde birikiyor,

Ve Tanrı’nın tohumu gidip denizin mor plankton örtülerine
karışıyor.
dağınık Tanrı, bize katılıyor çeşitlilikte.

*

Efendimiz, yerin Sultanı, bakın kar yağıyor, ve gökyüzü çatışmasız,
toprak her türlü semerden bağışık:
Seth’in ve Saül’ün, Che Huang-ti’nin ve Keops’un toprağı.

İnsanların sesi insanlarda, bronzun sesi bronzda, ve dünyada bir
yerlerde
gökyüzünün avazsız, çağın niyetsiz kaldığı bir yerde

bir çocuk geliyor dünyaya kimsenin ne soyunu ne orununu bildiği ve
deha, güvenli vuruşlarla vuruyor saf bir alnın yüzeylerine.

Ey Toprak, Anamız, kaygılanmayın bu soy için: çağ hızlı, çağ yığın ve
yaşam gidiyor yoluna.
Biz ki kaynağımızı tanımadık ve dingin bir köy bulamayacağız ölümde,
bir şarkı yükseliyor içimizden:

Toprak’la insan arasında bir saatlik dönence.


Saint John PERSE


Çeviri: Samih RİFAT



CHRONIQUE’TEN
… Büyük çağ, işte geldik – insan ayaklarımız çıkışa dönük. İstifçilik
yetti artık, harmanımızı rüzgârlandırmak, şereflendirmek
zaman geldi.

Yarın büyük boralar meyveleri çalacaklar, şimşek iş başında olacak.
Göğün asası iniyor, toprağa damgasını vurmaya. Birlik kuruldu.

Ah! Mutlu azınlık da kalksın ayağa, yeryüzünün pek büyük ağaçları
kalksın, izinden gittiğimiz bir büyük ruhlar oymağı gibi… Ve
akşamın şiddeti insin, tatlılığın haberiyle insin, yıkıcı taşlardan
yollar, lavantayla aydınlanmış yollar üstüne…

O zaman, ambere takılmış en yüksek sapta, fildişi safirinin üstünde
Yarı çözük, en yüksek yaprağı titreyişi.

Hareketlerimiz şimşek bahçelerinde uzaklaşıyor…

Başkaları kursun yapıları, kayalar ve lavlar arasında. Mermerleri
başkaları diksen şehre.

Bizim için yüce macera türküyle başladı.Yeni elin açtığı yol ve
doruktan doruğa taşınan ateşler.

Harem türküleri değil, gece türküleri, yani Macar Kraliçesinin
türküleri değil, eski aile kılıçlarının aslı uçlarında kırmızı mısırlar
tanelenirken söylenmez.

Daha ağır türkü, başka kılıcın türküsü, şeref ve büyük çağ türküsü
gibi ve Ustanın türküsü, akşam vakti, ocak başında, yolunu
yapayalnız uçan Ustanın.

…Ocak, ruh önünde ruhun gururu, büyük ve mavi kılıçta büyüyen
ruhun gururu.


Saint John PERSE


Çeviri: Tahsin YÜCEL


DUVAR
Senin düş çemberini engellemek içindir karşıda uzanan duvar.
Fakat çığlıklanır imge.
Yağlı koltuğun bir kanadına dayalı başın.
yoklarsın dişlerini dilinle:yağın ve salçanın tadı
çürütürken diş etlerini.
Ve düşünü kurarsın adanın üzerindeki ak bulutların,
yeşil bir gün ışırken bağrında giz dolu suların.
…Sürgündeki özün teridir bu, tohumları uzun kılıflı
bitkilerin acı sızıntısı gibi, olgun mangrovların sinsi acılığı,
ve tohum kılıflarındaki kara nesnenin buruk sevinci gibi.
Bu ölü ağaç kovuklarındaki karıncaların yaban balıdır,
Yeşil bir meyvanın buruk tadıdır gün doğuşunda içtiğin;
havadır, sütlü ve tuzlu alizelerin tadınca..
Sevinç! Ey gökyüzünün yücelerine salınmış sevinç! Ak ketenler
ışıyor, otlar ve yapraklarla örtülü görünmez avlular ve uzun
bir günün yüzyılında boyanmış toprağın yeşil nimetleri….


Saint John PERSE


Çeviri: Mazhar CANDAN

NÂİBİN HİKÂYESİ
Yendin! Yendin! Kan ne güzeldi ve el başparmakla ve parmakla kılıcı
silen!..
Şeydi
aylar vardı. Ve biz sıcaktan yanıyorduk. Ellerindeki kafeslerde yeşil
kuşlarla kaçışan kadınlar hatırlıyorum; alay eden sakatlar ve
ülkenin en büyük gölünde takla atan durgun adamlar… Tek
gözlü bir deve üstünde çitlerin ardında koşan bir peygamber…
Ve insan meyveleriyle yüklü odun yığınları yıkılıyordu. Ve krallar
ölümün kokuları arasında çıplak yatıyorlardı. Ve kardeş küller
sıcaklığını yitirdiği vakit,
bu ak kemikleri topladık işte
buruk şarapta yıkanan.


Saint John PERSE


Çeviri:
İlhan BERK




ÖVGÜLER
Ey!.. Sen ey ne denli övsem yeri!
Sarı eller altındaki alnım,
andığın olur mu hiç o gece terlerini?
O ateşler içinde geçen yarı geceyi, o boş, anlamsız, o sarnıç tadında?
Sabah koylarında kişiyi şıkır şıkır oynatacak
O tiril tiril mavi tan çiçeklerini?
O sivrisinek vızıltısı gibi sessiz öğleyi,
Ve o renkler denizinden fırlatılan okları?..

Sen ey! Sen ey ne denli övsem yeri!
Çalgılı kocaman gemiler vardı rıhtımda;
bakam ağaçları dolu burunlar; ve pırıl pırıl yaban yemişleri…
Peki n’oldu rıhtımdaki o çalgılı kocaman gemiler?
Hurma dalları!.. O eski günlerde
Görülmez yolculuklara saplanmış, o pek saf bir deniz
meyvelikler üstünde kat kat yükselen bir gök örneği
gırtlağına dek dolardı; kuşlar, altın meyveler
ve mavi balıklarla.

O günlerde daha bir gösterişli doruklardan saçılan güzel kokular
bir başka çağlardan bir hava estirirdi;
ve o kalın kabuklarıyla pek böbürlenen
babamın bahçesindeki bir o tarçın ağacıyla
başı dönmüş bir evren, kendinden geçip sayıklardı.
(Ey… Sen ey denli övsem yeri! Ey tükenmek bilmez masal
ve ey bolluk sofrası!)


Saint John PERSE


Çeviri: Tahsin SARAÇ


ŞARKI
Atım durmuş kumrular dolu bir ağacın altında, öyle
pürüzsüz bir ıslık çalıyorum ki, hiçbir sözü tutmaz oluyor
kıyılarına karşı bütün bu akarsular. (Canlı yapraklar övünç
imgesidir sabahta)…

*

Ve üzgün olsa da kişi, gün doğmadan kalkıyor ve
çekine çekine ilgi kuruyor yaşlı bir ağaçla, çenesini son
yıldıza dayayıp, görüyor aç göğün dibinde sevince dönüşen
o büyük, duru şeyleri…

*

Atım durdu kuğuran ağacın altında, daha da pürüzsüz
bir ıslık çalıyorum… Ve erinç onlarla olsun, öleceklerse, ki
hiç görmediler bu günü. Ama kardeşim ozandan haberler var.
Pek tatlı bir şey yazdı gene. Ve bir iki bilen oldu bunu…


Saint John PERSE


Çeviri:
Sait MADEN








SÜRGÜN I.
Archibald Mac Leish’e

Kumlara açılan kapılar, sürgüne açılan kapılar,
Fenercilere anahtarlar ve eşik taşına serilmiş ay:
Siz, beni konuklayan, bırakın bana sırça köşkünüzü kumlardaki
Biliyor yaramızda mızrak demirlerini o alçı taşından yaz
Bir yer seçiyorum, ortada ve hiç, o kemik yığını gibi mevsimlerin,
Ve tüm kumsallarında yeryüzünün, bırakıp kaçıyor yanmaz yatağını,
o tüten tanrısal öz
Kendilerinden geçirmek içindir Tauride prenslerini, şu kasınmaları
şimşeğin.


Saint John PERSE


Çeviri: Tahsin SARAÇ




YAPITLARI
Éloges (Övgüler, 1911)
Anabase (Anabasis,1924)
Amitié du Prince (Hükümdarın Dostluğu, 1924)
Exile (Sürgün, 1942)
Poème l'Etrangère (Yabancı Bir Kadına Şiir, 1943)
Pluies (Yağmurlar, 1943)
Neiges (Karlar, 1944)
Vents (Rüzgârlar, 1946)
Œuvre Poétique (Toplu Şiirler, 1953)
Amers (Kerterizler,1957)
Chronique (Geçen Zaman/Tarihçe,1960)
Oiseaux (Kuşlar, 1962)
Œuvres Complétes (Toplu Yapıtlar, 1972)
Chant Pour Un Équinoxe (Bir Dönence İçin Şarkı, 1975)

KAVAFIS

Konstantinos KAVAFIS
Yunan şiir geleneğinin dışında kendine özgü bir şiir yaratan Yunanlı şair Konstantinos Kavafis 17 Nisan 1863'te İskenderiye'de doğdu, 29 Nisan 1933'te yine aynı kentte öldü. Tam adı Konstantinos Pétrou Kaváfis'tir. İstanbul'dan İskenderiye'ye göç eden bir Rum ailesinin dokuzuncu çocuğudur. Kavafis çocukluğunda bir süre ailesiyle birlikte İngiltere'de Londra'da kaldıktan sonra yeniden Mısır'a dönmüş, İstanbul'a, Paris'e, Londra'ya ve Atina'ya yaptığı kısa yolculuklar dışında yaşamının tamamını İskenderiye'de sürdürmüştür. İskenderiye'ye döndükten sonra Su İşleri Bakanlığı'nda uzun yıllar kâtiplik yapmış, İskenderiye Borsası'nda simsar olarak çalışmıştır. Ömrünün son yıllarında gırtlak kanserine yakalanan Kavafis yalnızlık içinde ölmüştür. İlk şiirleri 1903'te Yunanistan'da yayımlandı. Bir yıl sonra 14 şiirden oluşan ilk kitabını çıkardı. 1907'de Nea Zoe adlı edebiyat dergisinin çevresinde toplanan genç sanatçılarla ilişki kurdu. 1910'da birinci kitabını 12 şiir ekleyerek yeniden yayımladı. 1911'den ölümüne dek şiirlerini dergilerde yayımlayan Kavafis'in 154 şiiri toplu olarak 1935'te yayımlanabildi. Bütün şiirleri 1963'te gün yüzü görebildi. En önemli şiirlerini 40 yaşından sonra yayımladığı için kendisini "yaşlılığın şairi" olarak nitelendirmiştir.

Kavafis Hıristiyanlığa, milliyetçiliğe ve heteroseksüelliğe ilişkin geleneksel değerleri reddetmiş, şiirlerinde Roma, Bizans ve Helenistik dönem tarihlerinden yol çıkarak yarattığı dramatik atmosfer içinde güncel olanı lirik bir dille ele almıştır. Kullandığı dil, klasik kurallara bağlı kalınarak geliştirilmiş gösterişli ve incelikli Katharevusa ile halkın konuştuğu Demotikos'un özgün bir karışımıdır. Tarihsel olarak nitelendirilen şiirlerinde kendi özgün kişiliğini başka başka karakterlerin ağzından konuşturarak ince alaycılığa denk düşen dramatik bir anlatımı oluşturmuştur. Düzyazının sınırında duran şiirlerinde içtenlik ve gerçekçilik egemendir, şiirin bütünü tek bir imge olarak yer alır.

ANIMSA, BEDEN

Anımsa, beden, ne denli sevilmiş olduğunu değil yalnızca,
o uzanmış olduğun yatakları değil yalnızca,
ama o arzuları da anımsa: Gözlerde
senin için sakınmadan parıldayanları
ve senin içinde titreşen arzuları
ve bir engel yüzünden gerçekleşmemiş olanları.
Şimdi her şeyin geçmişte kaldığı şu anda
kendini vermiş gibisin neredeyse bu arzulara--
nasıl parıldarlardı, anımsa, o sana bakan gözlerde,
nasıl titreşirlerdi senin içinde, anımsa, beden.


1918

Constantino KAVAFİS

Çeviri : Herkül Millas ve Özdemir İNCE




BARBARLARI BEKLERKEN
Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

Neden hiç kıpırtı yok senatoda?
Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
Senatörler neden yasa yapsınlar?
Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.

Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,
şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,
başında tacı, törene hazır?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.
Bir de koca ferman hazırlatmış
ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.

İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle
işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?
Neden böyle yakut bilezikler, parlak,
görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?
Ellerinde neden böyle altın,
gümüş kakmalı asalar var?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.

Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,
neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere.

Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın dönüyor evine?

Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.


Constantino KAVAFİS


Çeviri:
Cevat ÇAPAN


BARBARLARI BEKLERKEN
-Pazar yerine toplanmış ne bekleşiyoruz böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün.

-Bu ne durgunluk Senatoda
neden yasamaz olmuş senatörler?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Yasamanın gereği var mı?
Barbarlar yasa koyarlar gelince.

-Neden İmparatorumuz böyle erken kalkmış;
başında tacı, duruşunda bu törensizlik,
ne yapıyor kentin en büyük kapısında?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Başbuğlarını İmparator
karşılamaya çıkmış.
Buyrultu bile çıkarmış diyorlar,
ona nicelikler, ayrıcalıklar bağışlayan.

-Neden iki konsülümüzle yargıçlarımız
kırmızı, süslü kaftanlar içinde çıkmışlar?
Neden yakut bilezikler, parlak
zümrüt yüzüklerle bezenmişler?
Altın, gümüş kakmalı asalarıyla
ne yapacaklar böyle.

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarların böyle şeyler pek hoşuna gidermiş.

-Nerde ünlü söylevcilerimiz,
neden konuşmuyorlar?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarlar güzel sözlere kulak asmaz ki.

-Nedir bu birdenbire doğan tedirginlik,
bu kargaşa? (Nasıl da asılıverdi suratı herkesin!)
Sokaklar, alanlar neden böyle çabuk boşalıyor,
neden dalgın dönüyor evine herkes?

Gece oldu, Barbarlar gelmedi de ondan.
Sınırdan dönen birtakım kimselerse
Barbarlar yok artık, diyorlar.

Peki, şimdi Barbarlarsız ne yaparız biz?
Ne de olsa çıkar bir yol demeti onlar.


Constantino KAVAFİS


Çeviri: İonna KUÇURADİ - A.Turan OFLAZOĞLU


DUVARLAR
Düşünmeden, acımadan, utanmadan
kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.

Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan.
Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda;

oysa yapacak bunca şey vardı dışarda.
Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.

Ama ne duvarcının gürültüsü, ne başka ses.
Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.

(1896)

Constantino KAVAFİS


Çevirenler : Herkül MİLLAS ve Özdemir İNCE



KENT

"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.

Constantino KAVAFİS

Çeviri : Herkül Millas ve Özdemir İNCE


KALELER

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
yüksek kaleler kurmuşlar dört yanıma.

Umutsuzluk içinde böyle hep
bir şey düşünmez oldum alınyazımdan başka.

Dışarıda görülecek bir sürü işim vardı
ben nasıl sezmedim kaleler kuruldu da.

Ses seda işitmedim çalışan işçilerden
habersiz kapadılar beni dünyanın dışına.

(1896)


Constantino KAVAFİS


Çevirenler : Ionna KUÇURADİ ve A.Turan OFLAZOĞLU

TANRININ ANTONIUS'U BIRAKMASIDIR
Birdenbire duyarsan geceyarısı
görünmeyen bir alayın geçtiğini
eşsiz ezgilerle, seslerle-
artık boyun eğen yazgına başarısız
yapıtlarına, tasarladığın işlere
hepsi aldanışlarla biten-
ağlamayasın boş yere.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
hoşçakal de ona, giden İskenderiye'ye.
Hele kendini aldatmayasın demeyesin:
bu bir düştü, kulaklarım iyi duymadı;
böyle boş umutlara eğilmeyesin.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
böyle bir kente erişmiş sana yaraşırcasına,
kesin adımlarla yaklaş pencereye,
dinle duygulanarak, ama
yanıp yıkılmalarıyla değil korkakların-
son bir kez, dinle doya doya ezgileri,
o gizli alayın eşsiz çalgılarını,
hoşçakal de ona, yitirdiğin İskenderiye'ye.



Constantino KAVAFİS

Çeviri : Ionna KUÇURADİ ve A.Turan OFLAZOĞLU









YAPITLARI
Poiemata (Şiirler, 1952, ö.s.)
TÜRKÇE'DE KAVAFİS
Seçme Şiirler - Konstantinos Kavafis, Çevirenler: Erdal Alova - Barış Pirhasan - Marianna Yerasimos,Yön Yayınları, İstanbul, 1992
Barbarları Beklerken, Konstantinos Kavafis, Çevirenler : Erdal Alova - Barış Pirhasan, İmge Kitabevi Yayıncılık, Ankara, 1997
Konstantinos Kavafis Bütün Şiirleri, Çevirenler: Herkül Millas- Özdemir İnce,Varlık Yayınları, İstanbul,1998
Tensel Haz, Konstantinos Kavafis, Çevirenler: Erdal Alova - Barış Pirhasan, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, 2000
Bir Başka Deniz Bulamazsın, Konstantinos Kavafis, Adam Yayıncılık, İstanbul, 2003
Bütün Şiirleri, Konstantinos Kavafis, Çevirenler: Herkül Millas, Özdemir İnce, Varlık Yayınları, İstanbul, 2005


THE CITY
You said, "I will go to another land, I will go to another sea.
Another city shall be found better than this.
Each one of my endeavors is condemned by fate;
my heart lies buried like a corpse.
How long in this disintegration can the mind remain.
Wherever I turn my eyes, wherever I gaze,
I see here only the black ruins of my life
where I have spent so many years, and ruined and wrecked myself."
New places you shall never find, you'll not find other seas.
The city still shall follow you. You'll wander still
in the same streets, you'll roam in the same neighborhoods,
in these same houses you'll turn gray.
You'll always arrive at this same city. Don't hope for somewhere
else;
no ship for you exists, no road exists.
Just as you've ruined your life here, in this
small corner of earth, you've wrecked it now the whole world
through.


Constantino KAVAFIS


Herkül Millas ve Özdemir İNCE çevirisi ile Kent

AHMED ŞAMLU




Yirminci yüzyıl İran Fars şiirinin doruğu kabul edilen şair, öykücü, romancı, oyun yazarı, çevirmen, gazeteci, dergi yayımcısı, eleştirmen Ahmed Şamlu 12 Aralık 1925'te Tahran'da doğdu, 24 Haziran 2000 tarihinde yine Tahran'da yaşamını yitirdi. Çocukluk yıllarında asker olan babasının görevi nedeniyle ülkesinin dört bir yanını gezdi. Lisede okurken siyasi etkinliklerinden dolayı dört yıl tutuklu kaldı (1941-45). 1946'da idam mangasının önüne çıkarıldı, son anda hükümetin affıyla serbest bırakıldı. Sokhane Nov (Yeni Söz, 1948), Rouzane (Pencere, 1950), Bamshad (1956) dergilerini çıkardı. 1952'de Macaristan'a gitti, burada iki yıl İran Büyükelçiliği Kültür Müşaviri olarak görev yaptı.1974-1979 yıllarında birçok uluslararası konferansa katıldı; Avrupa ve Amerika'nın çeşitli üniversitelerinden çağrılar aldı. Avrupa ve Amerika'da yaptığı okuma turneleriyle şiirini dünyaya tanıttı. 1990'lı yıllarda hükümetin baskı ve sansürlerine karşı imzaladığı bir ''aydınlar dilekçesi'' nedeniyle baskılara uğradı. Kitaplarının yayımlanması yasaklandı. Yaşamının son yıllarını Tahran'ın 50 kilometre uzağındaki bir yayla köyünde sürdürdü, diyabet hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi.

ŞİİRLERİ


AŞIKANE
"Seni seviyorum" diyen o
hüzünlü bir ozandır
şarkılarını yitirmiş
Bin neşeli tarlakuşu
gözlerinde
bin suskun kanarya
boğazımda
Aşk konuşabilseydi keşke
"Seni seviyorum" diyen o
üzüntülü bir gecenin kalbidir
ayışığını arayan
Konuşabilseydi keşke aşk
Bin gülen güneş
adımlarında
bin ağlayan yıldız
arzularımda
Aşk konuşabilseydi keşke.
Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK



AYDA'YA DÖRT ŞARKI

I



AYLAK ADAMIN ŞARKISI



Şu yol kıvrımında

kavurucu bekleyişte

bir gölgelik yapmalıyım ağaç ve taştan.

Çünkü nihayet

umut

gecikmiş bir seferden dönüyor geri.

Öyle bir zamanda ki

yazık!

Ne başımda bir dam

Ne ayağımın altında

bir kilim



***



Kavrulmasın güneşten diye

bir testi yok

su vermek için

ve yorgunluk atacak

bir yastık yok

oturmam için

***



Dört gözle beklediğim yolcu

çıkagelecek apansız.



Ey tüm umutlar

şu damı çatmakta

güç verin bana!



Ordibehişt (13)42/Mayıs 1963



II

BİR DOSTUN ŞARKISI



Kimsin sen ki

böyle

güvenip

söylüyorum

adımı sana;

evimin anahtarını

koyuyorum avucuna;

mutluluk ekmeğimi

paylaşıyorum seninle

ve yanına çöküp

dizinde

böylesine huzurlu

dalıyorum uykuya?



III



Hangi iblis

vesvese veriyor sana

böyle

hayır demek için?

Yok, bir melekse

hangi şeytanın tuzağından

haberdar ediyor

böyle?

Bir kuşku mu var?

Yoksa

gurbet için bir dostun yurduna

indiğin

son ayak seslerin mi?





Ordibehişt (13)42/Mayıs 1963





Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Prof.Dr. Mehmet KANAR




ATEŞTEKİ İBRAHİM'İN ŞARKISI

Alacakaranlığın kanlı göçüğünde

bir başka adam var.

Toprağı yeşil istiyordu

ve aşkı en güzel kadınlara yaraşır.

Onun gözünde

bu

değildi o kadar da değersiz bir hediye

toprağa ve taşa yaraşacak.

Ne adam! Ne adam!

Diyordu ki

kalbe yaraşan

aşkın yedi kılıcıyla

kan içinde kalmak

ve gırtlağa yaraşan

en güzel adları

söylemek.

İşte böyle bir aşktı demirdağın arslanı adam

yazgının kanlı meydanından

Aşil gibi geçti.

Bir çelik vücutlu:

ölümünün sırrı

aşk kederi ve

yalnızlık gamıydı.

***

"Âh, gamlı İsfendiyar!

Senin için iyisi

gözlerini kapamak!"



"Değil mi;

Biri

yetmez miydi

kaderimi yazmaya?

Yalnız olan ben

etmedim feryat!

Gömülmeye

razı oldum

ben.

Bir sestim ben

-şekiller içinde bir şekil-

ve bir mânâ buldum.



Ben vardım

ve ben oldum;

ne bir gül goncası

ne bir kök sürgünü

ne ormandaki bir tohum

Tıpkı

gökyüzünün secde ettiği

şehit

bir halk adamı gibi.

***

Değildim ben

başı önde zavallı bir kulcağız

ve benim cennetim

itaat ve alçakgönüllülüğün patika yolu

değildi.

Başka tanrı gerekliydi bana

çaresizlik azığına

boyun eğmeyecek

bir kula yaraşan.



Ve başka bir

tanrı

yarattım."

***

Yazık! Demirdağın arslanı!

Sen vardın

ve bir dağ gibi

düşmeden yere

sızlanmadan, kararlı

ölmüştün.

Ama ne tanrı, ne şeytan.

senin yazgını

bir put yazdı

başkalarının taptığı.

Başkalarının

taptığı

bir put.





Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Prof.Dr. Mehmet KANAR





AYNA BAHÇESİ
Elimde fener
Karşımda fener:
Karanlığa karşı savaşa gidiyorum.
Yorgunluk beşikleri
gelip gitmelerin çekişmesinden
duraksamışlar
Ve derinliklerden bir güneş
Küllenmiş evrenleri
aydınlatıyor.

Yıldırımın asi haykırışı
Sabırsız bulutun rahminde
döllendiği an
Ve üzüm ağacının suskun acısı
Ufak koruğun
Uzun sarmalın sonunda
filizlendiği an
bütün haykırışım
acılardan kaçmaktı.
Çünkü ben,
en korkunç gecelerde
güneşi
umutsuz dualarımla istemiştim.

Güneşlerden geldin
seherlerden.
İpeklerden ve
aynalardandın sen.

Tanrının ve ateşin olmadığı boşlukta
bakışını ve güvenini istemiştim
umutsuz bir duada.
İki ölüm arasında
iki yalnızlığın boşluğunda
ciddi bir akış.
[İşte senin bakışın ve güvenin böyledir!]

Senin sevincin
acımasız ve ulu
boş ellerimde nefesin
şarkı ve yeşillik.

Kalkıyorum!
Elimde fener
gönlümde fener
ruhumun pasını saydamlaştırıyorum
senin aynanın karşısına
ayna koyuyorum
senden sonsuzluk yaratayım diye.




Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Zahra DEMİRCİ - Sobhi BABEK





EŞİKTE

Sakın
Güneşin sarı benzine
dalıp
bakma

Büyüler
seni.
Gözlerine ellerini siper et
Gökyüzüne bakarken
Göçmen turnaları
Göreceksin
yükseklerde
Mevsimlerin kavşağında
Rüzgârların geçidinde
Güneye doğru
Uçarlarken.

* * *

Ellerin
Gözlerinin kalkanı olsun
Sarı benizli güneş
Bakışını
Büyülemesin
Göçmen turnaları
Gör de
Kanat kanata
Denizleri aşarken
Denizlerden
Dağlara
Gururlu dik dağlara
Islak saman yüküne
Tarlanın kuru sofrasına
Kargaların kargaşasına
terk edilen harman yerlerinde
Geleneklere
Göreneklere
Ülkelere
Ve seni fersiz damına
Başına
Ve üzgün gövdene
Çöktüğün kedere

Ve böylece
Zindanda geçen yıllarına
Ve turnaların kanatlarındaki son kızıllık
Batan güneşin ateşinde
Kül olacak

Orda sen
Kederi göreceksin
Uzayan gölgesiyle
Batan güneşle birlikte
titreye
titreye

Ereğe erişir
Ve senin yanında
Pencere kıyısına ilişir
O
Senin sayrılı, beyaz ellerine
Yaşlı ellerine...

Ve batan güneşi
Kara Kanadını...



Ahmed ŞAMLU

Çeviri : İldeniz KURTULAN










GENEL AŞK
Gözyaşları bir sırdır
gülümseme bir sır
ve bir sırdır aşk.

Aşkımın gülümsemesiydi
gözyaşları, o gecenin.

*

Öykü değilim anlatasın,
nağme değilim söyleyesin,
ses değilim işitesin
değilim öyle bir şey
ki göresin
ki bilesin

ortak bir acıyım ben
haykırsın beni, sesin.

*

Ağaç ormanla konuşuyor
ot ovayla
yıldız kâinatla
ve ben
seninle konuşuyorum

Adını söyle bana
elini ver bana
lafını söyle bana
kalbini ver bana

ben köklerini anladım senin
senin dudaklarınla konuştum tüm dudaklara
tanıdık ellerimle ellerin.

*

Aydınlık tenhalarda seninle ağladım
yaşayanlar için
karanlık mezarlıklarda seninle söyledim
en güzel şarkıları
çünkü bu yılın ölüleri
en aşık yaşayanlardı.


*


Ellerini ver bana
tanıdık ellerimle ellerin
ey, geç bulunmuş!
seninle konuşuyorum
bulutun tufanla
otun ovayla
yağmurun denizle
kuşun baharla
ağacın ormanla konuştuğu gibi

köklerini anladım senin, çünkü
çünkü
tanıdık sesimle sesin.




Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK




KARA ŞARKI
Kurşunî bir şafakta
Atlı duruyor, sessiz
Atının uzun yelesi uçuşuyor rüzgârla
Tanrım, Tanrım
Atlılar durmamalı
Çalarken, tehlike çanları
Yanmış çitin yanında
Kız duruyor, sessiz
İnce eteği oynaşıyor rüzgârla
Tanrım, Tanrım
Kızlar sessiz kalmamalı
Yaşlanırken, umutsuz ve yorgun adamları
Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK




ÖVGÜ VE ŞÜKÜR İÇİN BİR ŞARKI
Öpücüklerin
bahçenin geveze serçeleri
ve memelerin
dağların peteği
ve tenin
ölümsüz bir sırdır
yüce tenhalarda
bana fısıldanan.
Tenin bir bestedir
ve tenim bir söz
ona yerleşen bir şarkı olsun diye:
sonsuzluk (sürekliliğin nabzını atan)
Bakışlarında tüm sevgiler:
Yaşamayı müjdeleyen bir ulak
Suskunluğunda tüm sesler:
Var olmayı tecrübe eden bir haykırış.
Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK





ÖLÜMDEN...
Ölümden korkmuş değilim hiç
pespayeliğinden
kırılgan gerçi
elleri.
Tek korkum
insan özgürlüğünün
mezarcının ücretinden
ucuz olduğu
bir ülkede
ölmek.

Aramak
bulmak ve
karar vermek
özgürce
ve
bir
kale yapmak
kendi özünden.
Değil mi ki ölüm daha
değerli bütün bunlardan
hiç ama hiç korkmuş
değilim
ölümden ...




Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOP




VARTAN'IN ÖLÜMÜ

"-Bak!! gülümsedi bahar, erguvan tomurcuk verdi
evde, pencerenin altında, çiçeklendi yaşlı yasemin
boş ver hayalleri
var olmak yok olmaktan iyi
baharda hele....."

Vartan konuşmadı
başı dik
öfkeli
sıktı dişini
ve
gitti

*

"Vartan !! konuş!!
Sessizliğin kuşu
korkunç bir ölüm yavrusu
kuluçkasında..."

Vartan konuşmadı
güneş gibi
çıktı karanlıktan
kana boğuldu
ve
gitti

*

Vartan konuşmadı
yıldızdı sanki
parladı zulmette
kaydı
ve
gitti

*

Vartan konuşmadı
Vartan menekşeydi sanki
çiçek açtı
"-kış bitti": müjdeledi
ve
gitti






Ahmed ŞAMLU

Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK






Türkçe'de Ahmed ŞAMLU
Ova Büsbütün Sis, Ahmed Şamlu, Çeviri: Zahra Demirci, Sobhi Babek, İyi Şeyler Yayıncılık İstanbul,1998
Bana Aydınlıktan Söz Et, Ahmed Şamlu, Çeviri: Haşim Hüsrevşahi, Adam Yayınları, İstanbul, 2000
Ey Aşk, Ey Aşk Mavi Yüzün Görünmüyor,Ahmed Şamlu,Çeviri: Cavit Mukaddes, YKY Yayınları, İstanbul, 2004
YAPITLARI
1948 Forgotten Melodies (Unutulmaz Ezgiler)
1954 Steel and Emotion (Çelik ve Duygu)
1958 Fresh Air (Temiz Hava-Yeni Soluk)
1961 Garden of Mirrors (Aynaların Bahçesi)
1964 Moment and Eternity (Cevher ve Sonsuzluk)
1965 Ayda in the Mirror (Aynadaki Ayda)
1966 Ayda, Tree, Dagger, and Memories (Ayda, Ağaç, Hançer ve Anılar)
1969 Of Air and Mirrors (Havadan ve Aynalar)
1969 Odes for the Earth (Dünyadan Şiirler)
1967 Phoenix in the Rain (Yağmurda Simurg/Yağmurda Kaknüs)
1970 Dust Elegies (Toprak Ağıtları)
1971 Blossoming in the Fog (Siste Çiçek Açma)
1973 Ebrahim in the Fire (Ateşteki İbrahim)
1977 Dagger in the Dish (Tabaktaki Hançer)
1978 Tale of Mother Sea's Daughters (Deniz Ananın Kızlarının Öyküsü)
ÖDÜLLERİ
1999 Uluslararası Stig Dagerman Şiir Ödülü

GOETHE







Johann Wolfgang Von GOETHE

Alman şair, tiyatro yazarı ve romancı, Alman edebiyatındaki Coşkunluk akımının (Sturm und Drang) ve Klasik Dönem'in Schiller'le birlikte en önemli temsilcisi. 28 Ağustos 1749'da Frankfurt am Main'da doğdu, 22 Mart 1832'de Weimar'da öldü. Varlıklı bir ailenin oğluydu, Leipzig ve Strasburg'da hukuk öğrenimi gördü. Strasburg'da tanıştığı Herder'in yardımıyla Shakespeare'in yapıtlarını okudu,
öğrenimini bitirip Frankfurt'a dönünce kendini edebiyata verdi.


AVCININ AKŞAM ŞARKISI
Yürüyorum kırda sessiz, yabanıl
Elimde tüfek sürüne sürüne;
Gözlerimde senin ışıklı yüzün,
Tatlı hayalin gülümsemede.

Gezmedesin sen şimdi, sevimli
Kırlar içinde vadilerde;
Ah, benim uçup giden hayalim
Bilmem görünür mü sana bir kere?

Görünür mü yaslı gamlar içinde
Diyar diyar gezen bu hayal sana?
Yanında ayrı düştüğü için
Yürür giderken ufuktan ufka.

Yalnız seni kurar, seni görürüm
Yüzün sanırım bakınca aya
Bir sessiz güven kaplar içimi
Ah, bilmem ki ne hal oldu bana?


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU



DİNMEYEN AŞK
Bakmadan kara,yağmura,
Göğüs vererek rüzgâra,
Kayalar içinde ıslak,
Sisleri aşıp koşarak,
Sevmek, bıkmamak sevgiden!
Dinlenmeden, ara vermeden!

Ömrün tadını, neşesini
Taşımadansa boş yere
Ben ıstırabı, acıyı
Üstün tuttum sevinçlere,
O yakınlık duygusunu,
Gönülden gönüle akışı;
Ah bir şeye benzemez
İnsanı yaratır acı!

Nereye kaçayım, nereye?
Ormanlara mı, ırağa mı?
Boşuna her şey, boşuna!
Huzura varmayan neşe
Ey aşk! Her şeyin başı!


Johann Wolfgang Von GOETHE



GECE ŞARKISI
Ah, o yattığın yumuşak yastıkta
Şöyle kulak ver bana rüyanda,
Başucunda çaldığım şarkıyla
Uyu rahatça, ne istersin daha?

Başucunda çaldığım şarkıyla
Gökteki yığın yığın yıldızlar
Ölümsüz duyguyu mutlulamada;
Uyu rahatça, ne istersin daha?

Ölümsüz duyguyu mutlulamada
Yeryüzündeki gürültülerden
Yüceltmede beni gökler katına;
Uyu rahatça, ne istersin daha?

Yeryüzündeki gürültülerden
Ayırırsın beni çok uzaklara
Bağlarsın beni o serinliğe
Uyu rahatça, ne istersin daha?

Bağlarsın beni o serinliğe
Şöyle kulak verip bana rüyanda,
Ah, o yattığın yumuşak yastıkta
Uyu rahatça, ne istersin daha?


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU

GEZGİNİN GECE ŞARKISI
Sen ki göklerden gelensin
Bütün ferahı, acıyı dindirensin,
Kat kat kederli olana
Kat kat sevinç veresin,
Ah, bıktım artık sürüklenmekten!
Bütün bu acılar, sevinçler niye?
Ey tatlı sükûn,
Gel, ah, gel artık göğsüme!


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU




İNSANLIĞIN SINIRLARI
Eğer o eski
Mübarek Tanrı,
Devrilip dönen
Bulutlar üstünden
Mutlu şimşekler
Serperse yere;
Kalbimde çocuksu
Bir bağ ve korku,
Öperim sarılıp
Eteklerini.

Çünkü bir insan
Mutlu Tanrılarla
Ölçmesin kendini.
Kalkıp yerinden
Değerse başıyla
Yıldızlı göklere,
Kurtulur ayağı
Bastığı topraktan
Eğlenir yel, bulut
Bu hevesiyle.

Fakat o, kemiği
Etiyle yiğitçe,
Durarak basarsa
Bu sağlam yapılı
Dünyanın böğrüne;
Yetişmez o zaman
Benzetmek kendini
Bir asma dalına
Yahut meşeye

Nedir ayıran
Tanrıyı kişiden?
Sayısız dalgalar,
Durmadan değişen,
Ölümsüz bir akış:
Bir dalga kaldırır,
Bir dalga yok eder
Ve bizi batırır.

Küçücük bir çember
Sınırlar bu ömrü.
Sayısız nesiller
Durmadan dizilir
Daima var olan
Bu sonsuz zincire.


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU



PERİLERİN ŞARKISI
Geceyarısında, dalınca uykularına insanlar,
Gösterir bize yüzünü ay
Ve yıldız ışıklarını
Dolanır, şarkılar söyleriz
Ve bu anlarda ancak severek dansederiz.

Geceyarısında, dalınca uykularına insanlar,
Çayırlarda, su çiçeklerinin yanında
Ararız yerimizi biz
Dolanır, şarkılar söyleriz
Ve dansını ederiz bir rüyanın.


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Oğuz AKALIN


SEVGİLİ YAKINLIĞI
Seni hatırlarım sulara günün
Şavkı vurunca;

Seni hatırlarım, dalgalara ay
Renkler verince.

Seni görür gözüm uzak yollarda
Tozlar kalkarken;

Derin gecelerde, dağ yollarında
Yolcu titrerken.

Seni işitirim, boğuk seslerle
Su yükselince;

Kırlarda sükûtu dinlerim gece
Her şey susunca;

Uzakta da olsan, ben yanındayım,
Sen yanımdasın.

Gün söner,yıldız ışır gökte, ah!
Burda olsaydın.


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU

UZAKTAKİ SEVGİLİYE
Seni kaybettiğim, söyle gerçek mi?
Ey güzel bırakıp beni gittin mi?
Her name, her söz kulaklarımda
Hâlâ bugün gibi çınlayıp durmada.

Bir yolcu nasıl bakışlarıyla
Delmeye çalışırsa mesafeyi,
Nasıl keşf için uğraşırsa
Havada gizlice şakıyan serçeyi;

Öyle aranıyor gözlerim durmadan
Tarlayı, çalıyı, ormanı tekrar;
Ey güzel sevgilim, dön artık bana!
Seni çağırıyor söylediğim şarkılar!


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU

ZÜLEYHA'YA
Seni kokulariyle okşamak için,
Artırmak için sevincini,
Sayısız güller goncalanırken
Alevler içinde yakmalı içini.

Bana baştanbaşa bir dünya gerek
Bir şişeceğim olması için
İçinde kokular ölümsüz kalan
Parmakların kadar ince ve narin.

Bir dünya ki hayat coşkunluğundan
Taşıp kabaran arzularla
Bir ceza olmuş bülbüllerin
Sevgilerine, şarkılarına.

Bu acı azap mı vermeli bize.
O iken artıran neşemizi.
Mahveden, ruhlar değil mi, binlerce,
Timur'un şanını, ülkesini.


Johann Wolfgang Von GOETHE


Çeviri: Selâhattin BATU




YAPITLARI
Anette-Lieder (Anette İçin Şarkılar, 1765-1768)
Die neuen Lieder (Yeni Şarkılar, 1770)
Römische Elegien (Roma Ağıtları, 1789)
Westöstlicher Diwan (Doğu Divanı, 1819)
Marienbader Elegien (Marienbad Ağıtları, 1823)


Goethe’nin Kısa Yaşam Öyküsü
Johann Wolfgang von Goethe 28 Ağustos 1749’da Frankfurt-Main’de doğdu. 22 Mart 1832’de Weimar’da öldü. Şiir, oyun, roman ve denemeler yazdı. Doğa bilimleriyle uğraştı; insan anatomisi ve botanik konularında araştırmalar yaptı. Babası varlıklı bir hukukçu, annesi ise bir memur ailesinin kızıydı. Kültürlü bir adam olan babası daha çocukken Goethe'ye Latince, Yunanca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğretti. 1765’te hukuk öğrenimi yapmak için Leipzig’e gitti. Oradayken şiir ve oyun yazmaya başladı. Hukuk öğrenimini tamamlamak için Strasburg’a gitti. Orada geçirdiği bir buçuk yılda gerçek edebiyatçı kimliğini buldu. Ünlü düşünür Herder’le dostluk kurdu. Halk edebiyatıyla ilgilendi, Alman gotik sanatını yakından tanıdı. 1775’te tanıştığı Weimar Dükü Karl August, onu özel elçilik danışmanı yaptı. Maden ocakları ve ormanların denetimini üstlenen Goethe, doğabilim araştırmalarına yöneldi. Kendinden daha yaşlı bir soylu kadın olan Frau von Stein’a aşık oldu. Weimar’da on yıldan fazla kalan Goethe, 1786’da oradan ansızın ayrılıp Roma’ya gitti. Çok etkilendiği İtalya’da iki yıl geçirdi. İki yıllık İtalya seyahati sonrası:” O zengin mimarisiyle biçimli İtalya’dan, biçimsiz Almanya’ya dönmüştüm; sonsuz maviliklerin yerine, kapalı, karanlık gökler uzanıyordu üzerimde. Dostlarım beni yanlarına çekecek, avutacakları yerde, beni üzüyor, ne yapacağımı bilemez hale getiriyorlardı. Uzaktaki en önemsiz bir şeyden hayranlıkla konuşsam ya da elimden ve gözümden kaçırdıklarımdan dert yansam, bunu kendilerine hakaret diye alıyor, gocunuyorlardı. Hiçbiri duygularımı paylaşmaya yanaşmıyor, hiçbiri benim konuştuğum dili anlamıyordu.(2)” diyerek, duygularını dile getiriyordu.
1788’de yine Weimar’a döndü. Christiane Vulpius’la evlendi, bir oğlu dünyaya geldi. 1794’de Schiller’le tanıştı, dost oldular. 1805’te Schiller’in ölmesiyle, Goethe’nin sanat yaşamında bir dönem son buldu. Bundan sonraki yapıtları gerek dil, gerekse biçem açısından farklı oldu.
Türkçeye çevrilen bazı yapıtları şunlar: İtalya Seyahati, Faust (I,II), Genç Werther’in Acıları, Ormanda Bir Mahkeme, Seçme Mektuplar, Seçme Şiirler.



Goethe’nin Evrenselliği
Entelektüel: Bilim, teknik ve kültürün değişik dallarında özel öğrenim görmüş kişi, aydın. Bu bağlamda Goethe’nin yaşamına baktığımızda, bu tanım adeta Goethe’yi anlatmak için yapılmış sanki. Goethe’nin yaşamını derinlemesine inceleyen edebiyat tarihçileri, yapıtlarıyla olduğu kadar, Goethe’nin seksen üç yıllık uzun yaşamının bütününde entelektüel boyutu ve evrensele ulaşmada gösterdiği çabayı saptamışlardır.
Sözlüğe göre evrensel: Dünya ölçüsünde, dünya çapında; Prof.Gürsel Aytaç’a göre ise: Evrensel, dünya ölçüsünde olana, yani zaman ve mekân kavramlarını aşan değerlere verilen bir sıfattır.
Bir insan aldığı eğitimle entelektüel olabilir; ancak, bir insanın evrensel boyutta yapıtlar üreterek evrenselleşebilmesi için Goethe gibi hayatı boyunca kendini sürekli yetiştirmesi, hayatı çok çeşitli yanlarıyla dolu dolu yaşaması gerekir. Fransız-Alman savaşı sırasında Rusya, Müslüman Türk asıllı askerleri Almanya’ya destek amacıyla göndermişti. Goethe bu askerlerle Weimar’da dostluk kurmuş
ve İslamiyete olan ilgisini bilgi ve yaşantılarla zenginleştirmiştir. 23 yaşında yazdığı Mahomets Gesang adlı şiirinin ardından WestÖstlicher Diwan’ın yazarı olarak “kendisinin bir Müslüman olduğu zannını” reddetmediğini söylemesi ilginçtir.
Öte yandan Almanya’nın Fransızlar tarafından işgali karşısında, halkın coşkulu milliyetçi savaşkan havasına katılmadığı gibi savaş ve kahramanlık şiirleri de yazmamış, ayrıca oğlu August’u savaşmaya göndermemiştir. Goethe’ye göre:”Milli kin en alt kültür basamağına özgü olup, bir başka kültür basamağında bu duygu silinip yok olur.”
Politika ve realizmin her güzel edebiyatı ve sanatı öldürdüğüne inanan Goethe’ye göre :”Sanatın en yüksek amacı güzelliktir ve en son etkisi de zarafet duygusudur.” Sanatta biçim-konu-içerik ilişkisi onun üzerinde fazlasıyla durduğu bir noktadır. Ona göre, konudan ve biçimden zevk almak, okuyucunun kültür düzeyiyle ilgilidir. “Konuyu herkes önünde hazır görür, özünü ise ancak ona bir şeyler katabilen bulur. Biçimse, çoğunluk için bir sırdır.”der. Biçem, gerçek bir metodun sonucu,bireyi, türün ulaştırabileceği en yüksek noktaya yükseltiyor, bu yüzden de tüm büyük sanatçılar en iyi yapıtlarında birbirlerine yaklaşıyorlar. Böylece sanatın en yüksek düzeyinde usta sanatçılar arasında bir yakınlaşma keşfeden Goethe “Weltliteratür”(dünya edebiyatı) kavramına ulaşır. Bugün “klasik” terimiyle ifade ettiğimiz evrensel edebiyat işte Goethe’nin ‘Weltliteratür’ kavramıyla ortaya çıkmıştır. Bu konudaki düşünceleri şöyledir:”Tekrar edelim ki, milletlerin aynı biçimde düşünmeleri gerektiğinden söz edilemez; yalnız onlar birbirinden haberdar olmalı, birbirini anlamalı ve karşılıklı birbirlerini sevmek istemeseler de hiç olmazsa birbirlerine katlanmayı öğrenmelidirler.”
Edebiyatın dünya barışına katkısı konusunda bu insancıl inanç yabana atılacak bir şey değildir.19.yy.ın ilk yarısında dünya edebiyatı düşüncesini öne sürüp bunu uluslar arası anlaşma, birbirini tanıyıp, hoşgörü kazanmada yardımcı görmek Goethe’nin evrensel boyutlarının bir dayanağıdır. Onun dünya edebiyatından umduğu bir başka yarar da sanat düzeyinin yükseltilmesidir.
Goethe’nin üzerinde durduğu diğer bir konu da, karşılaştırmalı edebiyattır. Bunu:”Her edebiyat, eğer yabancı katkısıyla yeniden tazelenmezse, eninde sonunda kendi içerisinde tükenir.”diye açıklar. Yabancı gözüyle değerlendirilmenin her edebiyat için yapıcı olduğunu, dünya edebiyatının bunu sağlayabileceğini düşünür.
Ona göre evrensel şair:”Şair, insan ve yurttaş olarak yurdunu sevecektir, ama onun şairlik güçlerinin ve şairlik etkinliğinin yurdu iyilik, asalet ve güzelliktir ki, belli bir bölge ve belli bir ülkeye bağlı değildir ve şair onları nerede bulursa orada kucaklar. Bu konuda o, özgür bakışlarla ülkeler üzerinde uçan bir kartala benzer, üzerine atılacağı tavşan Prusya’da mı, Saksonya’da mı koşuyormuş, onun için ne fark eder.”



Goethe Nasıl Bir İnsandı?
Goethe kendini şöyle anlatır:”Yeryüzündeki en büyük dahi (Genie) bile yalnız kendinden vermekle bir şey yaratamaz! En büyük dahiye gidin, kendisi için gerekli gereçleri toplamasını önleyin, yapacağı binayı kurması için şu mermeri ya da şu metali kullanamazsın, deyin; bakın ortaya bir şey çıkıyor mu? Sonra dalgın, kendini uzaktan seyreder gibi bakarak:’Ben, kendi hesabıma, ne yaptım tüm yaşamım boyunca?'’der, '‘Gördüklerimi, duyduklarımı, gözlediklerimi derledim ve kendime mal ettim!.. Yapıtlarım, çeşitli yaratıkların binlercesinin besinini alarak oluştu: Akıllılardan ve delilerden, aydınlardan ve aptallardan yararlandım. Çok zaman başkalarının ektiklerini biçtim. Benim yapıtım, Goethe imzasını taşıyan ortak bir çalışmanın ürünüdür.”



Goethe:
Kendi yaşamının mimarıdır.
Yaşamında şanstan çok, çalışmanın, emeğin payı olduğuna inanır.
Sabah çalışmaya büyük değer verir. Saat beşle altı arasını en verimli üretkenlik zamanı sayar.
İnsan ona göre Tanrının bir parçası, tanrısal doğayla dopdolu bir temsilcidir; tabiattaki canlılığı, üretkenliği sürdürmesi beklenir.
Etkenlik, üretkenlik yalnızca zihinsel çalışmayla sınırlı değildir.
Hareketsiz, masa başından kalkmayan bilgin tipinden hoşlanmaz.
“Bilmek yetmez, uygulamak da gerek, istemek yetmez, yapmak gerek.”sözüyle uygulamanın önemini anlatır.
Açık hava yürüyüşleri, dağlara tırmanma, paten yapma, dans etme ve yüzmeden çok hoşlanır.
Doğa yürüyüşleri onun için bir bilgi-hikmet kaynağıdır.
Okuyarak öğrendiklerimi gezerek öğrendim.”diyerek, gezinin önemini anlatır.
Ata biner, faytonla yolculuktan hoşlanır.
Eskrim de gençliğinde yaptığı sporlardandır. Ancak düellodan hoşlanmaz.
Dağ tırmanışları, ona “Almanya İmparatorluğunun İlk Dağcısı” unvanını kazandırmıştır.
Avcılıkta ustadır.
Vücut sağlığının ruh sağlığına etkisinden emindir.
İçkisini özenle seçen birisidir.
Yemekli misafir ağırlamaktan çok hoşlanır.
Her şeyin güzel bir yanını keşfetmeyi bilir.
Üzülünce, kederlenince uykuya kaçar.”Uyku benim çok şeyime çaredir.”diyerek, uykunun kıymetini ifade eder.
Çocukları çok sever.
Müzikten tat almak, ömür boyu sürdürdüğü bir özelliktir.
Yaşlılık ise onun yaşamında bir sanat şekline dönüşmüştür.”Bence geçmiş, ilgilerimizin durmadan eklendiği bir servet ve bunun faizini yaşlılıkta almak hoş oluyor.”
Politika ise onun hoşlanmadığı bir iştir.




Kadınlar ve Goethe
Kadınlar hakkındaki ilginç görüşlerini, ‘Goethe Der ki..’ adlı yapıttan ortaya koyalım.
Kadınlar yalnızca birbirleri için süslenir, kendi aralarında süsü artırmaktan bıkmazlar.
Evini derli toplu tutan kadın, kocasının yaptığı her türlü kaçamağı görmemezlikten gelsin; onun geri döneceğinden her zaman emin olabilir.
En mükemmel sayılan kadın, çocuklarına babalarının yokluğunda baba olabilecek kadındır.
Kadınlara karşı davranış, görgünün temelidir.
Kadınlarla şakalaşmaya yeltenmemeli.
Evli kadınlar kendi aralarında birbirlerinden hoşlanmasalar da, aralarında hele genç kızlara karşı sessiz bir dayanışma vardır.
Kadınlar, istedikleri zaman neler yapabileceklerinin bir bilseler!
Kadın öğüdüne uymaktan, bin pişman olanların sonuncusu ben değilim.
Erkekler yaşlanır, kadınlarsa değişir.
Güzel bir kadın, her zaman güzeldir.
Sımsıkı bağlanmak, kadının erdemidir.

Kitapta yazılanlar elbette bunlarla sınırlı değil.
Prof. Gürsel Aytaç, yaptığı derlemeyi 302 konu başlığı altında toplamış. Her sözün hangi yapıttan ve kaynaktan alındığını göstermiş. Ancak konu başlıklarının fihrist halinde verilmeyişi bir eksiklik olarak göze batıyor.
Alman edebiyatının dünya edebiyatına büyük bir armağanı olan dahi Goethe’yi yakından tanımak isteyenler için bu kitap mutlaka edinilmesi gereken bir yapıt. Gerek çevirisi, gerek düzenlemesiyle büyük bir sabır ve emek işi...Gerisi okuyucuya kalmış.


Ömer Akşahan
Kaynaklar: 1.Goethe Derki.., Prof.Dr.Aytaç, Gürsel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.baskı, Nisan 2000, 572 sy., İstanbul
2. Goethe, Mektuplar,Milliyet Kitapları, 4.Basım, Temmuz 97, 210 sy., İstanbul, Seçen ve Çeviren; Melahat Togar.