Görülmemiş Bir Çiçek Açma
Haykırmak istiyordu
Daha fazla dayanamayacaktı
Sesini duyabilecek kimse yoktu orada
Kimse duymak istemiyordu.
Kendisi de korkuyordu sesinden
İçinde boğuyordu sesini.
Patlamak üzereydi susuşu.
Birden,
Havaya uçtu gövdesinin parçaları
Özenle, sessizce toplayacaktı bu parçaları,
Hepsini bir bir yerine yerleştirecekti
Delikleri kapamak için.
Ve rastgele bir gelincik, bir sarı zambak bulursa,onlarıda toplayacak,
Kendisinin bir parçasıymış gibi gövdesine yapıştıracaktı
Böyleydi,
Delik deşik,
Görülmemiş bir şekilde çiçek açıyordu işte.
YANNİS RİTSOS
Bu Blogda Ara
31 Ağustos 2010 Salı
ÜÇLEME
1.Hava kararıncaya dek
Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu
uzaktan, belki de kendi içinde,
güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının.
deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının
Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli?
hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece
iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında.
2. Bir kadın
O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi
onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.
Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı
ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi.
3. Neden bizim suçumuz?
Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında,
üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri.
Ilıman bir ülke var gölgesinde
kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz.
Peki ne anlama geliyor bu 'daha ilerde' sözü?
Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların
arasında kalman-
güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?
Ve neden benim suçum gecede ilerlemek,
kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın
ceza vermesi?
Çeviri: Cevat Çapan
Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu
uzaktan, belki de kendi içinde,
güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının.
deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının
Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli?
hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece
iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında.
2. Bir kadın
O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi
onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.
Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı
ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi.
3. Neden bizim suçumuz?
Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında,
üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri.
Ilıman bir ülke var gölgesinde
kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz.
Peki ne anlama geliyor bu 'daha ilerde' sözü?
Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların
arasında kalman-
güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?
Ve neden benim suçum gecede ilerlemek,
kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın
ceza vermesi?
Çeviri: Cevat Çapan
KIZ KARDEŞİMİN TÜRKÜSÜ
Kız Kardeşimin Türküsü
Göklere inanırdım eskiden,
ama sen, denizlerin
derinliğini gösterdin bana,
ölü kentleri,
unutulmuş ormanları,
boğulmuş gürültüleriyle.
Gök şimdi yaralı bir martı,
süzüldü denize.
Sana kargaşalığın üzerindeki
köprüyü kurmaya çalışan bu el
kırıldı.
Bak bana:
ne kadar çıplak ve suçsuz
duruyorum önünde.
Üşüyorum, bacım.
Kim getirecek bize
ellerimizi ısıtacak güneşi?
Susuyorum. Dinliyorum.
Kimseler geçmiyor
gecemizin karanlık sokağından.
Yıldızlar kazaya uğramış
karanlık surların
ucunda sendelerken
koparıp alınan bir kartalın
paslanmış gözlerinde.
Bağlı ellerin
kapıyor çıkış yolunu.
Yalnız senin sesin
adımlıyor gecenin dehlizini
çarparak taşlara
uzun kılıcını.
Vakit geç.
Ölüm geri çeviriyor beni.
Hayat istemiyor.
Ben şimdi nereye gidebilirim ki?
YANNİS RİTSOS
çeviren: Cevat Çapan
Göklere inanırdım eskiden,
ama sen, denizlerin
derinliğini gösterdin bana,
ölü kentleri,
unutulmuş ormanları,
boğulmuş gürültüleriyle.
Gök şimdi yaralı bir martı,
süzüldü denize.
Sana kargaşalığın üzerindeki
köprüyü kurmaya çalışan bu el
kırıldı.
Bak bana:
ne kadar çıplak ve suçsuz
duruyorum önünde.
Üşüyorum, bacım.
Kim getirecek bize
ellerimizi ısıtacak güneşi?
Susuyorum. Dinliyorum.
Kimseler geçmiyor
gecemizin karanlık sokağından.
Yıldızlar kazaya uğramış
karanlık surların
ucunda sendelerken
koparıp alınan bir kartalın
paslanmış gözlerinde.
Bağlı ellerin
kapıyor çıkış yolunu.
Yalnız senin sesin
adımlıyor gecenin dehlizini
çarparak taşlara
uzun kılıcını.
Vakit geç.
Ölüm geri çeviriyor beni.
Hayat istemiyor.
Ben şimdi nereye gidebilirim ki?
YANNİS RİTSOS
çeviren: Cevat Çapan
BARIŞ Yannis Ritsos
(Özdemir İnce'nin Çevirsi)
Çocuğun gördüğü düştür barış,
annenin gördüğü düştür barış,
ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;
Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir
gülümseme elinde yemiş dolu bir zembil ve
alnında ter tomurcukları,
Pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi;
Akşam üstü eve dönen babadır barış,
Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde
havan mermilerinin kazdığı çukurlara;
Yangının kavurduğu yüreklerde
ilk tomurcuklarını açarken umut
ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek
yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir
barış…
Barış yemek kokusudur tüten,
Aksamlayın
arabanın yolda durmasının korkutmadığı,
Kapı çalınmasının dost demek olduğu,
Ve pencereyi saat başı açmanın renklerinin uzaktaki çanlarıyla
gözlerimizin bayram etmesini sağlayan
gökyüzü demek olduğu zamandır barış;
Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır,
Uyanan çocuk önünde
başaklar birbirlerine eğilip işte ışık ışık ışık dedikleri
Ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır barış;
Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman,
Eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman
geceleyin,
Cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş
bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır barış;
Geçmiş gün yitirilmiş bir gün olmadığı, sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök ve kazanılmış bir gün hak edilen bir uyku olduğu zaman acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından güneşin hemen ayaklarını bağladığını duyduğun zamandır barış.......
Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında iyilik alfabesin tanın dizlerinde,
Kardeşim dediğin yarın kuracağız dediğin zaman kuracağız dediğimizi kurunca
türkü çağırdığımız zamandır barış;
Ölüm yüreklerde az yer kapladığı ve güvenli parmaklarla
mutluluğu gösterdigi zaman bacalar;
ikindi vaktinin büyük karanfilini
ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır barış;
insanların sıkışan elleridir barış,
Dünyanın masasındaki ekmektir,
Gülümsemesidir annenin
Budur yalnızca
başka bir şey değildir barış
Ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar
tek bir sözcük yazarlar,
Barış başka bir şey değil barış;
Dizelerimin rayları üzerinde
buğday ve güller yüklenmiş geleceğe doğru yol alan bir trendir barış,
Kardeşlerim barış içinde derin derin soluk alıyor tüm dünya bütün düşleriyle
verin ellerinizi kardeşlerim işte budur barış…..
YANNİS RİTSOS
Çocuğun gördüğü düştür barış,
annenin gördüğü düştür barış,
ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;
Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir
gülümseme elinde yemiş dolu bir zembil ve
alnında ter tomurcukları,
Pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi;
Akşam üstü eve dönen babadır barış,
Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde
havan mermilerinin kazdığı çukurlara;
Yangının kavurduğu yüreklerde
ilk tomurcuklarını açarken umut
ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek
yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir
barış…
Barış yemek kokusudur tüten,
Aksamlayın
arabanın yolda durmasının korkutmadığı,
Kapı çalınmasının dost demek olduğu,
Ve pencereyi saat başı açmanın renklerinin uzaktaki çanlarıyla
gözlerimizin bayram etmesini sağlayan
gökyüzü demek olduğu zamandır barış;
Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır,
Uyanan çocuk önünde
başaklar birbirlerine eğilip işte ışık ışık ışık dedikleri
Ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır barış;
Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman,
Eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman
geceleyin,
Cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş
bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır barış;
Geçmiş gün yitirilmiş bir gün olmadığı, sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök ve kazanılmış bir gün hak edilen bir uyku olduğu zaman acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından güneşin hemen ayaklarını bağladığını duyduğun zamandır barış.......
Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında iyilik alfabesin tanın dizlerinde,
Kardeşim dediğin yarın kuracağız dediğin zaman kuracağız dediğimizi kurunca
türkü çağırdığımız zamandır barış;
Ölüm yüreklerde az yer kapladığı ve güvenli parmaklarla
mutluluğu gösterdigi zaman bacalar;
ikindi vaktinin büyük karanfilini
ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır barış;
insanların sıkışan elleridir barış,
Dünyanın masasındaki ekmektir,
Gülümsemesidir annenin
Budur yalnızca
başka bir şey değildir barış
Ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar
tek bir sözcük yazarlar,
Barış başka bir şey değil barış;
Dizelerimin rayları üzerinde
buğday ve güller yüklenmiş geleceğe doğru yol alan bir trendir barış,
Kardeşlerim barış içinde derin derin soluk alıyor tüm dünya bütün düşleriyle
verin ellerinizi kardeşlerim işte budur barış…..
YANNİS RİTSOS
YANNİS RİTSOS
Yannis Ritsos (1 Mayıs, 1909 - 11 Kasım, 1990) Yunan şair.
Peloponez yarımadasında Monemvasia'da doğdu. Ritsos liseyi bitirdikten sonra, on yedi yaşında Atina'ya gitti. Daha sonra yüksek öğrenimden vazgeçti. 1927–1931 yıllarını verem hastalığı nedeniyle bir sanatoryumda geçirdi. İlk şiirlerini bu dönemde yayımlamaya başladı. 1931'te komünist gruplara katıldı, bu şiirinin doğrultusunu çizdi; ilk şiirlerinde burjuva karşıtı devrimci sanatçıların çizgisini izledi. Trakter (1934, Traktör) adlı, Sovyetler Birliği'nde sosyalist düzeni ele aldığı ve teknik temasını da Yunan şiirine sokan ilk kitabında, nihilizme karşı tavır aldı. Epitaphios (Yazıt-Mezar Yazıtı) (1936) adlı kitabı Atina'da Zeus tapınağında, faşist cunta yönetimi tarafından törenle yakıldı.
Şair, solcu siyasal görüşleri yüzünden Metaksas (Limnos, Agios Evstratios, Makronisos adaları) ve Papadopulos (Giaros ve Leros adaları) dönemlerinde Ege Adalarında sürgün olarak yaşadı. Ayışığı Sonatı (1956) adlı kitabıyla Ulusal Şiir Ödülü'nü, 1976'da Etna-Taormina Şiir Ödülünü ve pek çok uluslararası ödülü kazandı. Ritsos'un otuzdan çok kitabı yayınlanmıştır. Ritsos 1977 Lenin Uluslararası Barış Ödülü'nü almıştır
Ritsos, metaforlarla örülü şiirlerinde, Yunanistan coğrafyasını arka plana alarak, yurtseverlik duygularını işledi. İnsanın günlük yaşamdaki durumuna yaklaşımı, nesnelere duyduğu ilgi, ayrıntıları bütün yalınlığıyla yansıttığı kısa şiirlerinde iyice belirginleşir.
Şiirleri 80 kadar dile çevrilmiş ve milyonlarca insana ulaşmıştır.
Peloponez yarımadasında Monemvasia'da doğdu. Ritsos liseyi bitirdikten sonra, on yedi yaşında Atina'ya gitti. Daha sonra yüksek öğrenimden vazgeçti. 1927–1931 yıllarını verem hastalığı nedeniyle bir sanatoryumda geçirdi. İlk şiirlerini bu dönemde yayımlamaya başladı. 1931'te komünist gruplara katıldı, bu şiirinin doğrultusunu çizdi; ilk şiirlerinde burjuva karşıtı devrimci sanatçıların çizgisini izledi. Trakter (1934, Traktör) adlı, Sovyetler Birliği'nde sosyalist düzeni ele aldığı ve teknik temasını da Yunan şiirine sokan ilk kitabında, nihilizme karşı tavır aldı. Epitaphios (Yazıt-Mezar Yazıtı) (1936) adlı kitabı Atina'da Zeus tapınağında, faşist cunta yönetimi tarafından törenle yakıldı.
Şair, solcu siyasal görüşleri yüzünden Metaksas (Limnos, Agios Evstratios, Makronisos adaları) ve Papadopulos (Giaros ve Leros adaları) dönemlerinde Ege Adalarında sürgün olarak yaşadı. Ayışığı Sonatı (1956) adlı kitabıyla Ulusal Şiir Ödülü'nü, 1976'da Etna-Taormina Şiir Ödülünü ve pek çok uluslararası ödülü kazandı. Ritsos'un otuzdan çok kitabı yayınlanmıştır. Ritsos 1977 Lenin Uluslararası Barış Ödülü'nü almıştır
Ritsos, metaforlarla örülü şiirlerinde, Yunanistan coğrafyasını arka plana alarak, yurtseverlik duygularını işledi. İnsanın günlük yaşamdaki durumuna yaklaşımı, nesnelere duyduğu ilgi, ayrıntıları bütün yalınlığıyla yansıttığı kısa şiirlerinde iyice belirginleşir.
Şiirleri 80 kadar dile çevrilmiş ve milyonlarca insana ulaşmıştır.
GÜL İŞLEMELER
Göz göze bir geldik mi
Yalım yalım tutuşur kardan örtüler
Yaklaşan güneşin altında
Açar kollarını pencereler
İyiliğin yolları boyunca
Açılır kuşlar açılır eller
Günler açılır geceler açılır
Uçsuz bucaksız gökyüzünde
Açılır yıldızları çocukluğun
İnceden bir türkü ağızlarında
Göz göze bir geldik mi
Alır başını gider korku
Saklanır körpe çimenlerde
Ölü tapınaklarda böğürtlenler
Çekerler kuytu gölgeden yemişlerini
Kızıl kara ateşli
Şarabı köpürür toprağın
Uçan arıların başı döner
Köylüler der bir ağızdan
Böyle güzel yıl görmedikti
Göz göze bir geldik mi
Başlar damarlar boşalmaya
Öper dalgalar kumsalları
Aslanlar geyikler güvercinler
Bakarlar açık havaya içleri titrer
Görürler bahar gibi doğuşunu yavrunun
Can katar şehvete durmadan
Cömert ana verimli kadın
Gök toprak girer renkten renge
Doğuş karşı kor ölüme
Göz göze bir geldik mi
Tutuşur duvarlar geçmiş günlerle
Duvarlar yeni günlerle yanar
Dışarda toprak ana
Uzanır yatağında melek gibi
Yıkar gökyüzü şafakta
Çalgıcının gülen ağlayan yüzünü
Köleyle sultan başlar soyunmaya
Daldan yapraktan
Göz göze bir geldik mi
Sen güpegündüz ben karanlık gece
Bir fısıltı bir istek ne yana baksan
İlk ve son düş ha doğdu ha doğacak
PAUL ELUARD
Çeviren: A.Kadir – A.Bezirci
Yalım yalım tutuşur kardan örtüler
Yaklaşan güneşin altında
Açar kollarını pencereler
İyiliğin yolları boyunca
Açılır kuşlar açılır eller
Günler açılır geceler açılır
Uçsuz bucaksız gökyüzünde
Açılır yıldızları çocukluğun
İnceden bir türkü ağızlarında
Göz göze bir geldik mi
Alır başını gider korku
Saklanır körpe çimenlerde
Ölü tapınaklarda böğürtlenler
Çekerler kuytu gölgeden yemişlerini
Kızıl kara ateşli
Şarabı köpürür toprağın
Uçan arıların başı döner
Köylüler der bir ağızdan
Böyle güzel yıl görmedikti
Göz göze bir geldik mi
Başlar damarlar boşalmaya
Öper dalgalar kumsalları
Aslanlar geyikler güvercinler
Bakarlar açık havaya içleri titrer
Görürler bahar gibi doğuşunu yavrunun
Can katar şehvete durmadan
Cömert ana verimli kadın
Gök toprak girer renkten renge
Doğuş karşı kor ölüme
Göz göze bir geldik mi
Tutuşur duvarlar geçmiş günlerle
Duvarlar yeni günlerle yanar
Dışarda toprak ana
Uzanır yatağında melek gibi
Yıkar gökyüzü şafakta
Çalgıcının gülen ağlayan yüzünü
Köleyle sultan başlar soyunmaya
Daldan yapraktan
Göz göze bir geldik mi
Sen güpegündüz ben karanlık gece
Bir fısıltı bir istek ne yana baksan
İlk ve son düş ha doğdu ha doğacak
PAUL ELUARD
Çeviren: A.Kadir – A.Bezirci
YALNIZ DEĞİLİM
Yüklü
Dudakların tüyden hafif yemişleriyle
Giyimli
Binbir değişik çiçekle
Anlı şanlı
Kollarında güneşin
Mutlu
Bir tanıdık kuşla
Hoşnut
Bir damlasıyla yağmurun
Güzel
Tanyerinin aydınlığınca
İçten bağlı
Bir bahçenin sözünü ediyorum
Düş kuruyorum
Seviyorum düpedüz
Sen kalktın mı yayılıyor su
Sen yattın mı çiçekleniyor su
Ta kendisisin suyun yolundan dönen
Ta kendisi toprağın kök salan
Ne varsa onun üstünde düzen
Gürültülerin alanında sessizlikten damlalar
Senin yapıtın
Türküler söylüyorsun geceyle yoğrulmuş tellerinde
Bir gökkuşağının
Her yerdesin yokettin tüm yolları
Harcıyorsun zamanı
Gerçek ateşin sonsuz gençliğine
Örter durmadan yenileyerek doğayı
Kadın şu yeryüzüne bir beden koydun eşi tıpkı
Seninkinin
Benzeyişsin sen
PAUL ELUARD
Dudakların tüyden hafif yemişleriyle
Giyimli
Binbir değişik çiçekle
Anlı şanlı
Kollarında güneşin
Mutlu
Bir tanıdık kuşla
Hoşnut
Bir damlasıyla yağmurun
Güzel
Tanyerinin aydınlığınca
İçten bağlı
Bir bahçenin sözünü ediyorum
Düş kuruyorum
Seviyorum düpedüz
Sen kalktın mı yayılıyor su
Sen yattın mı çiçekleniyor su
Ta kendisisin suyun yolundan dönen
Ta kendisi toprağın kök salan
Ne varsa onun üstünde düzen
Gürültülerin alanında sessizlikten damlalar
Senin yapıtın
Türküler söylüyorsun geceyle yoğrulmuş tellerinde
Bir gökkuşağının
Her yerdesin yokettin tüm yolları
Harcıyorsun zamanı
Gerçek ateşin sonsuz gençliğine
Örter durmadan yenileyerek doğayı
Kadın şu yeryüzüne bir beden koydun eşi tıpkı
Seninkinin
Benzeyişsin sen
PAUL ELUARD
GÜZEL VE BENZER
Günün sonunda bir yüz
Bir beşik gibi günün ölü yapraklarında
Bir çıplak yağmur demeti
Gizlenmiş bütün güneş
Kaynakların bütün kaynağı suyun dibinde
Kırık aynaların bütün aynası
Bir yüz sessizliğin tartılarında
Öbür çakıllar arasında bir çakıl
Günün son ışıklarının sapanları için
Unutulmuş bütün yüzlere benzeyen bir yüz
PAUL ELUARD
Bir beşik gibi günün ölü yapraklarında
Bir çıplak yağmur demeti
Gizlenmiş bütün güneş
Kaynakların bütün kaynağı suyun dibinde
Kırık aynaların bütün aynası
Bir yüz sessizliğin tartılarında
Öbür çakıllar arasında bir çakıl
Günün son ışıklarının sapanları için
Unutulmuş bütün yüzlere benzeyen bir yüz
PAUL ELUARD
AŞK ŞİİR
1
Ne söyledimse bulutlar için söyledim
Deniz ağacı için söyledim sana
Her dalga için kuşlar için yapraklarda
Çakıltaşları için gürültünün
Tanıdık eller için
Yüzler ya da görünüm olan göz
Ve ona göğünün rengini veren uyku için
İçilmiş bütün gece için
Parmaklıkları için yolların
Açık pencere için açığa çıkarılmış bir alın için
Düşüncelerin için söyledim sözlerin için
Sürüp gidiyor her okşayış her güven.
2
Yalnızsın ve otlarını dinliyorum gülüşünün
Sen bu seni kaldıran başın
Ve yukarısından ölüm tehlikelerinin
Koyaklarda yağmurun puslu küreleri altında
Ağır aydınlığın altında yerin göğü altında
Doğuruyorsun düşüşü.
Kuşların yok artık elverişli bir sığınağı
Ne tembellik ne yorgunluk
Ormanların kırılgan derelerin anısı
Heves sabahında
Göze görünebilen okşamalar sabahında
Yokluğun büyük sabahında düşüş
Yolunu şaşırıyor gözlerinin kayıkları
Danteli içinde yitip yok oluşların
Örtülmüştür uçurum başkalarına sönmemek için
Gecenin hakkı değil yarattığın gölgeler.
3
Seviyorum seni tan bütün gece ben damarlarda
Bütün gece sana baktm
Bulmam gerekiyor herşeyi güvenim var karanlıklara
Onlar veriyor bana
Seni sarıp sarmalama gücünü
Seni kışkırtma gücünü yaşama isteği
Kımıldamazlığımın bağrında
Seni açığa çıkarıp
Seni salıverip yitirme gücünü
Görünmez alev gündüzde.
Sen gittin mi açılıyor kapı gündüze
Sen gittin mi açılıyor kapı üstümüze.
PAUL ELUARD
Ne söyledimse bulutlar için söyledim
Deniz ağacı için söyledim sana
Her dalga için kuşlar için yapraklarda
Çakıltaşları için gürültünün
Tanıdık eller için
Yüzler ya da görünüm olan göz
Ve ona göğünün rengini veren uyku için
İçilmiş bütün gece için
Parmaklıkları için yolların
Açık pencere için açığa çıkarılmış bir alın için
Düşüncelerin için söyledim sözlerin için
Sürüp gidiyor her okşayış her güven.
2
Yalnızsın ve otlarını dinliyorum gülüşünün
Sen bu seni kaldıran başın
Ve yukarısından ölüm tehlikelerinin
Koyaklarda yağmurun puslu küreleri altında
Ağır aydınlığın altında yerin göğü altında
Doğuruyorsun düşüşü.
Kuşların yok artık elverişli bir sığınağı
Ne tembellik ne yorgunluk
Ormanların kırılgan derelerin anısı
Heves sabahında
Göze görünebilen okşamalar sabahında
Yokluğun büyük sabahında düşüş
Yolunu şaşırıyor gözlerinin kayıkları
Danteli içinde yitip yok oluşların
Örtülmüştür uçurum başkalarına sönmemek için
Gecenin hakkı değil yarattığın gölgeler.
3
Seviyorum seni tan bütün gece ben damarlarda
Bütün gece sana baktm
Bulmam gerekiyor herşeyi güvenim var karanlıklara
Onlar veriyor bana
Seni sarıp sarmalama gücünü
Seni kışkırtma gücünü yaşama isteği
Kımıldamazlığımın bağrında
Seni açığa çıkarıp
Seni salıverip yitirme gücünü
Görünmez alev gündüzde.
Sen gittin mi açılıyor kapı gündüze
Sen gittin mi açılıyor kapı üstümüze.
PAUL ELUARD
SEVİNİN DÜZENİ VE DÜZENSİZLİĞİ
Öğeleri sayacağım başlamak için
Sesini gözlerini ellerini dudaklarını
Yeryüzündeyim olur muydum yeryüzünde
Sen de olmasan
Bu ortamda yüzü dönük
Denize tatlı suya
Bu ortamda yalımım
Gözlerimizde biçimlendiği
Bu mutlu gözyaşlarının ortamı
Girdim içine
Erdemiyle ellerinin
Tadıyla dudaklarının
İlk insancıl davranış işte
Beliren bir çayır tıpkı
Susuşlarımız sözlerimiz
Uçup giden aydınlık
Yeniden gelen ışık
Tanyeri alacakaranlık güldürür bizi
İçinde bedenimizin
Çiçeklenir oluşur ne varsa
Samanlığında yaşantımın
Yatırdım yaşlı kemiklerimi
Tükettim orda.
PAUL ELUARD
Sesini gözlerini ellerini dudaklarını
Yeryüzündeyim olur muydum yeryüzünde
Sen de olmasan
Bu ortamda yüzü dönük
Denize tatlı suya
Bu ortamda yalımım
Gözlerimizde biçimlendiği
Bu mutlu gözyaşlarının ortamı
Girdim içine
Erdemiyle ellerinin
Tadıyla dudaklarının
İlk insancıl davranış işte
Beliren bir çayır tıpkı
Susuşlarımız sözlerimiz
Uçup giden aydınlık
Yeniden gelen ışık
Tanyeri alacakaranlık güldürür bizi
İçinde bedenimizin
Çiçeklenir oluşur ne varsa
Samanlığında yaşantımın
Yatırdım yaşlı kemiklerimi
Tükettim orda.
PAUL ELUARD
AYDINLIK
Aydınlık
Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canli bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır.
PAUL ELUARD
Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canli bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır.
PAUL ELUARD
ÖZGÜRLÜK
Özgürlük
Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar karlar üstüne
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş kan kağıt veya kül
Yazarım adını;
Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını
Ormanlara ve çöle
Yuvalara çiğdeme
Çın çın çocuk sesime
Yazarım adını
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını
Gök kırpıntılarına
Güneş küfü havuza
Ay dirisi göllere
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölge değirmenine
Yazarım adını
Fecrin her soluğuna
Denize vapurlara
Azgın dağın üstüne
Yazarım adını
Bulutun yosununa
Kasırganın terine
Tatsız kaba yağmura
Yazarım adını
Parlayan şekillere
Renklerin çanlarına
Fizik gerçek üstüne
Yazarım adını
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hıncahınç meydanlara
Yazarım adını
Yanan lamba üstüne
Sönen lamba üstüne
Birleşmiş evlerime
Yazarım adını
İki parça meyvaya
Odama ve aynaya
Boş kabuk yatağıma
Yazarım adını
Obur köpekçiğime
Dimdik kulaklarına
Acemi pençesine
Yazarım adını
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını
Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükütun ötesine
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Yazarım adını
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını
Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya
Özgürlük
Paul Eluard
Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar karlar üstüne
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş kan kağıt veya kül
Yazarım adını;
Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını
Ormanlara ve çöle
Yuvalara çiğdeme
Çın çın çocuk sesime
Yazarım adını
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını
Gök kırpıntılarına
Güneş küfü havuza
Ay dirisi göllere
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölge değirmenine
Yazarım adını
Fecrin her soluğuna
Denize vapurlara
Azgın dağın üstüne
Yazarım adını
Bulutun yosununa
Kasırganın terine
Tatsız kaba yağmura
Yazarım adını
Parlayan şekillere
Renklerin çanlarına
Fizik gerçek üstüne
Yazarım adını
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hıncahınç meydanlara
Yazarım adını
Yanan lamba üstüne
Sönen lamba üstüne
Birleşmiş evlerime
Yazarım adını
İki parça meyvaya
Odama ve aynaya
Boş kabuk yatağıma
Yazarım adını
Obur köpekçiğime
Dimdik kulaklarına
Acemi pençesine
Yazarım adını
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını
Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükütun ötesine
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Yazarım adını
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını
Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya
Özgürlük
Paul Eluard
PAUL ELUARD
HAYATI (1895 - 1952)
Paul Éluard, gerçek adıyla Eugène Grindel (d. 14 Aralık, 1895, St. Denis - ö. 18 Kasım, 1952, Paris) , dadacı ve gerçeküstücü Fransız şair.
1912'de İsviçre, Davos'taki Clavadel sanatoryumunda verem tedavisi görürken genç bir Rus kızıyla, Helena Dmitrievna Diakonova ile tanıştı, ona Gala adını verdi. 1917 Şubat ayında evlendiler. André Breton ve Louis Aragon ile tanıştı, her ikisiyle de uzun ve siyasi görüş ayrılıklarıyla gölgelenen bir ilişki kurdu.
I. Dünya Savaşı'nda cephede görev aldı ve bu dehşetin anılarını 'Le Devoir' adlı şiir derlemesinde dile getirdi. Savaş sonrasında önce Dada hareketine, sonra da gerçeküstücü akıma aktif olarak katıldı. 1929 yılında Dali'yle tanışan Gala, Éluard'dan ayrıldı. Éluard ise 1930'da, Nusch adını vereceği Maria Benz'le tanışıp 1934 yılında evlendi. Bu arada, 1926 yılında diğer gerçeküstücülerle birlikte üye olduğu Fransa Komünist Partisi'nden 1933 yılında ihrac edildi. II. Dünya Savaşı sırasında direniş hareketinin büyük şairlerinden biri olan Eluard, 1942 yılında, içinde ünlü 'Özgürlük' şiirinin de yer aldığı 'Poésie et Vérite' adlı derlemeyi gizlice yayımladı. Fransa özgürlüğüne kavuştuktan sonra büyük şöhret kazandı. 1952 yılında bir kalp krizi sonucunda öldü.
Éluard, hem aşk hem de devrim şairi olarak 20. yüzyılın en büyük Fransız edebiyatçıları arasında gösterilir.
Paul Éluard, gerçek adıyla Eugène Grindel (d. 14 Aralık, 1895, St. Denis - ö. 18 Kasım, 1952, Paris) , dadacı ve gerçeküstücü Fransız şair.
1912'de İsviçre, Davos'taki Clavadel sanatoryumunda verem tedavisi görürken genç bir Rus kızıyla, Helena Dmitrievna Diakonova ile tanıştı, ona Gala adını verdi. 1917 Şubat ayında evlendiler. André Breton ve Louis Aragon ile tanıştı, her ikisiyle de uzun ve siyasi görüş ayrılıklarıyla gölgelenen bir ilişki kurdu.
I. Dünya Savaşı'nda cephede görev aldı ve bu dehşetin anılarını 'Le Devoir' adlı şiir derlemesinde dile getirdi. Savaş sonrasında önce Dada hareketine, sonra da gerçeküstücü akıma aktif olarak katıldı. 1929 yılında Dali'yle tanışan Gala, Éluard'dan ayrıldı. Éluard ise 1930'da, Nusch adını vereceği Maria Benz'le tanışıp 1934 yılında evlendi. Bu arada, 1926 yılında diğer gerçeküstücülerle birlikte üye olduğu Fransa Komünist Partisi'nden 1933 yılında ihrac edildi. II. Dünya Savaşı sırasında direniş hareketinin büyük şairlerinden biri olan Eluard, 1942 yılında, içinde ünlü 'Özgürlük' şiirinin de yer aldığı 'Poésie et Vérite' adlı derlemeyi gizlice yayımladı. Fransa özgürlüğüne kavuştuktan sonra büyük şöhret kazandı. 1952 yılında bir kalp krizi sonucunda öldü.
Éluard, hem aşk hem de devrim şairi olarak 20. yüzyılın en büyük Fransız edebiyatçıları arasında gösterilir.
29 Ağustos 2010 Pazar
NİKOLA VAPTSAROV - HAYATI
7 Aralık 1909 yılında Bulgaristan’ın Bansko kasabasında doğdu. Babasının isteği ile makine teknisyeni oldu. Sofya Üniversitesi Edebiyat bölümünü okuma isteğini gerçekleştiremedi. Çeşitli işlerde çalıştı, zor koşullarda yaşadı. Bulgaristan Komünist Partisi saflarında politik faaliyetlerde bulundu. 1940 yılında tek kitabı “Motor Türküleri” yayınlandı. Bu kitap Nikola Vaptsarov’u Bulgar ve dünya insanlığı karşısında onurlu bir yere taşıdı. 1942 yılında Alman faşizmine karşı ülkesini savunduğu için tutuklandı, işkence gördü. Beş arkadaşıyla birlikte 23 Temmuz 1942'de idam edildi.
Vaptsarov'un şiirleri Erdal Alova tarafından Türkçeye çevrildi ve 1992 yılında Yön Yayıncılık tarafından yayımlandı. Evrensel Basım, şairin şiirlerini "İnsana Adanmış Şarkılar" adıyla derledi.
Kavga, dedikleri gibi destansı.
Kavga, dedikleri gibi destansı.
Ben düştüm. Yerimi başkası
alacak... o kadar
Burada, bir kişinin lafımı mı olur?
Kurşuna diziliş, dizildikten sonra
kurtlar.
O kadar yalın ve akla yatkın.
Ama birlikte olacağız fırtınada,
halkım, çünkü sevdik seni.
(...)
Bu yüzden, uykularımdan
çalarak yazdığım şiirler,
parfüm kokmaz, bu yüzden
kısadır o çatık kaşlı sözler.Çektiklerimiz için,
yok ödül filan beklediğimiz
ne de o koca ciltlerinde
resmimiz olsun isteriz Yalnız yalın anlat öykümüzü
geleceğin insanlarına
yerimizi alacaklara anlat
nasıl cesurduk kavgada.
Kavga amansız ve katı,Geleceğim bazen
VEDA
Uykudayken sen
Beklenmedik bir
Konuk gibi
Gireceğim içeriye
Sen uykudayken
Ve sokakta bir başına
Koyma beni
Kapıyı sürgüleme üstünden
Ansızın çıkar gelirim
Uykudayken sen
Beklenmedik bir
Konuk gibi...
LOUİS ARAGON - HAYATI
Louis Aragon (d. 3 Ekim 1897, Paris - ö. 24 Aralık 1982, Paris) Siyasal eylemci ve komünizm yanlısı şair, romancı ve deneme yazarı. Bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri olarak bilinir. Özellikle, Türkçe'ye Mutlu Aşk Yoktur adıyla çevrilen şiiriyle tanınır.
Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan Breton, Soupaux ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı.
Aragon'un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı'nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d'Orléans'dan, Victor Hugo'ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir Aragon. Aragon açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon, romancı olarak da ün yapmıştır. Çağdaş romanların arasında önemli bir yer daha tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982'de Paris'te ölmüştür.
Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan Breton, Soupaux ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı.
Aragon'un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı'nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d'Orléans'dan, Victor Hugo'ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir Aragon. Aragon açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon, romancı olarak da ün yapmıştır. Çağdaş romanların arasında önemli bir yer daha tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982'de Paris'te ölmüştür.
LOUİS ARAGON - YALNIZ İNSAN
Yalnız insan merdivendir
Hiçbiryere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir
Yalnız insan yokki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan
Yalnız insan kayıp mektup
Adresimi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kimbilir kim tarafından
Hiçbiryere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir
Yalnız insan yokki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan
Yalnız insan kayıp mektup
Adresimi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kimbilir kim tarafından
LOUİS ARAGON - GÜLLER VE LEYLAKLAR
Sen ey o çiçekler ey o değişmeler ayı
Bulutsuz geçen mayıs bıçaklanmış haziran
Bir daha artık ne o gülleri ne o leylakları
Bir daha o ilk yazı unutamam hiçbir zaman
O korkunç kuruntuyu unutamam bir daha
Alayı çığlığı kalabalığı güneşi
Aşk arabalarını Belçika hediyelerini
Havayı o arı uğultulu yolu sonra da
O sakınmasız utkuyu kavgaları aşan
Öpüşmenin kızıla döndürdüğü o kanı
Çılgın halkın leylaklarla donattığı
O ölüme gidenleri unutamam artık dünyada
Kutsal o eski zaman betiklerine çalan
Fransa bahçelerini unutamam bir daha
O akşamları büyüsünü o sessizliğin
Gülleri yol boyunca ki gülleri sonra da
O bozgun yeline karşı duran çiçekleri
Alaycı topları o bisikletleri şaşkın
Korkunun kanadı üstünden geçen erleri
O perişan kılıklarını konaklıyanların
Ama neden bilmem bu benzetme kasırgası
Durmadan hep aynı noktaya getirir beni
Saint-Marth bir general kara bir dal yığını
Orman yanında bir köşk Normandiya biçimi
İşte tıs yok düşman karanlıkta dinleniyor
Birden bize Paris düştü diyorlar bu akşam
Dünya da ne o yitirdiğimiz aşkı bir daha
Ne o gülleri ne de o leylakları unutamam
Flandres leylaklarını demetlerini ilk günün
O tatlı izini yanakları söndüren ölümün
Sonra sizi kaçışın gülleri taze güller sizi
Yangın rengine çalan Anjou gülleri sizi
Bulutsuz geçen mayıs bıçaklanmış haziran
Bir daha artık ne o gülleri ne o leylakları
Bir daha o ilk yazı unutamam hiçbir zaman
O korkunç kuruntuyu unutamam bir daha
Alayı çığlığı kalabalığı güneşi
Aşk arabalarını Belçika hediyelerini
Havayı o arı uğultulu yolu sonra da
O sakınmasız utkuyu kavgaları aşan
Öpüşmenin kızıla döndürdüğü o kanı
Çılgın halkın leylaklarla donattığı
O ölüme gidenleri unutamam artık dünyada
Kutsal o eski zaman betiklerine çalan
Fransa bahçelerini unutamam bir daha
O akşamları büyüsünü o sessizliğin
Gülleri yol boyunca ki gülleri sonra da
O bozgun yeline karşı duran çiçekleri
Alaycı topları o bisikletleri şaşkın
Korkunun kanadı üstünden geçen erleri
O perişan kılıklarını konaklıyanların
Ama neden bilmem bu benzetme kasırgası
Durmadan hep aynı noktaya getirir beni
Saint-Marth bir general kara bir dal yığını
Orman yanında bir köşk Normandiya biçimi
İşte tıs yok düşman karanlıkta dinleniyor
Birden bize Paris düştü diyorlar bu akşam
Dünya da ne o yitirdiğimiz aşkı bir daha
Ne o gülleri ne de o leylakları unutamam
Flandres leylaklarını demetlerini ilk günün
O tatlı izini yanakları söndüren ölümün
Sonra sizi kaçışın gülleri taze güller sizi
Yangın rengine çalan Anjou gülleri sizi
LOUİS ARAGON - ELSA
Elsa'nın Gözleri
Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde
Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde
Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar
Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım
Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.
Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde
Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde
Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar
Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım
Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.
LOUİS ARAGON -BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin
Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
Aşıklar eteğinde otursun ister
Bozulacak bir entaridir zaman
Perçemdir sonsuz
Taranmış
Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
soluklarla
Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
Sensin bıçak gibi geçen boynumu
Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
işkencesi oy
Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu
Daha da beterdir bu
Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan
Korkarım hep bozulur diye büyü
Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
Başın
Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları
Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım
Sen şakağımda vuran duvar saatisin
Sen solumazsan eğer ben boğulurum
Duraksar ve tenime konar adımın
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki
Her söz dilenen bir yoksulluktur
Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
bir şeydir
Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
Boynuna takacağın bir tümcenin saydam
kristalinden yoksunum
Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar
sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
yapan
Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben
Sana benzer zamandan sözetmeyi
Senden sözetmeyi beceremem ben
İnsanlar vardır hani istasyonlarda
El sallayan tren kalktıktan sonra
Yani ağırlığıyla göz yaşlarının
Kolları yana düşer onlara benzerim ben.
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum
senden
Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
şeyden
Korkuyorum davranışlarından söylenmedik
sözcüklerden
Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
senden
Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
Ölmek sevmekten daha kolaydır
Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
Sevgilim.
Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
Aşıklar eteğinde otursun ister
Bozulacak bir entaridir zaman
Perçemdir sonsuz
Taranmış
Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
soluklarla
Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
Sensin bıçak gibi geçen boynumu
Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
işkencesi oy
Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu
Daha da beterdir bu
Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan
Korkarım hep bozulur diye büyü
Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
Başın
Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları
Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım
Sen şakağımda vuran duvar saatisin
Sen solumazsan eğer ben boğulurum
Duraksar ve tenime konar adımın
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki
Her söz dilenen bir yoksulluktur
Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
bir şeydir
Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
Boynuna takacağın bir tümcenin saydam
kristalinden yoksunum
Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar
sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
yapan
Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben
Sana benzer zamandan sözetmeyi
Senden sözetmeyi beceremem ben
İnsanlar vardır hani istasyonlarda
El sallayan tren kalktıktan sonra
Yani ağırlığıyla göz yaşlarının
Kolları yana düşer onlara benzerim ben.
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum
senden
Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
şeyden
Korkuyorum davranışlarından söylenmedik
sözcüklerden
Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
senden
Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
Ölmek sevmekten daha kolaydır
Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
Sevgilim.
LOUİS ARAGON
ELSAYA ŞİİRLER
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin
Zaman kadındır İster ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu
Hazzın ötesinde sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Her söz
Dudağımda bir dilenen zavallı
Acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında
İşte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
Kaba konuşmamdan gücenme benim Bu konuşma
Ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben
Sana benzeyen zamandan söz açmayı
Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
Tıpkı uzun bir süre garda
El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin
Zaman kadındır İster ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu
Hazzın ötesinde sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Her söz
Dudağımda bir dilenen zavallı
Acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında
İşte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
Kaba konuşmamdan gücenme benim Bu konuşma
Ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben
Sana benzeyen zamandan söz açmayı
Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
Tıpkı uzun bir süre garda
El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
LOUİS ARAGON
BIRAKIP GİTTİN BENİ
Bırakıp Gittin Beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden alamadığım sessizliği
bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden
başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için
ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen
Bırakıp Gittin Beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden alamadığım sessizliği
bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden
başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için
ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen
LOUİS ARAGON / Mutlu Aşk Yoktur
MUTLU AŞK YOKTUR
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur
Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur
Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur
Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
23 Ağustos 2010 Pazartesi
CAN YÜCEL DATÇA'DA ANILDI
CAN YÜCEL DATÇA'DA ANILDI
12 Ağustos 2010 Perşembe
USTA şair Can Yücel, ölümünün 11'inci yıldönümünde, son günlerini geçirdiği Muğla'nın Datça İlçesi'nde anıldı.
Datça Belediyesi ile Edebiyatçılar Derneği'nin birlikte düzenlediği, 2'nci Datça Edebiyat Günleri, usta şair Can Yücel'in ölüm yıldönümü olan 12 Ağustos'ta başladı. Datça'da üç gün sürecek olan etkinlikler çerçevesinde ilçenin değişik yerlerinde fotoğraf sergileri, şiir ve müzik dinletileri düzenlenecek. 14 Ağustos'ta sona erecek olan edebiyat günlerinin ilk günü şair Can Yücel'e ayrıldı. Can Yücel'in hayatının son yılarını geçirdiği ski Datça'daki müze evi her yıl olduğu gibi yine ziyaretçi akınına uğradı. Türkiye'nin dört bir yanından gelen yüzlerce kişi, Can Baba'nın soluk alıp verdiği, şiirlerini kaleme aldığı eşyaları arasında dolaşırken, onun ağzından söylediği şiirlerle duygulandı. Can Yücel Müze Evi'ne açılan anı defteri ise dolup taştı.
İstanbul Sesler ve Düşler Grubu'ndan Güneş Demir (Gitar) ve Ozan Çoban (keman) mini dinletisi sundu. Müze evin ziyaretinin ardından, Can Yücel kahvesinde 'Öyle Rüzgar Esiyor ki, Bu Datça'da' adlı panel düzenlendi.
"BABAM ZOR İNSANDI"
Can Yücel'in kızı Güzel Yücel, babası ile anılarını anlattı. Can Yücel'in zor bir adam olduğunu belirten Güzel Yücel, "Babam bir o kadar da sade idi. Herkes soruyor nasıl bir baba diye. Babam, çocuklara bakarak şöyle derdi; 'Yaptığınız işi iyi yapın, yaşamınıza geçirin' derdi" diye konuştu.
Can Yücel'e de "Baba ben hala denizlerin korunması ile senin sokağının korunması ile uğraşıyorum. Su ise resimler yapıyor. Hasan, bilimsel çalışmalarına devam ediyor. Amerika'da bir ödül kazandı" diye seslenen Güzel Yücel, "Şöyle derdi babam; 'Dünya çok büyük. Biz onun çok küçük bir tarafını biliyoruz. Küçük bir yerini çalıştırıyoruz. Belki şiir, belki resim, belki müzik. Bu hayatın büyüsünü bu kadar az çalışan yönünün genişletilmiş hali şiirdir. Hayattan çıkan en büyük çılgınlıktır şiir' derdi. Datça'ya geldikten sonra babam için başka bir dönem başladı. Doğaya, börtü böceğe daha bir yakınlaşmıştı. Ama şunu unutmamıştı. Siyaset tepeden inme değil. Siyaset, nesnelere dokunmak onların yanı başında olmak demekti. Datça'nın insanları ile oturup konuşur, onlara şiirler okurdu. O birikimini buraya taşıyordu. Babam sınıf farkını biliyordu. Ama bu sınıf farkını en aza indirmeye çalışıyordu. Bunu da yaparken, bunu da korurken, burayı özellikle seçmişti. Binlerce yer olabilirdi. Ama urayı seçtiyse, buraya bugün bu kadar çok insan geliyorsa, babamın demek ki söyleyecek sözü bitmemiş. Daha büyüyerek gidiyor. Bugün de Türkiye'nin buna çok ihtiyacı var" dedi.
ÖLÜM VE YAŞAM
Datça Edebiyat Günleri'nin onur konuğu şair-yazar-çevirmen Ataol Behramoğlu ise "Can'a bir yıl daha yaklaştık" diyerek başladığı konuşmasında şunları söyledi:
"Geçen yıl da buradaydık. O gün de söylemiştim. Her geçen yıl Can'a bir o kadar daha yaklaşıyoruz. Bu tür toplantılara ölüm yıldönümü demek doğru değil. Şunu söylemek istiyorum. Bugün aramızda olmayan arkadaşlarımız tam olarak ölü değil. Bizler de tam olarak canlı değiliz. Hayatın gerekliliği böyle bir şeydir. Böyle bir beraberlik içindeyiz. Bunun altını çizmek isterim. Bir taraf, yani Can Yücel ve birçok başkaları. Böyle bir akış var."
Can Yücel'in bu ülkenin yetiştirdiği en seçkin şairlerden biri olduğunu ifade eden Behramoğlu, "Can Yücel kimliği ile kişiliği ile mizahı ile şiiri ile eylemi ile duruşu ile gerçekten bir çok yaşamdan daha canlıdır. Dolayısıyla bu toplantılar bekli de bizi bir anlamda daha çok insan olmak. Kendimizi daha çok sorgulamak bakımından da etkiliyor. Bu nedenle de önem taşıyor. Can Yücel, bu ülkenin yetiştirdiği en seçkin şairlerinden, en seçkin toplum insanlarındandır. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bu ülkenin yetiştirdiği en çirkin, en saçma sapan, en beş para etmez insanları bugün ellerinde iktidarı tutmaktalar. Can Yücel olsaydı diye düşünüyorum. Kim bilir bunlar için neler söyler, neler yazardı, diye düşünüyoruz. Tabii ona yetişmeye çalışıyoruz ama Can Yücel olmak kolay değil. Kendisini sevgiyle saygıyla anıyoruz. Ölümünün 11 inci yılında ona layık olmak için çaba harcamalıyız. Samimiyetle içimizde, yüreğimizde beynimizde onu hissetmeliyiz" diye konuştu.
MEZARI BAŞINDA ANILDI
Muğla´nın Datça İlçesi´nde, 2. Datça Edebiyat Günleri etkinlikleri çerçevesinde usta şair Can Yücel, ölümünün 11´nci yıldönümünde mezarı başında anıldı. Belediye mezarlığındaki anma törenine, CHP´li Belediye Başkanı Şener Tokcan, Can Yücel´in kızları Güzel ve Su Yücel ile sanatçılar, Can Yücel´in dostları ve vatandaşlar katıldı.
Belediye Başkanı Şener Tokcan, törende yaptığı konuşmada, Can Yücel´in değerinin her geçen gün daha iyi anlaşıldığına dikkat çekerek, ``Çocuklarımızı burada görmek çok önemlidir. Şiir adına mizah adına, sanat adına bunu çok önemsiyorum. Datça´nın sanat kimliğine Can Yücel´in katkıları saymakla bitmez. Datça gerçekten de çok şanslı bir ilçe ki, Can Yücel gibi usta bir şaire ev sahipliği yapma mutluluğunu yaşadı. Kültür ve sanatla iç içe bir coğrafyaya gerçek katkı Can Yücel tarafından yapılmıştır'' dedi.
Ressam İbrahim Çiftçi ise konuşmasında, bugün bu törene katılan herkesin buradan ayrıldıktan sonra kendilerini sorgulamaları gerektiğini belirterek şunları söyledi:
"Buradan gidince ben nerede kimin yanında duruyorum diyecek misiniz? Yalansız bir dünyada yaşıyor musunuz? Yaşadığınız dünyaya, yaşadığınız ülkeye ve bu ülkenin emekçilerine, halkına karşı davranışınız, ilişkiniz, beraber üreteceğimiz projeleriniz ve hayatın inşa edilmesine ilişkin davranışınız nedir diye soracak mısınız? Bir ölü seviciliği yapmanın bir anlamı yok. Zannederim ki Can Yücel en çok buna karşı çıkardı. Bugün tabiiki burada birlikte olmak, bu güzel insanlarla bir şeyleri anımsamak ve bunu bir fener ışığı gibi geleceğe taşıyabilmek için elimizde kılavuz olarak bulundurmak çok güzel. Ama önemli olan şudur: Buradan ayrıldığınız zaman siz kimsiniz, neye karşısınız, duruşunuz nerede, kiminle beraber. Bunu sorgulamanızı istiyorum.''
Mustafa SARIİPEK- Mehmet ÇİL/DATÇA (Muğla), (DHA)
12 Ağustos 2010 Perşembe
USTA şair Can Yücel, ölümünün 11'inci yıldönümünde, son günlerini geçirdiği Muğla'nın Datça İlçesi'nde anıldı.
Datça Belediyesi ile Edebiyatçılar Derneği'nin birlikte düzenlediği, 2'nci Datça Edebiyat Günleri, usta şair Can Yücel'in ölüm yıldönümü olan 12 Ağustos'ta başladı. Datça'da üç gün sürecek olan etkinlikler çerçevesinde ilçenin değişik yerlerinde fotoğraf sergileri, şiir ve müzik dinletileri düzenlenecek. 14 Ağustos'ta sona erecek olan edebiyat günlerinin ilk günü şair Can Yücel'e ayrıldı. Can Yücel'in hayatının son yılarını geçirdiği ski Datça'daki müze evi her yıl olduğu gibi yine ziyaretçi akınına uğradı. Türkiye'nin dört bir yanından gelen yüzlerce kişi, Can Baba'nın soluk alıp verdiği, şiirlerini kaleme aldığı eşyaları arasında dolaşırken, onun ağzından söylediği şiirlerle duygulandı. Can Yücel Müze Evi'ne açılan anı defteri ise dolup taştı.
İstanbul Sesler ve Düşler Grubu'ndan Güneş Demir (Gitar) ve Ozan Çoban (keman) mini dinletisi sundu. Müze evin ziyaretinin ardından, Can Yücel kahvesinde 'Öyle Rüzgar Esiyor ki, Bu Datça'da' adlı panel düzenlendi.
"BABAM ZOR İNSANDI"
Can Yücel'in kızı Güzel Yücel, babası ile anılarını anlattı. Can Yücel'in zor bir adam olduğunu belirten Güzel Yücel, "Babam bir o kadar da sade idi. Herkes soruyor nasıl bir baba diye. Babam, çocuklara bakarak şöyle derdi; 'Yaptığınız işi iyi yapın, yaşamınıza geçirin' derdi" diye konuştu.
Can Yücel'e de "Baba ben hala denizlerin korunması ile senin sokağının korunması ile uğraşıyorum. Su ise resimler yapıyor. Hasan, bilimsel çalışmalarına devam ediyor. Amerika'da bir ödül kazandı" diye seslenen Güzel Yücel, "Şöyle derdi babam; 'Dünya çok büyük. Biz onun çok küçük bir tarafını biliyoruz. Küçük bir yerini çalıştırıyoruz. Belki şiir, belki resim, belki müzik. Bu hayatın büyüsünü bu kadar az çalışan yönünün genişletilmiş hali şiirdir. Hayattan çıkan en büyük çılgınlıktır şiir' derdi. Datça'ya geldikten sonra babam için başka bir dönem başladı. Doğaya, börtü böceğe daha bir yakınlaşmıştı. Ama şunu unutmamıştı. Siyaset tepeden inme değil. Siyaset, nesnelere dokunmak onların yanı başında olmak demekti. Datça'nın insanları ile oturup konuşur, onlara şiirler okurdu. O birikimini buraya taşıyordu. Babam sınıf farkını biliyordu. Ama bu sınıf farkını en aza indirmeye çalışıyordu. Bunu da yaparken, bunu da korurken, burayı özellikle seçmişti. Binlerce yer olabilirdi. Ama urayı seçtiyse, buraya bugün bu kadar çok insan geliyorsa, babamın demek ki söyleyecek sözü bitmemiş. Daha büyüyerek gidiyor. Bugün de Türkiye'nin buna çok ihtiyacı var" dedi.
ÖLÜM VE YAŞAM
Datça Edebiyat Günleri'nin onur konuğu şair-yazar-çevirmen Ataol Behramoğlu ise "Can'a bir yıl daha yaklaştık" diyerek başladığı konuşmasında şunları söyledi:
"Geçen yıl da buradaydık. O gün de söylemiştim. Her geçen yıl Can'a bir o kadar daha yaklaşıyoruz. Bu tür toplantılara ölüm yıldönümü demek doğru değil. Şunu söylemek istiyorum. Bugün aramızda olmayan arkadaşlarımız tam olarak ölü değil. Bizler de tam olarak canlı değiliz. Hayatın gerekliliği böyle bir şeydir. Böyle bir beraberlik içindeyiz. Bunun altını çizmek isterim. Bir taraf, yani Can Yücel ve birçok başkaları. Böyle bir akış var."
Can Yücel'in bu ülkenin yetiştirdiği en seçkin şairlerden biri olduğunu ifade eden Behramoğlu, "Can Yücel kimliği ile kişiliği ile mizahı ile şiiri ile eylemi ile duruşu ile gerçekten bir çok yaşamdan daha canlıdır. Dolayısıyla bu toplantılar bekli de bizi bir anlamda daha çok insan olmak. Kendimizi daha çok sorgulamak bakımından da etkiliyor. Bu nedenle de önem taşıyor. Can Yücel, bu ülkenin yetiştirdiği en seçkin şairlerinden, en seçkin toplum insanlarındandır. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bu ülkenin yetiştirdiği en çirkin, en saçma sapan, en beş para etmez insanları bugün ellerinde iktidarı tutmaktalar. Can Yücel olsaydı diye düşünüyorum. Kim bilir bunlar için neler söyler, neler yazardı, diye düşünüyoruz. Tabii ona yetişmeye çalışıyoruz ama Can Yücel olmak kolay değil. Kendisini sevgiyle saygıyla anıyoruz. Ölümünün 11 inci yılında ona layık olmak için çaba harcamalıyız. Samimiyetle içimizde, yüreğimizde beynimizde onu hissetmeliyiz" diye konuştu.
MEZARI BAŞINDA ANILDI
Muğla´nın Datça İlçesi´nde, 2. Datça Edebiyat Günleri etkinlikleri çerçevesinde usta şair Can Yücel, ölümünün 11´nci yıldönümünde mezarı başında anıldı. Belediye mezarlığındaki anma törenine, CHP´li Belediye Başkanı Şener Tokcan, Can Yücel´in kızları Güzel ve Su Yücel ile sanatçılar, Can Yücel´in dostları ve vatandaşlar katıldı.
Belediye Başkanı Şener Tokcan, törende yaptığı konuşmada, Can Yücel´in değerinin her geçen gün daha iyi anlaşıldığına dikkat çekerek, ``Çocuklarımızı burada görmek çok önemlidir. Şiir adına mizah adına, sanat adına bunu çok önemsiyorum. Datça´nın sanat kimliğine Can Yücel´in katkıları saymakla bitmez. Datça gerçekten de çok şanslı bir ilçe ki, Can Yücel gibi usta bir şaire ev sahipliği yapma mutluluğunu yaşadı. Kültür ve sanatla iç içe bir coğrafyaya gerçek katkı Can Yücel tarafından yapılmıştır'' dedi.
Ressam İbrahim Çiftçi ise konuşmasında, bugün bu törene katılan herkesin buradan ayrıldıktan sonra kendilerini sorgulamaları gerektiğini belirterek şunları söyledi:
"Buradan gidince ben nerede kimin yanında duruyorum diyecek misiniz? Yalansız bir dünyada yaşıyor musunuz? Yaşadığınız dünyaya, yaşadığınız ülkeye ve bu ülkenin emekçilerine, halkına karşı davranışınız, ilişkiniz, beraber üreteceğimiz projeleriniz ve hayatın inşa edilmesine ilişkin davranışınız nedir diye soracak mısınız? Bir ölü seviciliği yapmanın bir anlamı yok. Zannederim ki Can Yücel en çok buna karşı çıkardı. Bugün tabiiki burada birlikte olmak, bu güzel insanlarla bir şeyleri anımsamak ve bunu bir fener ışığı gibi geleceğe taşıyabilmek için elimizde kılavuz olarak bulundurmak çok güzel. Ama önemli olan şudur: Buradan ayrıldığınız zaman siz kimsiniz, neye karşısınız, duruşunuz nerede, kiminle beraber. Bunu sorgulamanızı istiyorum.''
Mustafa SARIİPEK- Mehmet ÇİL/DATÇA (Muğla), (DHA)
AYDIN BİR KARGA İLE TİLKİ
Lafonten’den bu yana devran hayli değişti
İlme verdi kendini şanlı karga milleti.
Atomlar atom değil,patlamıyorlar onsuz,
Keymbiriç’ten Harvord’a öncümüz Doktor Korvus!
Şan etti mi şanosu Kelektironik müzik
O da kandillerde bir ! Sanatı sittirettik!
Dün gördüm tünemişti Mülkiyye’nin damına,
Tabiy ekonomistti iktisadın rağmına.
Dedim Or. Purofesör,kurtar şu memleketi!
Sermayenin dedi marijinal müsmiriyeti!
Ben ki tilkiyim diye postumu yitirmişim,
Ulan, böyle tekkeye her zaman postnişinim!
O ne kokuydu anam!Bu cins peynirlere pes!
Rokfellerle Kaşkaval ve Maraşalımız Keyns!
Madem en hırtı bile Aynşitayn’a muasır,
Hayatta en hakiki mürşit kargadır!
CAN YÜCEL--- GÖKYOKUŞ/KUZGUNUN YAVRUSU ‘dan
Lafonten’den bu yana devran hayli değişti
İlme verdi kendini şanlı karga milleti.
Atomlar atom değil,patlamıyorlar onsuz,
Keymbiriç’ten Harvord’a öncümüz Doktor Korvus!
Şan etti mi şanosu Kelektironik müzik
O da kandillerde bir ! Sanatı sittirettik!
Dün gördüm tünemişti Mülkiyye’nin damına,
Tabiy ekonomistti iktisadın rağmına.
Dedim Or. Purofesör,kurtar şu memleketi!
Sermayenin dedi marijinal müsmiriyeti!
Ben ki tilkiyim diye postumu yitirmişim,
Ulan, böyle tekkeye her zaman postnişinim!
O ne kokuydu anam!Bu cins peynirlere pes!
Rokfellerle Kaşkaval ve Maraşalımız Keyns!
Madem en hırtı bile Aynşitayn’a muasır,
Hayatta en hakiki mürşit kargadır!
CAN YÜCEL--- GÖKYOKUŞ/KUZGUNUN YAVRUSU ‘dan
GÜLER YÜCEL’LE “CAN” ÜZERİNE
GÜLER YÜCEL’LE “CAN” ÜZERİNE
Röportaj :Nedim Kibar
Nedim Kibar: Buraya geliş öykünüzü anlatır mısınız?
Güler Yücel : Ben İstanbul’daydım. Can telefon etti. “Ben Datça’da bir ev aldım” dedi. Bende genelde sen satarsın diyerek işletiyor sandım. “Yok canım ciddi bir ev aldım Datça’da yaşayacağız artık” dedi. Ben tabi geldim. O zaman burası yıkıntı, ahır olarak kullanılan evdi (150 senelik bir Rum evi). Buraları o günlerde harabe bir yerdi, şimdi ise gördüğünüz gibi düzenlenmiş bir köy oldu. Can’ın tek mülk sahibi olduğu ev burasıydı. Çok sevdi burayı, Can’a nasıl buldun burayı diye soruyorlar “elimle koymuş gibi” diyor ya.
SORULU CEVAPLI
- Ne harika yer burası
Nereden buldun bu Datça’yı
- Elimde koymuş gibi buldum
Nedim Kibar : Datça üzerine ya da onu çağrıştıracak şiirleri de var değil mi?
Güler Yücel : “Su” getirmişti. Bir kitap okudum. Böyle yerleri ilk önce sanatçılar keşfediyor. Dünyanın birçok yerinde önce sanatçıların keşfettiği yerler yaygın olarak tanınan meşhur olmuş. Can’da Datça’yı keşfetmiş. Birçok insan Can’ın yaşadığı yeri merak ederek geliyor. Yaşarken balkonda oturur eve pek fazla kimseyi almazdı. Konuşmak istediği insanlarla dışarıda, kahvede görüşürdü. Can eve yakınlaştığı “He heyt” diye nara atarak girerdi. İşte geldi derdik. Köpek ve kediler yanına yanaşır onlara bir şeyler verirdi. İçeri girerken de “Güler Heyt nerdesin, evde misin, değil misin” diye yoklardı. Tabi hep evde olacaksın! Arka bahçedeyim gelsene derdim. Evin alış verişini Can yapardı. Balık, içki alırdı. Malum içkiyi severdi. İçki onun subabı gibi bir şeydi daha büyük patlamalara neden olmamak için içiyordu diye düşünüyorum. Potansiyel enerjisini içkiyle patlatırdı, denebilir. Can içki içmediğinde başka bir kişilikti çok ciddi, sakin ama her zaman bir neşe, bir keyif vardı. Biz çok keyifli yaşadık. Keyif ne demek, evde her türlü politika, her türlü sanat, Can öldükten sonra fark ettim biz bu dünyanın dışında yaşamışız. Biz de ne para konuşulur, ne mülk konuşulur, ne çıkar konuşulur, bizde konuşulan sanat, şiir, edebiyat, resim, politika dediğim gibi bunlar konuşulurdu. Biz statükoya uygun, çıkarcı bir ortamda yaşamamışız. Şimdi mesela şu küçücük köyde bile çatışmaları görüyorum. Ayak oyunları dönüyor biz bunları bilmiyoruz, kim kime ayak atar ne kadar samimi, ne kadar değil. Ha bir de Can’ın şöyle bir özelliği vardı. Eve giren birini bakışlarıyla süzelerek, “bu adamla konuşmaya değmez ya da bu adam kaliteli biri” derdi,. İyi bir önsezisi vardı. Biz kapalı sayılabilecek bir ortamda yaşadık ama dünyadan da kopuk değildik. Eh hayatımız süt liman değildi, ben de biraz kavgacı ve ısrarcıydım. Can’da malum…
Nedim Kibar : Can Yücel’in toplumsal meselelere ilişkin duyarlılığına dönecek olursak, Ankara’da 90’lı yıllarda düzenlenen kitap fuarındaki söyleşisinde, Can Yücel politik sorulara, çok net, gündemin farkında ve sınıfsal bir bakış açısıyla yanıt verdiğini anımsıyorum.
Güler Yücel : Doğru teşhis.
Nedim Kibar : Yani herkes işin magazinsel boyutunda Can Yücel içiyor. Evet önünde, şarap bardağı içiyor ama sorulan her soruya da gayet akılcı, mantıklı ve durduğu yeri bilen bir tarzda yanıt veriyordu.
Güler Yücel : En içkili halinde bile ne dediğini bilen, neyi kime, nasıl söyleceğini bilen zeki bir adamdı. Ve bir de inandığını söyleyen, inandığı gibi yaşayan, insandı. Şimdi bakıyorum da sanatçılar, şair takımları, ne söylüyor, ne yaşıyorlar, bilmiyorum? Lanrowernler’a dolaşıyorlar. Can şiirin bir meta olmadığını söyleyen bir adamdı. Ölünceye kadar da şiir düşündü öyle yaşadı.
Nedim Kibar : Bana göre de şiirinde, Türk diline hakim olmasının yanı sırada şiirde ironi yapan (humor) değişikliklere açık tarzda yazan şairdi. Birde şöyle bir karşılaştırma yapacak olursak, A. Nesin mizahi öyküde düşmanıyla nasıl alay ediyorduysa, Can Yücel’de karşıtlarına şiir diliyle alay eder ve vurur diyebiliriz, sanırım.
Güler Yücel : Doğru söylüyorsun, yalnız A. Nesin’e de takılıyor; geçenlerde Aziz Nesin vakfından çocuklar geldiler. Bir A.Nesin’den bir Can’dan şiirler okundu. Aziz Nesin Vakfı’ndan yetişmiş eğitici olan gençlerden biri anlattı; “A.Nesin anlatmış onlara) A.Nesin kalp krizi geçiriyor, kalp krizi geçirdiği sırada yurt dışında telefon ediyor Can “neyi var A. Nesin’in” diye soruyor. Yanıtlıyorlar “Aort damarında tıkanma varmış” deniyor. Can’da diyor ki “Yahu onun zaten ar damarı çatlaktı.” (gülüşmeler) “Benim delilerim (damda deli var)” diye bir kitap yazmıştı. Aziz Nesin bizde Can’la imza gününe gitmiştik. Aziz bey “en büyük deliyi” ne zaman yazacaksınız dedim. Kaşını kaldırıp baktı, “ne demek istiyorsun?” dedi. Valla en büyük deliyi yazacak olmalısınız dedim. Sonraki kitabında bahsetti. “Güler en büyük deliyi ne zaman yazacaksınız” diye sordu. “Kocasının ‘en büyük’ deli olduğunu biliyor. Kendisi yazamayacağından benim yazmamı istiyor” diye yazdı.
Nedim Kibar : Size dönecek olursak şiir ve resim çalışmalarınızın olduğunu biliyoruz. Bu etkileşim Can Yücel’le mi ilgili yoksa sizde de mayalanmış bir temel var mı?
Güler Yücel : Bedri Rahmi Akademisi’nde yetiştim, Behdi Rahmi’nin öğrencisiydim, süreci tamamlayamadan evlendim. Bize Bedri Rahmi mektup yazdı Can’a, “sen benim en yetenekli öğrencimi çaldın” diye. Ama sonra Bedri Rahmi ile karşılaştığımızda, Hocam resime yoğunlaşamıyorum fakat üç tane çocuğum var onları yetiştiriyorum, dedim. Bedri Rahmi, “Güler yetenek yüzde birdir. Sanatta esas yapılacak şey’in %99’u çalışmaktır” dedi.
Nedim Kibar : O anlamda tekrar Can Yücel’e dönersek, Can Yücel’inde sürekli şiir düşündüğünü dille, sözcüklerle sürekli haşır neşir olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Güler Yücel : Tabi, tabi son zamanlarda, durduramıyorum beynimi sürekli kelime ve imgeler geliyor derdi.
Nedim Kibar : Çeviriye de farklı yaklaşıyor, kendi dilinde uyarlama, yeniden yazmak gibi…
Nedim Kibar : İngiltere’de radyo programcılığı veya sunuculukta yaptı değil mi?
Güler Yücel : BBC’de çalıştı, Londra’da, sonra beraber gittik Londra’ya.
Nedim Kibar : Kendi şiirini güzel okuyan/ seslendiren şairlerdendi. Şiirinin ezgisini, vurgusunu yerli yerinde yapan, Bizim Deniz’i hep etkilenerek dinlemişimdir.
Bizim Deniz
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak
En hızlısıydı hepimizin
En önde göğüsledi ipi..
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk… AŞK olsun!
Güler Yücel : Sesi güzeldi. Bir de kendi şiirini başkası okuduğunda beğenmediği yanlarını eleştirir, “öyle değil, böyle okunur” şekilde telkinde bulunurdu.
Nedim Kibar : Tiyatroyla ilgisi, seslendirmede şiir okumada avantajda sağlamış olabilir. Dediğim gibi ben Can Yücel’in sesinden “Bizim Deniz” dinlediğimde coşkulanırım. Şiirinin özelliklerinde biri de politik hatta güncel politik, toplumsal duyarlılıkları da içerisinde barındırıyor olması. “Kıssadan Kısa” ocağımıza incirlik diktiler.
BENZETMEYİ BENZETME
”Susurluk” ismi su sığırından geliyor.
”Manda” demek yani
3 kısım 1996’da
Susurluk yolunda
O iblis Mercedes’in
Masum kamyona çarpmasıyla
Gazi tarafından vaktiyle
Vaktinde siktir edilip de
sonradan harimimize
sinsi sinsi sokulan
Manda var ya
İşte o MANDA göle sıçtı
BENZETMEYİ BENZETME
”Susurluk” ismi su sığırından geliyor.
”Manda” demek yani
3 kısım 1996’da
Susurluk yolunda
O iblis Mercedes’in
Masum kamyona çarpmasıyla
Gazi tarafından vaktiyle
Vaktinde siktir edilip de
sonradan harimimize
sinsi sinsi sokulan
Manda var ya
İşte o MANDA göle sıçtı
Nedim Kibar : Yetiştiği ortamı hatırlarsak, Cumhuriyet dönemi kültür Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olmak, iyi bir eğitim almak…
Güler Yücel : Ben o eve gelin gittim, o evde Cuma günleri döneminin şairleri yazarları gelir, tartışmalar fikir alış verişleri yaşanırdı. Bizim eve de Edip Cansever, Turgut Uyar, Metin Eloğlu, Ece Ayhan bütün kapışmalarına rağmen tartışmalar yapılır, fikir teatilerinde bulunulurdu.
Nedim Kibar : Can Yücel’in şiir ikinci yeni kuşağın yakın olduğu söylenebilir mi?
Güler Yücel : Pek benimsemezdi. Şöyle derdi, “İkinci yeni için, çeviri hatası, iyi Fransızca bilmeyenlerin şiir çevirmesinden kaynaklanan yanlış bir çeviri hatasıdır” derdi. Yani “Avrupa’dan alıyoruz her şeyi onun için öyle” derdi.
Nedim Kibar : Can Yücel’in dünya görüşü var. Marksist diyalektiği biliyor.
Güler Yücel : Bizim ev TİP’si döneminde şube gibiydi, genç çocuklar gelirdi. Onlarla Marksizm ve diyalektik materyalizm üzerine tartışırdı. Anlatırdı onlara ama hiçbir zaman bir öğretmen tavrı edası, üstten bakan bir tarzı olmadı.
Nedim Kibar : Yani yalınlık sadelik mütevazılık sizde de ailede de mecazi anlamda bir ‘insani çıplaklık’ gözlemliyorum.
Güler Yücel : Evet öyleyizdir.
Nedim Kibar : Can Yücel’de de o yalınlık çıplaklık dobra dobra ifade tarzı mezar taşına aktarılmış dizesindeki gibi ‘Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’sizin söylediğiniz sözlerde de ifade ettiğiniz gibi yalansız dolansız günlük çıkarların tamamen ötesinde hayattan lüksler beklemeden yaşamak…
Sevgi Duvarı
(…)
Baktım gökte bir kırmızı uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Güler Yücel : Görüyorsunuz işte evimiz yataklar, kitaplar, resimler sadelik… Biz aynı hamur tahtasında yoğrulduk buna mütevazılıkta değil bir yaşam biçimi demek lazım. Can’ın şenlik söz konusu olduğunda (belediye başkanına) şöyle bir laf etmişti: “Benim adımı Karhaneye koymayın” demişti. Birde gözlemlediğim bir şey bu şair olduğunu iddia eden kesimde her eline kalem alan şair kesildi. Uluslararası şiir festivali yapacaklarmış. Belediyenin tavrı da malum! Biz Datça’ya kendi tercihimiz irademizle gelmişiz. Burası on yıl önce oluştu düzenlendi. O zaman bizden başka kimse eline süpürge almadı.
Nedim Kibar : Datça’da benimde gözlemlediğim “Can” adı imajı birçok işletmede kullanılıyor. Peki bu işletmeler Can yücel şiirinde ne demek istiyor biliyorlar mı!? Emin değilim. Ama küçük çocuklar biz bu sokağa girdiğimizde Can Yücel’in şiirlerinden okudular. Onlar daha sıcak ve yakındılar. Ben kendi adıma Datça’yı Can Yücel’le aracılığıyla tanıdım. Bazı kurumların kişilerin iyi niyeti sezinlenemiyor .Can Yücel’in dediği üzere Karhane hissediliyor.
Güler Yücel : Bizde o yüzden Can’ın adını kullandırmak istemiyoruz.
Nedim Kibar : Tamda bu konuyu açmışken saptadığım bir genellemeyi konuşmak isterim. Türkiye yönetici sınıfları kendi aydınına ve sanatçısına dair sorunu var. Karşılaştırma yapacak olursak Fransa’da Fransız burjuvazisi kendi karşıtı olan sanatçı –aydınına anıt mezar, müze v.b. şeyleri hiç yüksünmeden yaptırabiliyor. Nazım Hikmet’in mezarı Moskova’da Sabahattin Ali, Enver Gökçe, Yılmaz Güney, Can Yücel vb. Gereken değer verilmiyor. Nasıl açıklanabilir? Kendi sınıfsal karakterini, kültürünü bile yaratamamış bir burjuvazi olmasına dayandırılabilir bir yönüyle…
Güler Yücel : Neye dayandırılabilir bilinç sanatçıya değer verme bilinci onun farklı bir insan olduğunu kavramaları lazım. Türkiye’de sanatçının farklılığını göz önüne çıkarabilecek bir burjuvazi yok böyle bir birikim yok. Sözde şimdi bu ev müzedir. Esasında tescil edilmiş bir müzedir. Ben yurtdışına Amerika vs. gittim. Şair evlerini gezdim. Baktım bunlar nasıl yapılmış hakikaten arkalarında üniversiteler ve benzeri kurumlar var. Bizde de şuna dikkat edin mesela Can kadar Can gittikten sonra anılan şair azdır. Bunu da ben ailenin bilinci olduğunu düşünüyorum. Çocuklarımızın kendi çalıştıkları alanları olmasına rağmen ne yapabilirlerdi:
Babalarının sanat anlayışını düşüncesini, ahlak anlayışını, estetik anlayışını sahiplenip korumaya yaşatmaya çalışıyorlar.
Benim oğlum (Can’ın çocuklarını yetiştirme anlayışı) nöropatoloji dalında eğitim gördü. Kanada’da, Singapur’da ödüllerde aldı. Can Hasan’ı, Gazi Yaşargil’e tavsiye etti. Bilirsiniz Nöroşirörji dalında G. Yaşargil dünya çapında önemli isimlerdendir ve Can Hasan’ın eğitimini nöropatolojiye yönlendirdi. Hasan da “tıp okuyayım da para kazanayım” derdi olmadı. Ödüller almasına rağmen burada doktorlar dönüm dönüm arazi satın alıyorlar…
Nedim Kibar : Evet insan sağlığı insan artık satılabilir metaya dönüdü…diğer çocuklar
Güler Yücel : Su ressam güzelse Kandilli Lisesi’nde okudu. Denizi çok seviyordu, su ürünleri ile ilgili bölüme girdi.Can çocuklara klasikleşmiş meslekler değil de yeni dünyanın trendini yakalayacak meslekler önermeye çalışırdı. Hasan gelmeden önce tıp hakkında nöroloji üzerine okur, onunla kendi mesleği üzerine uzun uzun sohbet ederdi.
Güler Yücel : Düz yazı yazmak istemezdi. Şiirine anlatım yüklüyordu zaten şiir yoğun düşünüyordu ve hep şunu söylerdi: “şiirde çoğaltmak bol sözcük değil azaltmak, özü yakalamak, fazlalıkları atmak gerekir” derdi. Şiirde de yaşamda da fazlalıkları atmak! Edip Cansever ile ilgili bir anımızı aktarayım. E. Canseverin “Yerçekimli Karanfil” adlı kitabı vardır. Bir akşam Edip’le Can birlikte içiyorlar. Edip Bebekte biz Kanlıca da oturuyoruz o zaman, Edip Can’a “bende kal bu akşam” diyor. Gecenin ilerleyen saatinde Edip sızıyor. Can’sa içince uyumaz zaten masada gördüğü Edip’in şiirini alıyor bu fazla bu sözcük gereksiz şiirle uğraşıp karalıyor. Edip Cansever sabah kalktığında kıyameti koparıyor “sen benim şiirime nasıl müdehale edersin, sen benim arkadaşım değilsin” diye. Bir zaman sonra Papürüs’e geldik oturuyoruz. Edip Cansever girdi içeri, Edip gelsene masaya dedim. “Yok bu adamı sevmiyorum gelmeyeceğim” dedi. Ben yahu senin soyadın Cansever deyince yanımıza geldi oturdu. Sonra bir kağıt istedim oradakilerden Can’a da Edip’e de sen bir dize yazacaksın sende bir dize dedim yazdılar. Kağıdı masada bıraktık o kağıdı da Halil Ergün almıştı bir fotokopisini gönder demiştim ama haber çıkmadı.
Nedim Kibar : Can Yücel ile yaşadığınız aşk resim şiir Datça…
Güler Yücel : Birlikte yaşadık. Resim yapmaya şiir yazmaya devam ediyorum. Datça’da yaşıyorum.
Nedim Kibar : Can Yücel’in alkolle ilişkisini düşündüğümüzde Can ile yaşamak zor bir adamıydı?
Güler Yücel : Bana derdi ki “sen demir leblebisin, seni çiğneyemiyorum.” Çiğnese yutardı. Mesela gece üçte dörtte kaldırır yazdığı şiiri ilk bana okurdu. Bende eleştirir şurası sarkıyor olmamış derdim. O da sen şiirden ne anlarsın der daha sonra gider düzeltir yanıma gelip tekrar okur “olmuş mu?” diye sorardı. Ben Can ile hayatı iç içe severek yaşadık.
Su Yücel : Annem kendisini hayatını şiirle çok iyi anlattı.
BİRLİKTELİK
Farkımız çok hem de pek çok
İçtiğimizden sıçtığımıza kadar
Ama bizi birbirimizden ayıran en büyük fark
Bana sorarsan
Sen şiir yazıyorsun durmadan
Bense çok az
Üstelik sen yokken şiirleniyorum ben.
Sense her zaman
Olsun be…
Vazgeçtim ben şiir yazmaktan
G. Yücel
Nedim Kibar : Sizinde babanızın son dönemine son günlerine ilişkin anlatacağınız anılar olmalı.
Datça’ya geldikten sonra babam büyük şehirden buraya geldiğinde daha doğaya yakınlaştı insanlar daha içten büyük şehirdeki insan ilişkilerindeki soğukluk (herkes Picasso modeli ) yabancılaşmaktan uzaklaştı. Burada köy kahvesinde oturur insanlarla sohbet eder ve Datça’nın tabiat güzelliğinin içerisinde yaşaması onu daha da sakinleştirmişti.
Nedim Kibar : Son olarak Datça da yapılan anma etkinliklerinden bahseder misiniz?
Su Yücel : Biz bu evi açamıyoruz anma etkinliklerine birkaç yıldır belediye gerekli ilgiyi göstermiyor, biz de pek niyetli değiliz. 12 AĞUSTOS HER AGUSTOS’UN İKİNCİ PAZAR’I MEZARI BAŞINDA ANMA DÜZENLİYORUZ. Ayrıca CANEVİ’NDE, kütüphane ellerinin değdiği kitaplar, resimler, arşivi, elyazmaları, mektupları, kendi çalışmaları, saklı gelecekte bazılarını tasnif edip yayınlayabiliriz belki…
Ağustos 2007
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)