Pablo Neruda (asıl ismi: Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto) (12 Temmuz 1904 Parral, Şili - 23 Eylül 1973 Santiago), Şilili yazar ve şair.
Hayatı :
Şili'de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini çok küçükken kaybetti. 13 yaşındayken yerel "La Mañana" gazetesindeki bazı makalelerle katkıda bulunmaya başladı. 1920'de "Selva Austral" isimli edebiyat dergisinde "Pablo Neruda" adıyla yazmaya başladı. Şair, bu takma ismi Çek şair Jan Neruda'da anısına seçmişti. Daha sonra bu isim yasal adı olarak kalmıştır. İlk kitabı Crepusculario 1923 yılında yayınladı. Sonraki sene şairin en tanınmış ve pek çok dile çevrilmiş olan eserlerinden Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı(Veinte poemas de amor y una cancion desesperada) basıldı. Edebi çalışmalarına devam ederken, bir yandan da Santiago'daki Şili Üniversitesi'nde Fransızca ve pedagoji okudu. 1927-1935 arası hükümetin elçisi oldu ve Burma, Seylan, Java, Singapur, Buenos Aires, Barselona ve Madrid'te görev yaptı. Bu dönemde yazdığı şiirler ezoterik sürrealist şiir kitabı "Residencia en la tierra" (1933)da toplanmıştır.
İspanya İç Savaşı ve García Lorca'nın ölümü onu çok etkiledi ve önce İspanya sonra da Fransa'da Cumhuriyetçi harekete katılmasına neden oldu. Bu sırada şiirlerini topladığı Kalbimdeki İspanya (España en el Corazón (1937)) üzerine çalışmaya başladı. Kalbimdeki İspanya iç savaş sırasında cephede basılması açısından önemlidir. Aynı yıl ülkesine dönen Neruda'nın daha sonraki eserlerini siyasi ve sosyal konular üzerine oluşturmuştur.
1939'da Paris'te İspanyol göçmenler için konsolosluk görevine getirildi. Meksika'daki konsolosluk görevi sırasında Canto General de Chile'yi yazdı. Bu eserde bütün Güney Amerika kıtasının doğası, insanları ve tarihi yazgısı epik şiir şeklinde anlatılmaktadır. Eser, 1950'de Meksika'da basılırken, Şili'de de el altından yayınlandı. Yaklaşık 250 şiirin yer aldığı eser, on kadar dile çevrildi ve bu çeviriler yüzünden Neruda elçilik yaptığı ülkelerde zorluklar yaşadı.
1943'te Şili'ye dönen Neruda, 1945'te senatör seçildi ve Şili Komünist Partisi'ne katıldı. 1947'de Başkan González Videla'nın grevdeki madencilere yönelik baskıcı protestolarını protesto ettiği için, 2 yıl boyunca kendi ülkesinde kaçak yaşadı. 1949'da yurt dışına çıktı ve 1952'ye kadar çeşitli ülkelerde bulundu. Bu dönemde yazdığı eserler politik aktivitelerinin damgasını taşır. Örneğin Las Uvas y el Viento (1954) Neruda'nın sürgündeki günlüğü gibidir.
Yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya'daki faşizme karşı durmuştur. 1970 yılında Şili başkanlığına aday gösterilmiş, ancak daha sonra başkan seçilen Salvador Allende'yi desteklemiştir. Allende seçilince Neruda'yı Şili'nin Fransa elçisi olarak görevlendirdi. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü aldı. 1972 yılında sağlık sorunları nedeniyle elçilik görevini bırakarak Şili'ye döndü. 24 Eylül 1973'de kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
Kendisi Nazım Hikmet adına Barış Ödülü almıştır.Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun(Nazım Hikmet'in)yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür
ŞİİRLERİ OĞULLARI ÖLEN ANALARA TÜRKÜ
Onlar ölmediler yok,
Ateş fitiller gibi:
Dimdik ayakta,
Barut ortasındalar!
Karıştı, bakır tenli
Çayır çimene,
Karıştı,
O canım hayalleri:
Zırhlı bir rüzgar,
Perdesi gibi;
Bir set gibi:
Kızgın çehreli,
Göğüs gibi:
Göğün görünmez göğsü gibi!
Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar,
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi.
Bir çan darbeleri gibi,
Onlar.
Ölmüş gövdeler arasında,
Zaferi çekiçleyen bir ses gibi
Onlar,
Kara bir ses gibi.
Ey canevinden vurulmuş,
Toz duman olmuş bacılar!
İnanın oğullarınıza.
Kök oldu onlar,
Sade kök:
Kan suratlı,
Taşlar altında.
Karışmadı toprağa,
Dağılmış kemikçikleri.
Ağızları ısırır hala,
Kuru barutu;
Ve demir bir okyanus gibi,
Titreşirler hala.
Ben ölmedim der,
Yumrukları;
Yukarı kalkık yumrukları,
Daha.
Bunca yere düşmüşlerden,
Yenilmez bir hayat doğar:
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden;
Bir yüz bekler karanlıkları,
Ölü gözleriyle,
Kılıcı dopdolu,
Dünya ümitlerinden.
Dursun,
Dursun yas esvaplarınız.
Yığın derleyin,
Gözyaşlarınızı;
Bir metal oluncaya kadar:
Bununla vuracağız,
Gündüz gece;
Bununla çiğneyeceğiz,
Gündüz gece;
Bununla tüküreceğiz
Gündüz gece
Kin kapılarını,
Kırıncaya kadar.
Oğullarınızı bilirdim,
Unutmadım acılarınızı.
Ölümleriyle nasıl kıvandıysam,
Hayatlarıyla da öyleyimdir.
Onların gülüşleridir:
Karanlık atölyeleri ışıtan.
Her gün metroda, yanıbaşımda:
Onların ayak sesleridir,
Çın çın.
Akdeniz portakallarında,
Güney ağları içinde;
Yapılarda,
Basımevi mürekkeplerinde;
Kalplerini tutuşur gördüm onların,
Güçle, yangınla.
Ben de sizler gibiyim, analar .
Benim kalbim de yas dolu, ölüm dolu.
Gülüşlerinizi öldüren kanla,
Serpilip gelişmiş;
Bir orman gibidir kalbim.
Günlerin kahredici yalnızlığı,
Uyanışın sisli öfkeleri
Girmiştir içine.
Susamış sırtlanları,
Bitip tükenmez ürmeleriyle
Afrikadan gürleyen hayvan sesini;
Öfkeyi, iniltileri, hoşgörmeleri,
Bırakın, bir yana bırakın.
Ölümün ve tasanın
Çemberinden geçmiş analar,
Doğan ulu günün ortasına bakın:
Bu topraktan güler ölüleriniz.
Kalkık yumrukları titrer,
Buğdayın üstünde,
Bilesiniz. Pablo NERUDA
YARGIÇLARASMA ÇUBUĞU VE RÜZGAR Bir şarkıcıyım ben,
(Seçme)
Ne hakkın olacak,
Ne, bir şeyciğin.
Sen, Amerikaların,
Terkedilmiş oğlu,
Sen ey yoksulluk kadehi:
Aşağı Peru’da, Patagonya’da,
Şehirlerde ve Nikaragua’da,
Korumak için toprağını,
Ve ufacık evini, mısırlarıyla;
Ne yargıç var sana,
Ne kanun.
Efendilerinin,
Seni yenenlerin sultanlığı,
Geldiği çağda;
Yeni unutulmuştu daha,
Bıçaklı,
Pençe tırnaklı eski düş.
Göğünü, ıssız komak için,
Geldi kanun;
Tapılmış toprağını,
Çekip almak için geldi;
Nehirlerinin suyunu,
Kapışmak için;
Ağaçlarının hürlüğünü,
Çalmak için geldi.
Yalancı tanıklar,
Tuttular.
Vura vura deldiler,
Yüreğini:
Celplerle, kağıtlarla,
Soğuk fermanlar altına,
Gömdüler seni.
Acının sınırında,
Ayıkınca bir:
Odsuz ocaksız, kimsesiz,
Tığ teber, şah-ı merdan;
Al dediler zindan,
Al dediler zincir,
Vurdular kelepçeyi;
Yüzüp te bir yoksul can,
Kurtarmayasın diye,
Boğulasın diye boğulasın,
Debelene, debelene. Pablo NERUDA
AĞIT
Nehirler gibi,
Ağlamak istiyorum,
Garip bir başıma ben;
Kaygılar almalı beni,
Dalıp gitmeliyim,
Eski maden gecelerin gibi.
Neden,
Pırıl pırıl anahtarlar,
Neden harami elinde?
Kalksana Oello ana,
Aç sırrını,
Bu bitmez gecenin
Yorgunluğuna;
Akıl ver damarlarına,
Senin olsun,
Yupanqui’ler güneşi
Uyku hali konuşurum
Seninle,
Toprak toprağa.
Sıradağların;
Döl yatağı;
Sen ey Perulu ana,
Nasıl oldu nasıl oldu da
Saplandı,
Bu hançerler çığı,
Senin gebe kumluğuna?
Ellerin içindeyim,
Kıpırdamam,
Duyuyorum:
Madenler yayılıyorlar,
Yeraltı boğazlarına.
Köklerinden olmuşum,
Ben, senin;
Bilmem neden,
Toprak vermez bilgeliğini
Bana.
Geceden gayrı,
Gördüğüm yok;
Yıldızlı topraklar,
Altında.
Bu uyduruk,
Bu cinli hayal da ne?
Sürünür gider,
Ta kızıl bir çizgiye?
Yasın gözleri,
Bitki, kapkara.
Nasıl vardın,
Bu acı rüzgara;
Nasıl oldu, nasıl oldu da,
Öfke taşları arasından,
Kopak;
Kaldırmadı kil tacını,
O gözler kamaştıran?
Yanayım kara bahtıma,
Çadırlar altında, bırak!
Kararmış ölü bir kök gibi,
Ko batıp gideyim!
Bu bitmez zalim gecede,
Yerin dibine ineceğim, ben;
Bir altın ağza kadar.
Gecenin taşına uzanmalıyım.
Burada ölmeliyim, derdimle.
Pablo NERUDA
ALMERİA
Döğülmüş, zehir zift bir tabak,
Al papaz bu senin.
Bir tabak:
Demir kırıntıları,
Küller ve gözyaşlarıyla;
Bir tabak:
Devrik duvarlar,
Hıçkırıklar taşan;
Al papaz bu senin,
Almeria’nın kanından.
Bir tabak:
Püskürme ateş,
Korkular, yıkıntılar,
Deli sularla;
Bir tabak:
Kırık ışıklardan,
Ezik başlardan;
Bir tabak, bir kara tabak,
Al bankacı bu senin,
Almeria’nın kanından.
Her sabah,
Her karamsar sabahında.
Ömrünüzün;
Masanızda göreceksiniz,
Onu:
Dumanı üstünde ve korlu.
Bir yana itivereceksiniz,
Nazik ellerinizle:
Yüzünü görmemek için,
Bir daha sindirmemek için.
Ekmek ve üzümler arasında,
Bir yana koyacaksınız onu;
Ve bu,
Ses seda vermez tabak:
Her sabah, her sabah,
Yerinde olacak.
Al albay, al albay karısı,
Bu size:
Bir mahfel şenliğinde,
Her bayramda;
Ve seher şarabının,
Alacakaranlığında:
Antlar içilir,
Nişanlar takılırken;
Ve sizler,
Onu göresiniz diye sizler,
Buz kesilmiş, tirtir halinizle,
Bu dünyada.
Evet bir tabak:
Şuranın buranın zenginleri,
Topunuza.
Size, sizlere
Bakanlar, büyükelçiler,
Canavar sofra dostları;
Sizlere, konforlu çayların,
Yüce mevkilerin kadınları;
Bir tabak:
Kemirilmiş, pis ve kirli,
Zavallı bir kandan;
Durur, önünüzde durur,
Her kuşluk, her hafta, ölüp ölesiye
Almeria’nın kanından.
Pablo NERUDA
AMERİKA Yanım, yörem hanımeli,ANLATALIM
Çevrilmişim, çevrilmiş:
Çölle, çakalla, kıvılcımla.
Yanım yörem, burcu burcu leylaklar,
Günler sarmış beni, aylar;
Çevrilmişim, çevrilmiş:
Tek tanışım, sularla.
Yanım yörem tırnaklardır, balıklar,
Çevrilmişim, çevrilmiş:
Tek kurduğum şey, masalarla.
Sarmış beni, incecikten ve cenkçi:
Çanlar dolu kıyıdaki köpükler.
Volkanın erguvan gömleği,
Yerlinin erguvan gömleği;
Ve kökler,
Dikenler, yapraklar arasında;
Çırılçıplak bir ayağın çizdiği,
Patika;
Varıyorlar ayaklarıma geceleyin,
Geçeyim diye üstlerinden.
La Guayra’nın,
Trinidad’ın dalgakıranlarında,
Ve zenciler içinde var iken ben;
Guatemala’nın rüsvalık barışında,
Kondorların kanlı pençelerinde,
Var iken ben;
O değirmi, o anlaşılmaz,
O pırıl pırıl gökboşluğunda,
Buzullardan dökülen küllerde,
Köylülerin el arabalarında,
Depremde,
Ve doğumlarının rahminde var iken;
Sükunun içinde,
Küçümencik burçlarla taçlanmış
Akşamında,
Senin karnında, karnında var iken ben;
Tümcek, tümcek gecemdir benim.
Gündüzümdür;
Tümcek tümcek,
Havamdır benim, yaşadığımdır,
Acı çektiğimdir, yücelttiğimdir, can verdiğimdir;
Yani tümcek;
Toprağa yayılmış kan,
Bir güz gibi mahzun;
Ölümün korkunç sancağı,
Ulu ormandaki;
Ve bozguna uğramış,
Saldırıcının adımları;
Ve çığlıkları cengaverlerin,
Ve uyuyan mızrakların,
Tan kızıllığı.
Ve tedirgin uykuları,
Askerlerin;
Timsah sükununun,
Çamurlara belendiği,
Koca nehirler;
Başkaları unutulmuş,
Yeni şehirlerin;
Oldum olası ele geçmez kuşların,
Korosu;
Ve ormanın, kokuşmuş aydınlığında,
Koruyucu şimşeği, ateşböceğinin;
Tümcek tümcek...
Dilime türkü ettiğim heceler,
Ne ışıktan olmalıdır, ne geceden Amerika.
Zaferimin ekmeğinden,
Ve şimşekten çekip koparılan madde:
Topraktan olmalıdır, topraktan.
Kil enginiyle sarılmışım ben.
Yaşadığımca:
Ellerimin içinde akan,
Cömert topraklardan,
Bir kaynaktır.
İçtiğim, şarap değil toprak,
Ağzımın toprağı,
Sırlı toprak, ekenek toprağı;
Ve sebzelerden, ışıktan borasıyla,
Çiğiyle,
Altın kileriyle, tahıl köküyle
Topraktır.
Pablo NERUDA
Hani ya leylaklar,
Diyeceksiniz?
Hani ya diyeceksiniz,
Gelincikler bürünmüş,
Metafizik?
Kuşlarla,boşluklarla elenmiş,
Kelime yağmuru;
Hani ya diyeceksiniz?
Al buyur:
Bir mahallesinde yaşıyordum,
Madrid’in:
Çanlı,çalar saatli,ağaçlı.
Kocaman,
Meşin bir okyanus gibi,
Uzaktan görünürdü Kastil’in
Kuru çehresi.
Çiçekler Evi’ydi,
Evimin adı.
Itırlar fışkırırdı,
Köşe bucak.
Güzel evdi bu
Köpekleri,bebeleriyle.
Raoul,hatırında mı?
Ya senin,Raphael?
Sen Federico,
Hatırında mı?
Sen,yer altında yatan,
Hatırladın mı,
Balkonlu evimi?
Haziran güneşi hani,
Çiçekler basardı ağzına,
Orda...
Kardeş,kardeş,
Ateşli seslerden ibaretti,
Her şey;
Mallardaki tuzdan,
Çırpınan ekmek yığınından,
İbaretti her şey;
Donuk bir hokka gibi duran,
Heykeliyle;
Arguülles’deki mahallemin,
Çarşıları...
Yağ akardı kaşıklara,
Caddeleri doldururdu,
El ayak sesleri,derin..
Metreler, litreler,
Kıvıl kıvıl hayat;
İstif istif balık yığınları,
Çatılar:
Yorgun çan kulelerinin,
Yüceldiği;
Soğuk güneşle kaynaşan,
Çatılar..
Patateslerdeki,
Narin ve taşkın fildişi beyazlık;
Yumak yumak dalgası,
Domateslerin:
Tıngır mıngır,haydi denize...
Bütün bunlar,
Tutuşuyorlardı,
Bir sabah;
Közler,
İnsanları dağlayarak,
Topraktan çıktılar,
Bir sabah;
Nah bu anda ateş,
Nah,bu anda barut,
Bu anda kan.
Bebekleri öldürmek için,
Göğün yücesinden geldiler,
Göğün:
Uçakları, Magriplileriyle,
Haydutlar;
Yüzükleri, kurumlu avratlarıyla,
Haydutlar;
Kara keşişleri, dualarıyla,
Haydutlar;
Ve,
Çocuk kanları,caddelerden,
Aktı tıpış tıpış,
Çocuksu çocuksu.
Çakallar,
Çakalların tiksineceği
Çakallar!
Taşlar,
Dalar dikenlerin dişlerken
Tu diyeceği taşlar!
Engerekler,
Engereklerin kin güdeceği
Engerekler!
Sizleri,
Gurur ve bıçaklardan bir dalgayla,
Boğmak için;
Önünüzde gördüm İspanya’nın,
Kıyamet kanını.
Generaller,
Gelin de,
Yıkılmış evimi görün.
Görün,
Yaralı İspanya’yı.
Her göçük evden,
Bir ateş metal çıkar ama,
Çiçek yerine.
Her yarasından,
İspanya’nın;
Doğar İspanya.
Her ölmüş bebekten,
Çıkar, bir mavzer:
Gözleri de var,gözleri.
Mermiler doğar,
Her cürümden;
Mermiler ki gün ola
Kalbinizde yeri.
Neden diyorsunuz şiirlerin,
Söz açmaz, düşten yapraktan;
Doğduğun yerin,
Yüce volkanlarından?
Gel de gör:
Caddeler kan-revan.
Gel de gör:
Caddeler kan-revan.
Gel de gör:
Caddeler kan-revan.
Pablo NERUDA / Çeviren : Enver GÖKÇE
Avrupa’nın bağlarında dolaştım;
Gezindim rüzgarlar altında.
Asya’nın rüzgarı altında.
Yaşamlar içinde en iyisi
Yaşam bile,
Dünyanın tadı;
Ak pak barış bile;
Avareydi
Devşirdim
Evet devşirdim.
Başka toprakların
En iyisi
Yüceltti şarkısını dudağımda;
Bağların ortasında
Barışın ve rüzgarın özgürlüğü!
İnsanlar nefret ediyor gibiydiler
Birbirleriyle.
Yine de aynı gece
Birbirlerinin üzerlerini
Örtüyorlardı.
Bizi uyandıran
Tek ışık
Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim,
Yemek yiyorlardı masalarında;
Fabrikadan çıkmıştılar,
Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de
Hepsi birbirine benziyordu.
Ve hepsi de
Gözlerini ışığa çeviriyorlardı
Yollarını arıyordu hepsi de.
Hepsinin bir ağzı vardı
Türkü çağırıyorlardı,
Türkü çağırıyorlardı
İlkbahara dönük!
Hepsi.
İşte rüzgarda
Bağ çubuklarının arasında
En iyi insanları devşirdim
Şimdiyse dinlemeniz gerek beni
Pablo NERUDA
BAYRAKLAR NASIL DOĞAR
Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur.
Halk işlemiştir onları
Tüm sevgisiyle
Onun parçalarını dikmiştir
Bütün yoksulluğuyla
Ve yıldızı çivilemiştir
Canı gönülden
Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için
Bir mavi kesmiştir
Ve damla damla
Kırmızı doğmuştur
ABRAHAM JESUS BRITO
(POETE POPULAIRE)
(Seçme)
Jesus Brito’dur adı, Jesus Parron, halktır adı
Gözleri ırmak olmuştur
Elleri ise köklerdir.
Pablo NERUDA
BAZI ŞEYLERİ AÇIKLIYORUM
Soracaksınız: Leylaklar nerede hani? Gelincik yapraklı metafizik nerede? Sözcüklerine incecik delikler açıp onları saçan yağmur nerede? Kuşlar nerede hani? Her şeyi anlatayım. Kent dışında yaşardım, Madrid dışında, çanlarla, saatlerle, ağaçlarla. Görülürdü oradan kurumuş yüzü Kastilya'nın meşin bir okyanus gibi. Evime çiçek-evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı duvarlarından çünkü: güzel bir evdi köpekleriyle, çocuklarıyla. Hatırladın mı, Raul? Rafael, hatırladın mı? Hatırladın mı, Federico? yerin altında, hatırladın mı, balkonlarında o evin Haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına. Kardeşim, kardeşim! Her şey o kalın sesler, tezgâhların tuzu, kabarmış ekmekler çıkaran fırın ve heykelleriyle Argüelles pazarı kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde: yağ akardı kaşıklara, ayakların, ellerin derin çarpıntısı sokaklarda büyürdü, metreler, litreler, temel ölçüsü yaşamın, balık yığınları, rüzgâr gülünü bile şaşırtan soğuk güneşiyle kiremitler, patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı, domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga. Bir sabah tutuştu bunların hepsi, bütün canlıları yutmak için bir sabah fışkırdı topraktan şenlik ateşleri, silah vardı artık, barut vardı artık, artık kan vardı. Haydutlar geldi uçaklarıyla, yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar, takdisler dağıtan kara keşişleriyle haydutlar geldi gökyüzünden çocukları öldürmek için, çocuk kanı aktı sokaklarda düpedüz çocukların kanı aktı. Çakalların bile tiksindiği çakallar, kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar, yılanları bile iğrendiren yılanlar! Yüzyüze gelince bunlarla kanını gördüm İspanya'nın, kabarıyordu bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri! Hain generaller: ölü evimi görün, bakın paramparça İspanya'ya: erimiş maden akıyor her evden çiçek yerine, her çukurundan İspanya'nın İspanya yükseliyor, her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor, gören bir tüfek, kurşunlar doğuyor her cinayetten, o kurşunlar günün birinde on ikisinden vuracak yüreğinizi. Soracaksınız: Şiiri neden düşleri anlatmıyor, yaprakları ve büyük yanardağlarını anayurdunun? Gelin görün kanı sokaklardaki. Gelin görün kanı sokaklardaki. Gelin görün kanı sokaklardaki. Pablo NERUDA Çeviren : Ülkü TAMER
BİR BİR SAYAYIM ONLARI
Bu akşam onlardan söz etmeliyim bir bir
Bu akşam, bu yerde anıma geliniz
Manuel Antonio Lopez
Kardaş
Lizboa Calderon
Diğerleri hayınlık ettiler biz yolumuza devam ediyoruz
Alejandro Gutieerrez
Seninle düşen bayrak
Ayağa kalkıyor
Bütün yeryüzünde
Cesar Tapia
Bu bayraklar üstünde yüreğin
Bu gün Plaza’da çırpınıyor
Filomeno Chavez,
Elini asla sıkmadım, ama elin burada
Bu ölümün öldüremediği temiz bir eldir
Ramona Parra
Genç parıldayan yıldız
Ramona Parra
Kahraman kadın
Ramona Parra kanlı çiçek
Dostumuz, ey yiğit yürek
Örnek çocuk, altın gerilla
Adına bu savaşı izleyeceğimize yemin olsun
Yayılan kanın her yanda çiçekler gibi açsın
Pablo NERUDA
BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRLERİ YAZABİLİRİM
Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler" Gökte gece yelinin söylediği türküler Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çıkar Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere Uzaklarda birinin söylediği türküler Bakışlarım kovalar onu tellim her yerde Bakışlar sanki onu bana getirecekler Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler Sesim arar rüzgârı ona ulaşmak için Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer Bu gece gibi miydi kollarıma almıştım Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler Budur bana verdiği acıların en sonu Sondur bu onun için yazacağım dizelerPablo NERUDA Çeviri : Hilmi YAVUZ
BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ
Halkım ben, parmakla sayılmayan Sesimde pırıl pırıl bir güç var Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa Tohuma dururlar yeniden Ve halk, toprağa gömülü Tohuma durur bir yerde Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerle.Pablo NERUDA Çeviri : Hilmi YAVUZ
BÜYÜK SEVİNÇ (XX)
Peşinde seğirttiğim gölge, henüz benim değil
*
Ne kitaplar beni ağulasın diye yazdım,
Ne de zambak peşinde koşan;
Acemi çaylaklar için!
Ayı ve suyu dileyen
Basit kişiler için yazdım:
Düzen isteyen, ekmek ve şarap isteyen
Alet ve gitara isteyen
Basit halklar için
Halk için yazdım,
Şiirimi köylü gözleriyle okuyamayan.
Yaşantımı zehir zıkkım eden hava
Ve bir satır, kulaklarına ulaşacak bir gün:
İşte o zaman,
Başını kaldıracak basit emekçi
Ve taşlarla dövüşen madenci gülümseyecek
Alnını kaldıracak kürek işçisi
Ve şahane balığın pırıltısını daha iyi görecek
Balıkçı;
Ve elleri tutuşacak
Ve biraz yıkanınca
Kokulu sabunlar içindeki çarkçı
Bakakalacaklar şiirlerime
“Belki bir arkadaştı” diyecekler
*
Başka taç istemem,
Bu bana yeter!
*
Çıkınca fabrika ve madenlerden,
Şiirim toprağa karışsın istiyorum
Zulüm gören insanın zaferine, havaya.
Ve genç bir delikanlı,
Ağır ağır ve madenlerle ördüğüm yaşamı
Açınlasın diyorum
Köşe bucak saçılan bir kutu gibi.
Doldursun ruhunu içine
Ellesin fırtınalara.
Benim de şen olsun yüreğim
Boralı yüceliklerde.
Pablo NERUDA
CAN VERMELER Can çekişmeler başladı Kajamarka’da,
Ulu ağaç mavi pistil Athaualpa,
Dinledi rüzgarı:
Bir çelik sesiydi uğuldayan
Karanlığın ışıltısıydı bu
-Güçlü ve oynak-.
Bir atlı topluluğuydu
Çayır çimen arasında kıpırdayan!
Başbuğlar geldiler
Beyzadelerle çevrilmiş İnka
Kurtuldu şarkıdan ve danstan
Bir başka gezegenden gelme
Terli ve sakallı ziyaretçiler
Saygı duruşunda bulunuyorlardı
Hayın yürekli, kokmuş çakal
Valverd bir armağan sürdü
Bir sepetçik, bir meyve belki
Atların geldikleri diyardan
Athaualpa aldı bu nesneyi
Bilmiyordu neyin nesiydi bu
Ne çınlar ne parıldar!
Gülerek bıraktı yere,
Katil haçlı çakal
Gürleyiverdi:
“Vurun, öldürün;
Bağışlarım sizi cümle günahınızdan.”
Bir gökgürültüsü koştu
Haramilere.
Bu anda beyzadeler
Çevirdiler can çekişen İnka’yı.
Kanımız doldu beşiğine,
On bin Perulu düştü yere
Haçların kılıçların altına
Pizarro Estramadur’lu zalim cellat
Bağladı o canım kollarını İnka’nın
Gece kara bir kor gibi indi
Peru’nun üstüne!
Pablo NERUDA
DENİZ
Bu ada fırdolayı,
Allahına deniz be.
Coşar kendiliğinden,
Dakkası bel’olmaz.
Tutturmuş, bir evet bir hayır,
Mavişken: evet,
Köpükken: evet;
Tırıs mı: hayır der hayır
Tek durma bilmez,
Tos vurur taşa;
“Ben deniz” der durur,
Gel de taşı inandır.
Al işte o zaman:
Yedi yeşil denizin,
Yedi yeşil kaplanın,
Yedi yeşil köpeğin,
Yedi yeşil diliyle;
Yine gelir, dolanır,
Taşı öper, ıslatır,
Bağrını, vura döğe.
Yine der ki: “Ben deniz”.
Elbet sana deniz derler,
Hay deniz arkadaş.
Suyun tükenmesin,
Çağın geçmesin.
Dellenme, n’oluyorsun,
Yardım et bize,
Biz kimiz zaten:
Kıyı insanları,
Balıkçılar işte...
Açız, üşürüz, hasmanemizsin,
Bağırma öyle, sert vurma,
Aç yeşil kutunu,
Dök avuçlarımıza;
Gümüş armağanını:
Gündelik balıktan.
Burda, her evde.
Dileğimiz bu:
Gümüşmüş te.
Sırçaymış da, vay aymış;
Ne çıkar, balık niye olmuş:
Dünyanın,
Fakir mutfakları için.
Soğuk, ıslak şimşekten
Dalgaların altına,
Kaydırma bakayım onu,
Saklama;
Hele, gidinin cimrisi.
Bir açılsana, gel,
Ko onu ellerimizin
Şuracığına.
Yardım et bize,
Yeşil, derin baba.
Yardım et ki bir gün,
Dünya yoksulluğu, kalka.
Dipte kalmış meyvenin,
Sırılsıklam yüceliğin,
Madenlerinin,
Öküzlerinin, üzümlerinin,
Sendeki bitip tükenmez,
Şeylerin:
Hasadını yapalım, yardım et.
Sana kim derler, biliriz
Okyanus baba.
Sürü sepet martıcıklar,
Adını serper, kumlara.
De akıllı dur,
Silkme yeleni.
Gözdağı verme, ortalığa,
Gıcırdatma, göğe karşı
Güzelim dişlerini.
Bi dakkacık dursun,
O şanlı hikayelerin.
Sen, her gün balık ver
Balık.
Büyükmüş küçükmüş bakma
Ver gelsin:
Her kadın, her erkek, her bebeğe.
Gez, dünya sokaklarını,
Dağıt balıklarını.
Sonra da, bir bağır bir bağır.
Bağır ki işteki yoksullar,
Seni duysunlar.
Bağır ki:
Maden ağzına çıkanlar:
“Bak hele koca denize
Balık pay etmeden gelir” desinler.
Onlar gerçekte,
Çekip gidecekler, karanlıklara,
Gülerekten...
Ormandaki, caddedeki insanlar
Ve toprak:
Bir deniz gülüşüyle, gülecekler.
Yok ama, istemiyorsan
Sen bunu,
Dur bekle, düşüneceğiz.
Siftah, insan işlerini
Bir hale yola koymamız gerek:
Başta en önemlileri,
Sonra, ötekiler.
Gün ola,
Bir dalacağız sana:
Ateş bir kılıçla keseceğiz,
Dalgalarını.
Elektrik atla aşacağız,
Köpüğünden.
Türküler tutturarak,
İneceğiz karnının, en kuytu yerine.
Atom teli, saracak belini.
Bitkiler dikeceğiz:
Çimentodan, çelikten,
Derin bahçene;
Elini kolunu, bağlayacağız.
Ve koşum takarak sana,
Çekip çevireceğiz seni
Alacağız kaleni;
Salkımlarından, kopara tüküre
Basa basa geçeceğiz etinden.
Ama önce kendi dertlerimiz,
Seninkisi sonra.
Her şeyi düzenleyeceğiz,
Ufaktan, ufaktan:
Harika şeyler yapmaya
Zorlayacağız,
Toprak seni, deniz seni!
Harikalı şey, ekmek deniz,
Dediğin de ne?
Bunlar, kavganın içinde,
Zaten:
Bizdedir, bizde!
Pablo NERUDA
DÖNÜŞ SEVİNCİ
(1939)
Vatanım, benim vatanım,
Sana yönelttim,
Akar kanımı.
Ben, gözü yaşlı bebek,
Anasına dil döken:
Yalvarırım dur,
Koru,
Bu kör gitarayı,
Bu yitik alnı.
Sana yeryüzünde,
Oğullar bulmak için,
Çıktım;
Ve başuçlarında
Bekleyeyim diye:
Ak pak adın uğruna,
Yer düşenlerin.
Körpe ağacından,
Bir ev kurmak için,
Çıktım;
Ve yaralı yiğitlere,
Yıldızını götüreyim diye.
Sende uyumak istiyorum,
Bu gün de.
Geceni ver bana,
Bin telli geceni;
Yıldızlı ölçünü,
Gemiden geceni.
Gölge değiştirmek istiyorum,
Yurdum,
Gül değiştirmek istiyorum.
Kolumu,
İnce beline dolamak istiyorum.
Ayağının ucuna,
Çökmek istiyorum;
Denizin kireçlediği,
Ayağımın.
Buğdayın.
Bir nitrat çiçeği seçeceğim,
İnce;
Buz gibi bir çandan,
Bir mekik ipliği eğireceğim;
O ıssız dillere destan köpüğünü,
Seyrederken senin:
Güzelliğin için,
Sahillik bir kol öreceğim.
Vatanım:
Gümbür gümbür sular,
Eriyen karla;
Çepeçevre vatanım.
Kükürtle haşır-neşir olur,
Kartal sende.
Mavi yakutlu,
Kakımlı Antartik elinde:
Şıkır şıkır insan
Bir ışık damlasıdır,
Parlar;
Düşman göğü aydınlatan.
Aman ha, ışığına vatan,
Karanlık, korkun. rüzgardan
Koru,
Sürt ümit başağını.
Bu korlu ışığın tümü,
Düştü senin,
Irak topraklarına.
Bu alınyazısını, insanların,
Sırf bir sırlı çiçektir,
Savundurur sana,
Uyuyan Amerika'nın enginliğinde.
Pablo NERUDA
FEDERİCO GARCİA LORCA'YA
YANIK ŞİİR
Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yiyebilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaşlı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları,
Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.
Baksana,
Maviye boyuyorlar hastaneleri,
Senin için;
Kıyıdaki kenar mahalleleri
Ve okullar,
Senin için büyüyorlar;
Tüy salıyorlar,
Yaralı melekler;
Pullar örtünüyor,
Düğün balıkları;
Deniz kestaneleri,
Göğe uçuyorlar;
Siyah tülleriyle terzi dükkanları:
Kanla doluyorlar, kaşıklarla,
Senin için;
Ve,
Yutuyorlar,
Yırtılmış kurdeleleri;
Öz canlarına kıyıyorlar,
Öpüşe öpüşe;
Ve ak sadeler giyiniyorlar.
Bir şeftali ağacı
Giyinip de,
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında;
Allak bullak ederken,
Atardamarlarını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben
Kahrolurdum ben
Kızıl göller için:
Güz ortasında bir şahbaz at
Ve kana belenmiş bir tanrıyla,
Beraber yaşadığın.
Kahrolurdum ben,
Mezarlıklar için:
Gece, sesi kısılmış
Çanlar arasından,
Suyla, mezarlarla küllenmiş
Nehirler gibi geçen;
Nehirler:
Hasta asker koğuşları sanki,
Tıklım tıklım dolu;
Ve matem yağlı ölüme,
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,
Nehir nehir gelen ölüme doğru;
Birdenbire taşıveren nehirler.
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,
Boğulmuş çarmıhların geçişini
Seyrederken sen;
Kahrolurdum seni görmek için:
Bak,
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun
Perperişan;
Garip kalmış köşelerde başın,
Durmaz ha, durmaz gözlerin
Ağlar yaşın yaşın.
Gece ve çıldırasıya yalnız,
Külleri ısıra ısıra;
Dumanı, gölgeyi, unutmayı:
Siyah bir huniyle yığabilseydim,
Trenlerin, gemilerin üstüne;
Filizlendiğin ağaç için,
Yapardım bunları,
Topladığın,
Yaldızlı su yuvaları için;
Sarmaşık için,
Yapardım bunları;
Gecenin sırrını sana ileterek,
Kemiklerini saran
Sarmaşık için.
Islak soğan kokusu gelen
Şehirlerden,
Seni bekliyorlar;
Boğuk bir sesle,
Şarkı söyleyerek
Geçesin diye.
Yeşil kırlangıçlar,
Saçlarının arasına yapıyorlar,
Yuvalarını;
Dilsiz sperma sandalları,
Peşin sıra geliyorlar;
Sümüklü böcekler, haftalar,
Yelkenleri düşürülmüş serenler,
Kirazlar da,
Dönüveriyorlar ossaat:
Gözükünce solgun başın,
On beş gözlü başın,
Al kan içindeki ağzın.
Şehrin otellerini,
İsle doldurabilseydim;
Hıçkıra hıçkıra,
Yok edebilseydim
Çalar saatları;
Ezik dudaklarıyla yaz ayı,
Evine nasıl gelecek,
Göreyim diye
Yapardım bunları;
Yığın yığın insanların,
Melil mahzun tantanalarıyla
Ülkelerin,
İşlemez sabanların,
Gelincik çiçeklerinin;
Mezar kazıcıların, süvarilerin,
Kanlı haritaların, gezegenlerin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Küllerle örtülü dalgıçların,
Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş
Meryem Ana tasvirlerini
Sürüte sürüte gelen maskelerin;
Damarların, köklerin, hastanelerin,
Karıncaların, su gözelerinin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
İçine kapanmış atlının
Örümcekler arasında öldüğü
Bir yatakla,
Gecenin;
Kinden, dikenlerden bir gülün,
Sarıya çalan bir geminin,
Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin;
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye:
Yapardım bunları.
Ben, Oliverio, Norah,
Vicente Aleixandre, Delia,
Maruca, Malva, Marina,
Maria Luisa, Larco, La Rubia,
Rafael Ugarte, Cotapos,
Rafael Alberti, Carlos,
Manolo Altolaguirre, Bebé,
Molinari, Rosales, Concha Méndez,
Ve daha da unuttuklarım;
Evine nasıl gelecektik,
Göreyim diye
Yapardım bunları.
Gel de taçlar takayım,
Gel, sağlık esenlik delikanlısı,
Gel, kelebek kıravatlı civan;
Sen ey,
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:
Pırıl pırıl insan;
Madem, geç vakitlere dek,
Kalınamıyor daha kayalıklarda;
Bari aramızda konuşalım,
Gel,
Şöylece bir, olduğumuz gibi;
Çiğ için olmadıktan sonra,
Şiirlerde n'olacak yani?
Bir ağu hançerin,
İçimize işlediği bu gece için
Olmadıktan sonra;
Şiirlerde n'olacak yani?
Bu tan kızıllığı için,
Olmadıktan sonra;
İnsanın vurulmuş yüreğinin,
Ölüme hazırlandığı,
Şu viran köşe için olmadıktan sonra
Şiirlerde n'olacak yani?
En çok gece, geceleyin:
Kıyamet gibi yıldızlardır,
Dolmuşlar hepten ırmağa;
Bir kurdele gibiler,
Fakir fukara dolu evlerin
Pencerelerindeki..
Bir ölen var,
Onların evlerinde;
Bürolarda, hastanelerde belki,
Belki asansör ve madenlerde,
İşlerinden oldular.
Onulur şey değil yaraları,
Yaratıklar,
Acı çekiyorlar.
Her yanda dert yanış,
Her yanda,
Vay şuymuş vay bu;
Pencereler,
Göz yaşıyla dolu,
Aşınmış eşikler,
Göz yaşından;
Yüklükler ıslak,
Bir dalga gibi
Halıları dişlemeye gelen
Göz yaşından,
Oysa ki yıldızlardır akar
Uçsuz bucaksız bir nehirde.
Federico,
Dünyayı görüyorsun.
Yolları görüyorsun,
Sirkeyi görüyorsun;
Birkaç ayrılıştan,
Taşlardan, raylardan gayrı,
Kimseciklerin kalmadığı,
Köşeden:
Duman ha deyince,
Zalim tekerleklerine;
Hoşça kalları görüyorsun,
İstasyonlardaki..
Her yanda, sorunlar koyuyorlar,
Çeşit çeşit insan var:
Kanlı bıçaklı kör var,
Öfkelisi, ümitsizi var,
Yoksul var, tırnak ağaçları var;
Şunun bunun sırtından,
Geçinmek sevdasıyla;
Harami var.
Hayat böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey
İşte bunlar..
Sen de epeyce şey biliyorsun
Şimdiden.
Yavaş yavaş, daha da,
Öğreneceklerin var.
Pablo NERUDA
Çeviren : Enver GÖKÇE
HALK
Halkım ben, hani şu sayılamayan, hani şu çok halk. Soluğumun öyle bir gücü var ki sessizliği deler geçerim, dinlemem, filiz verir, boy atarım, zifiri karanlık demem. Zulüm, acı, ölüm, şu bu bir anda gizlerse de tohumu, ölmüş gibi görünürse de halk, döner gelir elbet bir gün nisan ayı, kavuşur baharına toprak, kızgın eller dağıtır atar ağır havayı. Ölümün içinden yeşerir yaşamak.Pablo NERUDA Çeviren : A. KADİR
HUERTA USTA
(Bahtıkara madeni, Anto Fagasta)
Kuzeye giderseniz eger,
Bahtıkaralar madenini görünüz;
Çağırın Huerta ustayı,
Bir şey anlayamazsınız uzaktan!
Kumlar vardır sadece kül rengi
Sonra yapılar gelir toz toprak içinde,
Bunca yorgunluk ve kederler,
Görülmez ama.
Hepsi yeraltında saklanmıştır,
Varlıkları kırıp geçirerek;
Sessiz sedasız.
Huerta usta kazmacıdır
Bir doksan beş boyunda
Maden damarı ortaya çıkınca
Kazmacılar
Yukardan aşağıya saldıran kişilerdir
Yeraltında beş yüz metre derinlikte
Kazmacılar vur Allah vurur
Göbeğe kadar suda.
Delgi makineleri
Karanlıkta, çamurda, taşta
İşini bitirdikten sonra,
Kırk sekiz saat sonra yani;
Bu cehennemden kurtulabilinir.
Ve maden yollarından!
Huerta usta
Bir başbuğ gibi giriyordu madene
Türkü söyleyerek,
Sapsarı topal ve kambur çıkıyordu sonra
Gözlerinde feri yok!
Sürünmeye başlıyordu nihayet
Kazma vuracak mecali yok
Antimuvan onu yiyip bitiriyordu
Eriyip akmıştı;
Basamıyordu yere,
Bacakları çöp gibi incelmişti
Öyle uzundu ki
Bir hortlaktı sanki,
Oysa yaşı otuz değildi daha!
Nereye gömüldüğünü sorarım da,
Kimse bir şey diyemez bana,
Çünkü kumlar ve rüzgar
Ortadan silmiştir küçümencik haçları
Huerta’nın işlediği bahtıkaralar madeninde.
Pablo NERUDA
İNSANLA TOPRAK BİR OLDULARJULİUS FUÇİK’LE KONUŞMA (Seçme)
Sen ey can karanlık,
Bir tutam selli meşem,
Arokanya’m benim;(*)
İnsanlıktan habersiz vatan!
Yağmurlu saltanatında sen,
Maden damarıydın sadece,
Buz tutmuş ellerdin!
Bilektin,
Taş yontmakta hünerli;
Vatandın,
Sürekli barıştın sadece!
Uğultuydu insanların,
Kaba kütük duruşlu,
Bir deli rüzgardılar.
Gör nasıldı,
Arokan babalarım:
Başlıkları yoktu,
Işıldak tüyden;
Düğün çiçeklerine,
Oturmazlardı;
Altın işlemezlerdi,
Papaza;
Köktüler onlar,
Oynamış orman kökleri;
Taştılar,ağaçtılar onlar,
Yapraktılar,mızrak biçimi,
Demirden bahadır başıydılar!
Ve siz babalarım,
Bir dörtnal sesindeydi ki,
Kulağınız tam:
Yıldırım düştü dağ başlarına,
Arokan ülkesinin yıldırımı;
Gölge oldu,taş-babalar,
Ağaca düğümlendiler;
Sindiler,
Anadan doğma karanlıklara;
Buzlu ışık,oldular,
Pekleştiler,çalıyla,toprakla;
Öylecene beklediler,
Merhametsiz yalnızlığın
Koynunda!
Kırmızı ağaçtı biri,
Bakardı;
Maden parçasıydı biri,
Dinlerdi;
Biri kasırgaydı,
Dönerdi burgu burgu;
Patikanın donundaydı,
Biri!
Kardan gemim,sert yaprağım,
Sen böyle doğdun vatanım!
İnsanın topraktan,
Sancak istediği anda;
Toprak,taş,yağmur,hava,
Çığlık,kök,yaprak,koku,
Bir urba gibi sardığı anda,
Oğulu;
Onu sevdiği,koruduğu anda,
Doğdun!
Kavgadan önce,böyle doğdu:
Vatanın birlik ve çoğunluğu.
(*)Arokanya,Arokan ülkesi: Şili’nin,And sıradağları ile Pasifik okyonusu arasında bulunan güney kısmına eskiden verilen ad.
Pablo NERUDA
1
SOKAK DOSTUM
Prag sokaklarında kıştı
Julius Fuçik’in buyur edildiği
Taş duvarlı evi arşınlıyordum her gün.
Ev hiçbir şey anlatmadı bana
Ne demir çubuklar,
Ne sağır pencereli buz gibi ev
Yani hiçbir şey.
Her gün buradan geçiyordum ama,
Duvarları elliyor bakıyordum
Bir yankı arıyordum,
Koçyiğit savaşçının sesinden ve sözünden!
Günlerden bir gün
Alnı gözüktü duvarlardan,
Başka bir akşam elleri;
Sonra kendisi çıktı ortaya:
Can dostum eşlik etti bana!
Venceslas alanında
Ve Havelska’nın eski çarşısında
Pragın kül rengi bir gül gibi yüceldiği
Strahov bahçelerinde!
Pablo NERUDA
KIYIMLAR
Ama o zaman kan saklandı
(Köklerin arasında yıkandı ve inkar gelindi
Bu öyle geçmişte olmuştu ki) Güney’in yağmuru
onu her yerden sildi
Öyle vakit geçmişti ki güherçile onu yedi Pampa
içinde
Halkın ölümü her zamanki gibi oldu
Sanki hiç kimse ölmüyordu
Sanki bunlar toprak üstüne düşen taşlardı
Su üstüne düşen su.
Kuzeyden güneye ölüleri toz ettiler
Yaktılar onları karanlıklar içinde gömdüler
Gecede sessizlik içinde yok ettiler
Bir maden ocağında istif ettiler hepsini
Kemiklerini denize attılar.
Bugün nerede olduğunu kimse bilmiyor
Mezarları yok hepsi de dağılmışlardır
Vatanın kökleri arasında
Parmakları şehit parmağı gibiler
Yürekleri kurşuna dizildiler
Pampa yiğitleri
Sessizliğin başbuğları
Şili’lerin gülüşleri hepsi de
Katiller vücutlarını nereye gömdüler
Bilen yok
Ama topraktan çıkacaklar halkın kıyam gününde
Düşen kanı geri alacaklar
Suç Plaza’nın tam ortasında oldu
Çalı saklayamadı halkın temiz kanını
Ve Pampa bu kanı içemedi
Hiç kimse bu suçu saklayamadı
Suç vatanın tam göbeğinde oldu.
Pablo NERUDA
KIZIL ÇİZGİ
Daha sonra, kral
Yorgun ellerini kaldırdı
Ve haydutların
Yüzleri üstünden
Dokundu duvarlara
Kırmızı çizgi
Çektiler buraya
Altın ve gümüşle
Doldurmak gerekiyordu
Üç odayı
Kanlarının çizgisine dek
Doldurmak gerekiyordu
Altının çarkı geceler boyu döndü,
Ve şehitler çarkı hiç durmamacasına.
Toprağı pençelediler
Köpük ve sevgi mücevherlerini ipliğe
Geçirdiler
Nişanlının bileziklerini kopardılar
Tanrılarını bıraktılar
Çiftçi eski antika paralarını teslim etti
Balıkçı altın damlasını
Demir parmaklıklarda bir yankı titredi
Ve yüceliklerde cevap verirken mesaj ve ses
Altının çarkı dönmeye devam ediyordu
O zaman kaplanlar toplandılar
Kan ve gözyaşını paylaştırdılar
Atahualpa biraz kederliydi
Ve And’ların sarp yönünde bekliyordu
Kapılar açılmadılar
Akbabalar her şeyi bölüştüler
Mücevherlerin en son kertesine dek
Dinsel firuzeleri
Ve kana bulanmış
Ve gümüş dokunmuş elbiseler
Ve haydutların tırnakları
Her şeyi ölçüyordu
Ve keşişin gülüşleri arasında
Haydutlar arasında
Kral onu kederle dinliyordu.
Yüreği bir vazo gibiydi
Kininin acı özü gibi
Bir sancıyla dopdolu
Cephelerini düşündü
Cuzco’nun yücesinde
Kendi çağında
Prenseslerini
Egemenliğinde bir ürperme oldu
İçindeki olgunluğu hissetti ama
Umutsuz barışı bir hüzündü
Huascar’ı düşündü.
Yabancılar, burdan mı geçecekler
Her şey bir bilmece, her şey bıçaktı
Her şey sessizlikti
Yalnız kızıl çizgi canlı, çırpınıyordu:
Ölen dilsiz krallığın
Sarı bağırlarını yutan
O zaman Valvarde ölümle girdi
“Senin adın Juan bundan böyle” dedi
Tam hazırlandığı sırada
Odun yığını
Ağırbaşlılıkla cevap verdi: “Juan
Öyleyse benim ölüm adım olacak Juan”,
Artık, ölümün ne anlama geldiğini hesaba katmayarak
Boynuna ip geçirdiler: bir çelik kanca
Peru’nun ruhuna girdi.
Pablo NERUDA
LUİS CORTES (DE TOCOPILLA)
Yoldaşım, benim adım Cortes!
Tocopılla bastırması sırasında beni tutsak ettiler
Pisagua’ya attılar beni
Biliyorsunuz kardaş ne demektir bu
Bir çoğu hastalandı, bir kısmı çıldırdı
Burası Gonzales Videla toplama kamplarından
daha berbat bir yer
Bir sabah Angel Veas’ın kalpten öldüğünü gördüm
Tel örgülerle çevrili katil kumlar üstünde
Onu can verirken kıvranıyor görmek
Müthiş bir şeydi,
Harika yaşamından sonra.
Ben de kalbimden hasta olduğumu hissedince
Garutaya’ya aktarma ettiler beni
Bu yeri bilmiyorsunuz kardaş
Burası Bolivya sınırı yakınında
Beş bin metrede bir yerdir yüceden
İçilen su acıdır
Deniz suyundan daha acıdır
Ve yaprak bitiyle doludur.
Hava çok da soğuk
Gök sanki üstten
Üstümüze düşecek gibi
Jandarmalar acıdılar
Ölüm buyruğuna karşı geldiler
Bir sedyeye bile koymadan
Bir katıra sardılar, yirmi altı saat
Dağlardan aşağıya doğru inmeye başladım
Vücudum dayanmaz oldu daha, yoldaşlar
Yolsuz sıradağlar arasında.
Hasta kalbimle,
İşte önünüzdeyim ben, bakınız
Sızı, yara bere içindeki bana
Bilmem daha ne kadar yaşayacağım
Bunlar sizin içinizi sızlatıyor
Bir şey sormayacağım daha
Kötü lanetliyi halka anlatın sizler
Acılarımıza,
Sırtlanca gülerek başa geçenleri.
Ölümümün hiç önemi yok
Ve çektiklerimizin
Mücadele uzun sürecek
Ve bunların bilinmesi gerek
Arkadaş unutma
Bilinmesi gerek bunların.
Pablo NERUDA
MACCHU-PİCCHU’NUN DORUKLARI
(XI)
(Seçme)
Karman çorman tantananın,
Taş gecenin ortasına,bırak;
Bırak daldırayım, ellerimi.
Bırak.
Unutulmuşun koca yüreği:
Bir kuş gibi çırpınsın bende,
Bir kuş gibi,
Bin yıldır tutsak!
Ko, bugün unutayım,
Bu bahtiyarlığı;
Bu, denizden daha engin olan,
Çünkü:
Denizden ve adalardan da
Engindir insan.
Çünkü:
Bir kuyuya düşer gibi,
Düşmek gerek ona,
İnsana;
Batık gerçeklere,
Sırlı bir su dalına tutunarak,
Çıkmak için:
Uçurumdan.
(XII)
Çık kardeş,
Benimle doğmaya gel.
Ver elini,
Yayılmış ağrının,
En derin yerinden.
Kaya diplerinden,
Dönecek değilsin,
Ve yeraltı çağlarından;
Geri dönmeyecek,
Taş kesilmiş sesin;
Ve gözlerin, oyuk gözlerin.
Yerin dibinden bak bana:
Sen çiftçi, dokumacı,
Garip çoban sen;
Sen, eğitmen
Guanako’lar (*) eğitmeni
Sen duvarcı,
İskelesine güvenemeyen;
Sen, And dağlarından,
Gözyaşı getiren;
Sen,
Ezik parmaklı mücevherci;
Sen köylü,
Ekininin üstüne titreyen;
Sen,
Taşının hamuruyla yoğrulmuş
Çömlekçi;
Boşaltın,
Bu yeni hayatın kadehine,
Eski gömülmüş acılarınızı;
Kanınızı gösterin bana,
Saban izinizi bana.
Burasıydı,
İşkenceye tutulduğum yer,
Işık vermiyor diye mücevher;
Deyin bana.
Deyin bana,
Taşın ve tanenin,
Vaktinde verdiğini.
Taşı gösterin bana,
Gömüldüğünüz.
Ağacı gösterin,
Çarmıha gerildiğiniz.
Çakın,
Eski çakmak taşlarını;
Yakın,
Eski lambaları bana;
Kırbaçları gösterin,
Kırbaçları;
Yüzyıllarca,
Yaralara işlemiş;
Ve pırıl pırıl,
Kanlı baltaları bana.
Ölü ağzınızla,
Konuşmaya geldim.
Derleyip toparlayın,
Tümcek;
Dil vermez dudaklarınızı,
Toprağın kıyıcığında.
Anlatın,
Bu bitmez geceyi bir bir.
Nasıl,
Sizlerle bağlanmıştım ben:
Zincir zincir,
Halka halka, adım adım,
Anlatın ne varsa anlatın.
Bileyin,
Saklı bıçaklarınızı;
Saplayın ellerime,
Göğsüme saplayın;
Sarı ışıklı bir nehir gibi,
Kaplanların gömüldüğü,
Bir nehir gibi.
Koyun ki ağlayayım, koyun,
Koyun ki saatlerce,
Günlerce, yıllar yılı;
Koyun ki kör çağlarca,
Yıldız yüzyıllarınca.
Sükun verin bana,
Su verin, ümit verin.
Kavga verin bana,
Demir verin, volkanları verin.
Sarmaş dolaş olun benimle,
Sevdalılar gibi.
Damarlarıma seğirtin,
Koşun ağzıma.
Dilimle konuşun, kanımla.
(*) Guanako: Güney Amerika laması.
Pablo NERUDA
MUZAFFER HALK
Yüreğim bu kavganın içinde
Kazanacak halkım
Bütün halklar kazanacak bir bir.
Bu acılar, ıslak bir mendil gibi
Kumlar arasından
Şehit duraklarından.
Süzülüp ortaya çıkaracak her şeyi,
Şanlı günler yakındır çünkü
Kinler susacak bir an
Ceza veren eller titremesin diye,
Günler tam dolsun diye,
Halk caddelerde.
Bir güzel, bir güçlü
Yerini alsın diye!
İşte benim günüm bu
İşte hoşgörürlüğüm
Başka sancağım yok benim!
Pablo NERUDA
NÂZIM'A BİR GÜZ ÇELENGİ
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar Düşerlerdi orada, uzakta, Yaşarken kendine seçtiğin Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan Halkların kavgasını ve kavgamı benim Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan... Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun Dostluğumuzdan, bana ekmek olan, Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan. Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle Kuyu gibi kapkara zindanlardan Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları Ellerinde izi vardı eziyetlerin Hınç oklarını aradım gözlerinde Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin Yaralar ve ışıklar içinde Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya. Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın, Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca. Pablo NERUDA Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU
PEDRO VALDİVİA’NIN KALBİ
Bir ağaç dibinde enseledik,
Valdivia’yı.
Soğuk güneşin,
İplik iplik ışınlarıyla,
Tiftikten bir sabah;
Ve,
Yağmurlu bir rüzgar vardı.
Tekmil gökyüzü,
Ve gürül gürül gökgürültüsü:
Bir kılıç yığınıydı,
Bölük pörçük;
Yüzü koyun uzanmış yatardı.
Muhteşem sultanlığında:
Dile geliyordu tarçın,
Dile geliyordu tarçının:
Islak ateş böceği parıltısı.
Getirdik bezi,testiyi,
Kaba kıumaşları getirdik:
Gelin güveyilik örgülerimizden.
Getirdik mücevherleri:
Ayın bademleriydiler,
Sanki.
Getirdik davulları:
Arokan ülkesini,
Meşin ışıklara boğan.
Doldurduk usuldan usuldan,
İki kulplu ince uzun,testileri;
Ve karanlık öz kökümüzden olma,
Toprağın:
Tepindik keseklerinde,
Attık oyunu.
Düşman yüze,çarpı çarpıverdik sonra,
Sonra kestik,koçyiğit boynu.
Öf bir güzeldi ki,
Zalimin kanı:
Dumanı üstündeyken daha,
Bir nar gibi,böldük bölüştürdük.
Bir mızrak hay ettik,
Göğsüne sonra;
Ve kalbi,
Bir kuş gibi kanatlı kalbi;
Attık içine,
Arokan ağacının;
Aldı da bir kan şorultusu.
Ahacık bu an,
Bedenlerimizden yuğurulmuş,
Topraktan:
Savaş şarkısı,
Güneş şarkısı,
Hasat şarkısı doğdu.
Volkanların yücesine,
Doğruydu:
Üleştik kanayan kalbi.
Ben,eda edince,
Toprağın törenini:
Bu tacın içine batırıyordum,
Dişlerimi.
Ver bana,
Sendeki soğukluğu;
Seni,kötü yaban seni.
Ver bana,sendeki,
Azman kaplan cesurluğunu,
Kanındaki hıncı ver bana.
Ver bana,
Sana gelen ölümü;
Ver ki peşimden gele,
Gele de,
Korku sala seninkilere.
Savaşı ver bana,
Getirdiğin.
Atını ver bana.
Ver gele,gözlerin.
Ver bana,
Burma burma karanlığı.
Ver bana ,
Mısır anayı
Ver bana,atın dilini,
Ver bana,
Dikensiz vatan ver.
Ver bana,
Muzaffer barışı.
Ver bana,havayı ver:
Çiçeklenen Beyzadenin,
Soluduğu,
Tarçınlı havayı.
Pablo NERUDA
PLAZA ÖLÜLERİ
(23 Ocak, Şili, Santiago)
Düştükleri yere ağıt etmeye gelmiyorum,
Size koşuyorum yaşayanlara;
Hepinize koşuyorum
Ve göğsümü yumrukluyorum:
Sizlerden önce ölenler de oldu hatırında mı?
Onların aynı adları ve soyadları vardı.
San Gregorya’da, Lon Qimay’da yağmur altunda,
Ran Qüil’de rüzgarda tökezlenmiş,
İkik’de kumlar arasında
Ve çölde, denizde, yağmurda ve dumanda,
Yarımadada, pampa toprağında
Onlar da öldürüldü senin gibi,
Onların da adı Antonyo idi,
Balıkçı ya da denizciydiler.
Hepsi de etiyle kanıyla Şili’li
Yel vurdu yüzlerine,
Acılar damgasını vurdu,
Şehit etti pampa.
Yurdumun duvarları önünde,
Karda,
Yeşil kollu ırmağın ötesinde
Billurlaşmış gördüm kanı
Başak altında.
Nitrat altında,
Halkımın damlayan kanını gördüm
Ve ateş gibi tutuşuyordu
Her damla!
Pablo NERUDA
SAVAŞAN TOPRAK
Önce, toprak dayandı
Araconya karı
Beyaz bir ateş gibi yaktı
Saldırganın ayaklarını
Parmakları soğuktan düşüyordu
Almgros’un elleri, ayakları
Karanlığın mezar kazıcıları
Ve yırtıcı pençeleri, karda
Sadece donmuş birer et
Ve sıradağlar denizinde
Bir sessizlik idiler
Şili rüzgarı kırbaçlıyordu
Yıldızları özümleyerek
Süvarileri, açgözlüleri devirerek
Almagro’yu açlık
Görünmez ve çınlayan bir çene gibi izledi
Atlar, bu buz bayramına
Kurban edilmiştiler
Ve Güney’in ölümü
Tesbih taneleri gibi döktü
Almagro’nun tırısını
Atı Peru’ya dönünceye dek
Orda Kuzey’in ölümü
Yolun kıyısına oturmuş
Bir baltayla
Bu püskürtülen fatihi bekliyordu
Pablo NERUDA
UNUTMAK YOK
Nerelerdeydin diye sorarsan "Hep eskisi gibi", diyeceğim. Toprağı örten taşlardan söz edeceğim, sürdükçe kendini harcayan ırmaktan; ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim, gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan ablamı. Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler, neden günler yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece birikiyor ağızda? Neden ölüler? Nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük kelimelerle konuşmak zorundayım, ağzı zehir gibi yakan araçlarla, çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla ve avutamadığım yüreğimle. Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil, yaşlarla kaplı yüzler, boğazımıza yapışan eller ve yapraklardan sıyrılan şey: aşınmış bir günün karanlığı acıyı kanımızda tatmış bir günün. İşte menekşeler, işte kırlangıçlar bize sevinç veren ne varsa, geçici ve küçük duyarlıkların yan yana göründüğü süslü kartpostallarda. Ama bu sınırın ötesine geçmeliyim, dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu, ne karşılık vereceğimi bilemem: öyle çok ki ölüler, ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler, ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler, ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller, ve öyle çok ki unutmak istediklerim.Pablo NERUDA / Çeviren : Tomris UYAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder