Bu Blogda Ara

21 Ocak 2011 Cuma

NAZIM HİKMET'İN BAZI SANATÇILAR ÜZERİNE YAZDIĞI YAZILARDAN (7 )

 Cervantes (1547-1616)
"Don Kişot'un klasik tefsirleri [yorumları] vardır : Monarşinin - yani burjuva iktisadının - hâkim olmaya başladığı bir devirde, derebeyliğe, şövalyeliğe, yani artık geri gelmesi mümkün olmayan bir devre, maziye hasret. Don Kişot bu şövaleresk tarafları olan mazinin, bu kaybolmuş cennetin mütehassiri [özleyeni], Şanso ise, burjuva akıl ve mantığının, davrin realitesinin mümessili. Cervantes, maziye dönmenin ne kadar imkânsız olduğunu göstermek istemiş ve böyle bir hasret çekenlerle alay etmiştir. Bu bakımdan da Don Kişot imkânsızın peşinde koşan bir çeşit zavallı ve biraz da gülünç bir delidir. (...) Bana göre Don Kişot sadece mazi hasreti çeken bir adam değildir. Umumiyetle doğrunun, haklının, güzelin hasretini çeken adamdır. Bu onun hem kuvvetli, hem zayıf tarafıdır. Çünkü umumiyetle, mutlak manasıyla, güzel, doğru ve iyi yoktur, fakar diğer taraftan insanlar, sosyal şartların tesiriyle, daha güzele, daha haklıya, daha doğruya mütemadiyen hasret çekmişlerdir. Don Kişot kuvvetli bir adamdır, çünkü aksiyon [eylem] adamıdır. Mücadele adamıdır. İnandığı şey için dövüşen adamdır. Bundan dolayı da aklı, mantığı, burjuva aklını ve mantığını temsil eden Şanso'yla kıyas edildiği zaman, Don Kişot değil, Şanso gülünçtür. Şanso'da hareket noktası, aksiyonunun hareket noktası, şahsi menfaatidir. Zengin olmak, vali olmak için Don Kişot'un peşine takılmıştır. Bunun için de kitabı bitirdiğin zaman Don Kişot'u seversin, Şanso'yu sevmezsin. Don Kişot'un deli, komik filan olarak gösterilmesinde bizzat burjuva devri ve bu devrin resmi neşriyatı da amil olmuştur. Burjuva, Monarch'ı da devirip sosyetenin [toplumun] tam hâkimi olduktan sonra, kendi devrini, mutlak, değişmez ve en doğru, en güzel, en akla uygun bir devir saydığı için, daha güzeli, daha doğruyu arayandan nefret etmiş, idealistten ürkmüş, korkmuş ve Don Kişot'u bir istihza vesilesi yaparak bu sıfatı, kendi aklı ve mantığı, hele kendi devrinin şartlarına uymayan, hele o şartları değiştirmek isteyen herkese vermiştir. Don Kişot'un gülünç, komik, yarı deli telakki edilmesinde, bu devirde ve belirli muhitlerde, bu da amildir. Kitabın içindeki Don Kişot elbette ki normal bir adam değildir. Fakat kitabın dışına çıkan bir Don Kişot vardır ki o gayetle normaldir. Kitabın içindeki Don Kişot'un normal olmayışı, demin de söylediğim gibi, geri gelmesi imkânsız olanı aramaya, bulmaya kalkışmasındandır. Fakat kitabın dışına çıkan, kitabın mevzuunun dışına çıkan Don Kişot'un, daha iyiyi, daha güzeli arayanın, burjuva aklı ve mantığını, burjuva telakkilerini ve psikolojisini, mutlak olarak kabul etmeyen Don Kişot'un, daha güzeli ve daha iyiyi, daha haklıyı arayan Don Kişot'un, bu uğurda dövüşen Don Kişot'un, aksiyona geçen Don Kişot'un anormallikle hiçbir ilgisi yoktur. Yani Don Kişot'un hikâyesini, yeldeğirmenleriyle dövüşmesini, falanını filanını değil de, güzel ve doğru bulduğu bir iş için ellisinden sonra dövüşmesini, yollara düşmesini filan göz önünde tutarsan onu sevmemek imkânsızdır. Ve ben öyle sanıyorum ki onun hâlâ canlı oluşunda ve insanlık tarihi boyunca da canlı kalacak olmasında bütün bu saydıklarımın rolü büyüktür. Sonra, kitabın tekniği, hikâyesi, özü de öyledir ki, tabir caizse, Şarlo'nun filmlerine benzer. Çocuk da zevk alır, büyük de, cahil de, okumuş da, burjuva da - sebebini söyledim - sosyalist de. Cervantes Don Kişot'u yazarken, bütün bu söylediklerimi düşünmüş mü? Zannetmem. Fakat çok enteresan bir devirde yaşadığı için o devrin, yani bir inkılap devrinin damgasını taşımış ve kitabına da bu damgayı vurmuş."

Shakespeare (1564-1616)
"Kanaatımca, bu büyük sanatkârın üzerinde durulması gereken en mühim başarısı, bir sosyal intikal, hatta sosyal bir inkılap devri başlangıcında, göçmekte olanı ve gelmekte bulunanı sezmesidir. Onun için şöyle derler : 'Shakespeare ebedi insan karakterlerini, ebedi ihtirasları, kederleri, sevinçleri, iyilikleri ve kötülükleri en mükemmel şekiller içinde tespit etmiş olan sanatkârdır.' Bence, bu cümleyi şöyle tashih etmek lazım : 'Shakespeare göçmekte olan sosyal münasebetler içinde hâlâ yaşamaya çalışan ve bir tarih devresinin mahsulü olan ihtiraslar, karakterler filan falanla, gelmekte olan bir sosyal münasebetler çerçevesi içinde ve tabii yine bir tarih devresine ait, yoksa ebedi değil, karakterleri, ihtirasları falan filan tespit etmiş büyük bir sanatkârdır.' Meseleyi böyle koyduktan sonra bugün bir sanatkârın Shakespeare'den alacağı en büyük ders ve miras şudur : 'Bugünün içinde de, bugünün sosyal münasebetleri içinde de ve bu münasebetlerle - ana hattında - tayin edilen insan karakterlerini, ihtiraslarını, göçmekte ve gelmekte olanları tespit etmek, tebaruz ettirmek.' Shakespeare için gelmekte olan münasebetlerin ifadesi insan karakterleri, ihtirasları, bugün göçmekte olan münasebetlerin ifadesidir. Bundan başka Shakespeare'den alınacak bir ders, bir miras daha vardır : Herkes tarafından bilinen ve işlene işlene canı çıkarılmış mevzular dahi yeni bir muhteva [içerik] görüşüyle ve bu yeni muhteva görüşüne en uygun yeni bir şekille [biçimle] pekâlâ işlenebilir. Sanat eserinde, tiyatrodan şiire kadar, resimden musikiye kadar, bütün sanat verimlerinde en önemli şey işin hikâye tarafı değildir, orijinalliği, hikâye tarafında değil, bu hikâyeyi görüş, telakki ediş [anlayış], koyuş ve sonra onu en uygun şekille sentetize edişte [bütünleştirişte] aramak gerekir."

Goethe (1749-1832)
"Ben Faust'u biraz keçiboynuzuna benzetirim. Bir araba odun yemek, çiğnemek lazımdır. Fakat bu bir araba odun ve tahta parçası çiğnendikten sonra elde edilen lezzet birçok bakımlardan harikalıdır. Faust'un felsefesi idealisttir, fakat kullandığı metot diyalektiktir. Faust'ta bütün bir tarihi devrin ihtirası ve arzuları vardır."

Beethoven (1770-1827)
"Dün gece Beethoven'i daha iyi anladım. Büyük Fransız Devrimi'nin atlayışını, haykırışını müzikleştiren ve bununla kalmayıp daha ilerisini, daha ötesini bir sezişli melodi biçiminde yüreğinin orkestrasına koyan Beethoven'in büyüklüğü bir tabiat büyüklüğü gibi doldurdu içimi."


Puşkin (1799-1837)
"Yeryüzünde, Batısı, Doğusu, Kuzeyi, Güneyi içinde, sevdiğin dört şair say deseler, bu dörtten biri Puşkin'dir.
"Puşkin'i on dokuzumdan altmışıma kadar artsız arasız sevdim, çünkü artsız arasız sevdalandım halkıma, bütün halklara, memleketime, bütün memleketlere ve dostlara, kadınlara.
"Puşkin'den birçok şey öğrendim, ama öğrendiklerimin başında : kocalmamak sanatı gelir."

Dickens (1812-1870)
"Dickens dediğin İngiliz muharriri o çeşit küçük burjuva muharrirlerindendir ki, hayatı, realiteyi görürler, onu tenkide kadar - kendi görüşleriyle de olsa - giderler, muharrir olarak büyüktürler, fakat anhası minhası, kötülüğe, düzensizliğe mücerret vasıtalarla karşı koymak, bunu ham hayallerle düzeltmek isterler, bunun için de yumuşatıcı, Hıristiyanca bir tarafları, bir düşünüşleri vardır. Mamafih bütün bunlar Dickens'i kâat sepetine atmamızı icabettirmez. Ondan da öğrenecek birçok şeylerimiz vardır."

Balzac (1799-1850)
"Büyük Fransız romancısı Balzak, siyasi kanaatları bakımından, monarşistti. Fransa'nın saadetini krallığın, ana hattında, derebey münasebetlerinin 'avdetinden' [geri gelmesinden] bekliyordu.
"Fakat monarşist Balzağın romanlarını Marks ve Engels gibi ilmi sosyalizmin kurucuları okuyorlar ve takdir ediyorlardı.
"- Bu nasıl olur?
"- Balzak realisttir. Romancı Balzağın realizmi öyle müthiş bir kuvvetti ki, zaman zaman ona monarşist Balzağın hiç de işine gelmeyecek hakikatları bile yazdırmıştı. Realist romancı Balzak monarşist mürteci Balzağı arka plana atıyordu.
"Realist romancı Balzak yalnız bütün bir Fransız cemiyetini [toplumunu] olduğu gibi aksettirmekle kalmamış, kendisinden bir hayli zaman sonra Fransız cemiyetinde belirecek olan tiplerin de ana çizgilerini çizdirtebilmişti ona."

Baudelaire (1821-1867)
"Yazmaya başladığımda Baudelaire'le büyülenmiştim, ezbere biliyordum onu. Sonra, toplumcu olunca, tüm bunların canı cehenneme, dedim. Fakat bu da doğru bir şey değildi."
Dostoyevski (1821-1881)
"Bilirsin ki, Dostoyevski de romanlarını bazan gazete tefrikası halinde neşretmiştir. Hatta bunun damgasını da taşır. Fakat gerek o zamanki daha az tüccar gazetecilik yüzünden, gerekse elbette, Dostoyevski'nin ustalığı dolayısıyla bu romanlar ciddi değerlerinden hiçbir şey kaybetmemiş gibidir."

Leo Tolstoy (1828-1910)
"Tolstoy'a gelelim. Halis muhlis dev. Fakat bu devin bir çocuk yüreği var. Dehşetli bir şey. Bir bakıma realizmin şaheseri onda. Sana Tolstoy'un tekniği - ne harikulade, ne basit, bundan dolayı da nasıl güç - hakkında uzun uzadıya yazacağım. (...) Dostoyevski'ler filan falan Tolstoy'un yanında - yüksek müsaadenizle - çok hilebaz herifler. Ben Tolstoy kadar hileye tenezzül etmeyen sanatkâr az gördüm. Kurnazlık yapsa bile bir devin çocuk kurnazlığı. Zaten başka türlü de olamaz, kuvvetine güvenen insan kurnaz değildir."

Zola (1840-1902)
"Zola'nın eksiği Marxist olmayışıdır. Halbuki pekâlâ olabilirdi. Daha doğrusu benim ve benim gibi düşünen birçok Zola hayranlarının Zola'da saygıyla affedemediğimiz şey ilmi sosyalizme intisap edemeyişidir."

Anatole France (1844-1924)
"Anatole France'ta ben seninle hemfikir değilim. Anatole France'ın kusurları vardır : bunlar zaman zaman alaycı bir bedbinliğe ve ümitsizliğe kaçışı, yer yer süse püse, boyaya rastığa önem vermesi. Fakat genel olarak Anatole France dünya edebiyatının yüksek tepelerinden biridir. Her şeye rağmen insanın eninde sonunda muzaffer olacağına inanmıştır - bu inanış bazan acayip sapıklıklara düşmekten onu alıkoyamazsa da - sonra sınıflı cemiyetlerin yalancılığına, düzenbazlığına, yobazlığına karşı kavga etmiş bir adamdır."

Çehov (1860-1904)
"Burda Çehof'un 100. yılı kutlandı. Çok kalabalık bir konferans salonunda. Çehof'u biz Türklerin ne kadar sevdiğimizi anlattım. Gerçekten de bizim edebiyatta Çehof'un büyük etkisi olmuştur. Ben şahsen onu yeryüzünün en büyük, en orijinal, en yenilik getirmiş yazarlarından biri sayarım..."

Gorki (1868-1936)
"Yeryüzündeki bütün gerici kuvvetlerin, barış ve milli bağımsızlık düşmanlarının, faşistlerin ve her çeşit yalancı, düzmece demokratların en korktukları yazıcılardan biri de Gorki'dir. Neden? Çünkü Maksim Gorki yalnız kendi halkına değil, bütün halklara yurtlarını, hürriyeti, barışı ve birbirlerini sevmeyi öğretir. Çünkü o, insanın, insanlığın geleceğinden, güzel günler göreceğinden emindir. Çünkü o, emekçi insanı, koluyla, kafasıyla çalışan insanı, yeryüzünün gerçek, biricik efendisi sayar."
"Gorki insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir."

Barbusse (1873-1935)
"Paris'in halk mahallelerinden bir ölü arabası geçiyor. Dekorsuz, boyasız ve yaldızsız bir ölü arabası. Arabanın arkasında gözle görülüp sayısı kestirilemeyecek kadar çok bir insan kalabalığı. Önde, üstleri eski, fakat temiz genç kızlar, ellerin üzerinde kitaplar taşıyor. İki yanda, yine sayısı sayılamayacak bir insan kalabalığı...
"Ölen adam bir şair, bir romancı, bir yazıcı. Fakat öz soyundan bir insan. Adı Henri Barbusse. Fransa halkı dirisinin ve ölüsünün peşinden gideceği insanları seçmesini biliyor."


Meyerhold (1874-1940)
"Bence Meyerhold, Chaplin ve Picasso'nun yanında, zamanımızın en büyük sanatçılarından biri sayılır."
"Meyerhold sadece bir Batı adamı değildi. Yani kültürü, sadece Batı halklarıyla, Yunanistan ve eski Roma ruhuyla oluşmuş değildi. Onun kültürü, her gerçek toplumcu için söz konusu olduğu gibi, genişti, yani dünya kültürüydü. O kültürüne, Doğu'nun mirasını da, Bizans'ın mirasını da katmıştı ve çok iyi anlıyordu bunları. Bu nedenle, tüm tiyatro yöntemlerini kabul ediyordu."
"Meyerhold Tiyatrosu'nu toplumcu gerçekçiliğin en mükemmel akımlarından biri sayıyorum."

Picasso (1881-1973)
"Sosyalist gerçekçiliğin ressamıdır o. (...) Dünya toplumcu hareketi için, dostluk ve halkların mutluluğu için gerekli olan her şeyin propagandasını yapar. O materyalist ve toplumcudur; fakat istediği gibi resim yapıyor, bu onun hakkıdır."

Chaplin (1889-1977)
"Monsieur Verdu, dâhice bir film."
"Ne yazık ki ben Şarlo'nun son filmini görmedim. Ama bak ne oldu, yirminci yüzyılın en büyük dram yazıcısına, rejisörüne, yani asrımızın Şekspir'ine, dünya barış hareketi, dünya barış mükâfatını verdi. Ben, bu dünya barış mükâfatlarını dağıtan jürinin başkanıydım. Bu mükâfatı meşhur bestekâr Şoştakoviç'e de verdik. İkisinin de diplomalarını imzaladım. Ömrümde imzam böylesine şerefli ve tarihi vesikaya ilk defa konduğu için, kâğıtları imzalarken bayağı elim titrediydi."

Mayakovski (1893-1930)
"Mayakovski'nin hayatı mütemadi bir kavga seyrinden ibarettir. Hayatlarında dövüşenlerin isimleri, ölümlerinden sonra da, sağ kalan düşmanlarıyla kavgada devam ederler... Mayakovski'nin arkada kalan ismi ve eserleri daha uzun seneler büyük inkılabın düşmanlarıyla çarpışacaktır..."
"Mayakovski'nin şiiri ile benim şiirim arasında ortak olan şey, öncelikle, şiir ile nesir arasındaki kopukluğun aşılması; ikinci olarak (lirik, yergi v.b.) çeşitli türler arasında kopukluğun aşılması; üçüncüsü, şiire siyasa dilinin getirilmesidir.
"Fakat biçimlerimiz farklıdır onunla. Mayakovski öğretmenimdir, fakat onun gibi yazmıyorum ben.
"Moskova'daki öğrenim döneminde ben de Mayakovski gibi bir tribün şairiydim. Şiirlerim bir nefesli çalgılar orkestası gibiydi. Topluluk önünde okuyordum onları."

Yesenin (1895-1925)
"Yesenin'de harikulade bir içtenlik var. Fransızların bu şairi sevdiklerini, onda kendilerine yakın bir şeyler bulduklarını şaşırarak öğrendim. Bu, Yesenin'de, bir yandan hem Guillaume Apollinaire, hem gerçeküstücülük arasında ortak bir şey bulunması; öte yandan, şiire konuşma dilinin sokulmasıdır."

Bagritski (1895-1934)
"Bagritski'de sevdiğim birçok şeyler arasında, başta gelenler, devrimci romantizmin erkekliği, ağacı, otu, lokomotifi, buharı kadınlaştırıp okşamasını bilen erkekliği. Bence şair dediğin, ressam dediğin hadım olmayacak."
Eluard (1895-1952)
"Tuhaf şey doğrusu, onun şiirlerini okuduğum zaman, sanki aynı şeyler için düşünmüş, aynı şeyleri yazmak istemişim kanısına varıyorum."

Zoşçenko (1895-1958)
"Zoşçenko'nun birçok hikâyesini çevirdim Türkçeye, ustalığının hayranıyım. Türk burjuva basını, 'Sovyetler Birliği'nde insanlar gülmeyi unutmuştur, mizah edebiyatı ölmüştür' falan diye yaygarayı bastıkları bir sırada Zoşçenko'nun yayımlanması çok iyi olduydu. On binlerce Türk okuyucusu Zoşçenko'nun acı, ama çok derin ve asla kötümser olmayan hikâyelerini okuyarak Sovyetler Birliği'ni sevdi sanıyorum."

Brecht (1898-1956)
"Bertolt Brecht'in ve daha birçok Batı tiyatro ustalarının üstünde Asya tiyatrosunun etkisini görmemek için kör olmalı..."

Nezval (1900-1958)
"Nezval hayatı doludizgin, doymamacasına sevdiği için büyük adalete, büyük hürriyete, büyük bahtiyarlığa, yani toplumculuğun gerçekleşeceğine, gerçekleşmesi gerektiğine inandı. Emeği, düşünmeyi, sevdayı, hasreti, yemeyi, içmeyi, münakaşa etmeyi, denizi, dağı, yıldızları, geleneğin tecrübesini, yeninin, yeniyi araştırmanın, gerçekleştirmenin hırsını duymayan bir insanın toplumcu şair olabileceğine; ama Nezval gibi, Nezval çapında gerçek ve büyük; inanmıyorum...
"Çekçeyi bilmem. Ama Rusçaya ve Fransızcaya çevrilmiş şiirlerini okuduğum zaman Nezval'in, ondaki renk, şekil, hacim şehvetine hayran oldum. Şiirlerini kaç kere kendi ağzından Çekçe dinledim. Çek dili güzel dillerden biri. (...) Nezval'in şiirindeki ahenkte Çek dağlılarının türküleriyle Smetana'nın besteleri birbirine karışıyor."

Eşref (1847-1912)
"Ben anarşizmden hiçbir zaman bir şey anlamadım, septiklik ise aklımın ermediği nesnedir, buna rağmen, Eşref'te bu iki vasıf bulunduğu halde ondaki realizme hayranım."

Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937)
"Abdülhak Hâmit beyefendi Dâhi-i Âzam değildir. (...)
"Eğer Hâmit Bey içinde yaşadığı içtimai intikal devresinin Şark'a, Osmanlı İmparatorluğu'na mahsus hususiyetlerini beynenmilel bir derecede ifade edebilmiş olsaydı ve bunu o zamana kadar yapılanlardan daha muvaffak bir surette yapabilseydi, dâhiler galerisinde bu isimde bir Osmanlı sanatkârı da bulunabilirdi. Halbuki o bunu yapamadı. Hatta çok kere muasırlarından Namık Kemal ve Ziya Paşa bu hususta daha muvaffak olmuşlardır.
"Hamit Bey, devri için yeni, kuvvetli bir Osmanlı şairidir, işte o kadar."

Tevfik Fikret (1867-1915)
"Fikret hayatının bir devrinde Allah-ü Ekber diye şiir yazmış, sonra : Göçüyorsun da arş ü ferşinle yok tabiatta bir inilti bile, diyen bir inkılapçı, fakat metafizik materyalist olmuştur. Fikret hürriyet için yazılarında dövüşmüş, fakat hürriyeti eline geçiren burjuvazi bunu yalnız kendi genç ihtirasları için kullanınca : Yiyin efendiler yiyin, diye feryada başlamıştır. Fikret'in bu şiiri yeryüzündeki bütün burjuva inkılaplarından sonra iktidara geçen sınıfların yüzüne hâlâ bir tokat gibi inebilecek kudrettedir. Fikret ütopik bir sosyalizme hasret çekmiş - başka türlü de o zaman olamazmış, memleketimizde henüz gerçek sosyalizmin bayrağını taşıyacak proleter sınıfı pek zayıfmış - ve bizzat Fikret sosyal menşei bakımından, menşeinin, yani küçük burjuvazinin bütün zaaflarını ve kuvvetini tevarüs etmiştir. Nitekim, İttihatçılar iktidara geçtikten sonra, Fikret'in düşündüğü büyük hürriyet yerine, temsil ettikleri zümrelerin menfaatlerini koruyunca, Fikret bir yandan onlara saldırırken, bir yandan da dünyaya küsmüş, dağın tepesine çekilmiştir. Fikret mücerret ahlaka, mücerret iyiye ve kötüye inanmış, bunların zamanla, mekânla öz ve kalıp değiştiren konkre şeyler olduğunu anlayamamıştır. Dünyada ve kendi memleketinde her şeye rağmen insanların ileriye doğru atıldıklarını görmüş ve bundan dolayı insana inanmış, güvenmiş, ve ana hattında hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamıştır."

Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944)
"Mehmet Emin Bey milli şair değildir.
Milli şair olmanın hiçbir vasfını haiz değildir. Evvela Türk şairi olarak gösterilen bu şair Türkçe yazmaz. Şiirlerinin lisanı ne Türkçedir, ne Osmanlıca; uydurma, hiçbir sınıf, tabaka ve ferdin konuşmadığı suni bir lisandır. (...)
"Milli şair olduğu iddia edilen Emin Bey hangi yazısı ile Ziya Paşa kadar olsun emperyalizme dost olanlara hücum etmiş ve en nihayet hangi yazısı Kemalettin Kami'nin 'İzmir Kapılarında' isimli küçük şiiri kadar son mücadelenin destanı olmuştur. (...)
"Mensup olduğu milletin lisanında bir dönüm noktası teşkil etmeyen, o milletin büyük mücadelelerinin sesini duyurmayan bir şair nasıl milli şair olabilir?..
"Mehmet Emin Beyin şairliği bile bir galatı rüyet iken, milli şairlik sıfatı cehlin galatından başka bir şey değildir."
"Bak tuhaf bir şey gibi gelecek ama, ben bugünlerde Mehmet Emin'i inkâr olunan tarafıyla, yani şair tarafıyla keşfettim. Şüphesiz ki Milli Türk şairi filan değil, lakin iyi şair. Adamcağızın bu esaslı tarafını kulaktan dolma bir telkinle inkâr edip durmuşuz."


Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958)
"Yahya Kemal'i, beni lütfen iyi anla, şair olarak değil, USTA olarak, Türk şiirinin tekniğine büyük hizmetler etmiş bir insan olarak, kendi tarzında ve zihniyetinde kültürlü ve çok zevkli bir hoca olarak pek sever ve pek beğenirim. Ve bu taraflarını inkâr etmem ve edenlere karşı kavgaya hazırım. Fakat, sanatkârlığını atarsam, şairliği, anlatabiliyor muyum, iki gözüm, ŞAİRLİĞİ mühim değildir. Politikada ve cemiyette tesiri ise, benim telakkime göre geri ve mürtecidir..."

Halide Edip Adıvar (1884-1964)
"Halide Edip'in eserlerini hem kronolojik, hem de ideolojik sırayla üçe ayırmak mümkün.
"1. Harap Mabetler devri.
"2. En kuvvetli verimini Mevud Hüküm romanında veren devre (Ateşten Gömlek de geçit olarak dahil).
"3. Sinekli Bakkal ve son romanları.
"Birinci devrede hâkim muhteva [içerik], mazi hasreti, lirik ve mistik felsefi idealizmdir.
"İkinci devrede hâkim unsur cinsiyet kavgasıdır. Kadın erkek cinsleri birbirine düşman iki kutuptur.
"Üçüncü devrede kendi bakımından sosyal meseleler ön plana gelir.
"Fakat birinci devrede ikinci devrenin rüşeymleri [oğulcukları] mevcut olduğu gibi, ikinci devrede de üçüncünün belki muhteva bakımından ayrı, fakat sosyal meselelerle alaka bakımından var olan rüşeymlerini görürüz. Yani birinci devrede kadın erkek cinslerinin kavgasını (?!) tohum halinde görürüz. İkinci devrede bu tohum hâkim unsurdur. Fakat aynı zamanda Turancı Halide Edip'te, milliyetçi ve mazisever Halide Edip de vardır. Üçüncü devrede kadın erkek cinsiyet kavgası arka plana geçmiş, onun yerine, Turancı, şoven, milliyetçi değil, fakat maziseverliği baki, ıslahatçı, demokrat, Gandi'ci Halide Edip sosyal meseleyi bu bakımdan birinci plana almıştır... Ha şunu da söyleyeyim, hatta ikinci devrenin en bariz eseri olan Mevud Hüküm'de dahi bütün kadın erkek cinsi düşmanlığının arasında, ıslahatçı, halkçı bir doktora ve fikirlere rastlarız. Yani hülasa edecek olursak, Halide Edip'te cinsiyet düşmanlığı ikinci devrede azami inkişafını bulduktan sonra bugün moloz, bekaya, 'teressübat' olarak görülür, romanın bir sosyal tezi olması, sosyal bir davayı gütmesi ise bugün birinci planda hâkim unsur halindedir ki, bu unsur ilk devreden itibaren bazı değişikliklere uğrayarak mütemadiyen inkişaf etmiştir."
Ahmet Haşim (1885-1933)
"Bana bir gün Ahmet Haşim, 'Kendi kendini tekrarlamaktan sakın ve kork,' demişti. Haşim'de bu korkuyu anlıyorum. O hakikaten kendi kendini tekrarladığı için değil, tekrarladığı şey, yani kendisi, yani şiirinin ana hattı çok basit, tekrarlanmaya değmeyecek ve tekrarlandığı zaman yaldızını kaybediveren bir nesne olduğundan böyle bir korkuya düşebilir ve bana bu halden sakınmamı söyleyebilirdi. Fakat ben şahsen bizim için - diyalektik materyalist realist muharrir olmak isteyenler için - böyle bir korkunun varit olamayacağını sanıyorum."

Naşid Özcan (1886-1943)
Naşid sahici halkı, dekorsuz, ışık oyunları tertibatı olmayan bir sahnede ve kendi tabiriyle 'kalorifersiz bir tiyatro salonunda' güldürmesini bilen en büyük sanatkârımızdır.
;"Halkın sevgisi ne güzel şey. Halk çok güç sever. Sevgisine en ufak bir ihanet yapılırsa hemen ya unutur, ya düşman kesilir.
"Naşid yıllardır bu sevgiyi bir bayrak gibi taşıyor."


Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir, 1886-1973)
"Şakir büyük şairdir. Hiçbirimiz onun ayarında, klasik manasıyla, lirik anlayışla şair olamadık. Fakat oğlanda bu şairlik öyle azıtır ki, bazan ŞAİRANE olur."

Refik Halit Karay (1888-1965)
"Sabahattin Ali'nin Değirmen ve bilhassa Kağnı adındaki kitapları çıktıktan sonra, Refik Halit'in Memleket Hikâyeleri hakiki mahiyetlerini daha açık ortaya koydu. Refik Halit güzel, renkli, kokulu, elle tutulur, gözle görülür bir Türkçeyle bize bir devir içindeki Anadolu kasabalarının memur tiplerini vermiştir. Yoksa Anadolu köylüsünü ve kasabalısını değil."

Osman Cemal Kaygılı (1890-1945)
"Osman Cemal halk muharriridir. Yani bir muharrire verilebilecek en güzel, en temiz, en değerli sıfatlardan birini halk ona vermiştir. Halk ona 'halk muharriri' demiştir.
"Halk sözü geniş bir insan kalabalığını ifade eder. Halk sözü kendi damı altına fıkara ve orta köylülüğü, esnafı, zanaatkârı, işçiyi ve münevverliğin bir tabakasını toplar."


Muhsin Ertuğrul (1892-1979)
"Türk tiyatrosunun kurucularından ve gayretli teşvikçilerinden Muhsin Ertuğrul, Sanat Tiyatrosu'nda edindiği tecrübeleri Meyerhold'unkiyle başarılı bir şekilde birleştirmesini bilen bir kişi idi : Kendisi birçok kere Sovyetler Birliği'ni ziyaret etmişti. Meyerhold ve Stanislavski'yi şahsen tanıyordu; onların anlatım şekillerinin - her ne kadar birbirlerinden oldukça ayrılsalar da - sentezi Türk tiyatrosunun kurucusunun yapıtında gerçekleşiyordu."
Nurullah Ataç (1898-1957)
"Bence yazılarımı en iyi anlayan münekkit Nurullah Ataç'tır. Belki her zaman beni benim okuyucularımın anladığı gibi anlamıyor. Fakat birçok tenkitlerinden şahsen istifade ettiğim için Nurullah Ataç'ın beni çok defa iyi anladığını sanıyorum. Hani o adeta benim 'resmi' münekkidim gibi bir şey..."

Peyami Safa (1899-1961)
"Peyami, sosyal bakımdan şayanı dikkat ve arsıulusal bir tiptir. Çünkü onun sürülerle benzerine, sade Türkiye'de değil, birçok büyük Avrupa şehirlerinde de rastlanır. Ve onlar, yani Peyami ve benzerleri, sosyal temelleri çürümüş bir cins küçük burjuva münevverliğinin marka malı olmuş öyle nümuneleridir ki, ideoloji bakımından karanlık bir çıkmaz içinde çırpınır dururlar...
"Peyami'nin Babıâli Caddesi'ne düştüğü andan bugüne kadar geçen fikri hayatını tetkik edersek şunu görürüz : O boyuna sağ ve sol arasında bocalamıştır. Bir kapıya kapılandığı, cebi para gördüğü müddetçe sağa gitmiştir. Her kapılandığı kapıdan kovuluşunda, her maddi sıkıntıya düşüşünde sollaşmıştır. Fakat sağa gittiği zamanlar, sola karşı provokasyonlar tertip eden üstat, en sollaştığı vakitlerde bile sağı kollayacak kadar kurnazlık göstermiştir."

İlhami Bekir Tez (1906-1984)
"İlhami Bekir bir buçuk seneden beri uğraştığı yeni şiirde büyük ve derin adımlar atmıştır. Bu süratli terakkide, hiç şüphesiz, şairin eski şiir kültürünü iyi benimsemiş ve o vadide yazı yazanların birçoklarıyla kabili kıyas olmayacak derecede muvaffak olmuş bulunmasındandır..."
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954)
"Sait Faik'in hikâyelerinden bazıları hoşuma gitti. O hâlâ atmosfer vermekle meşgul, insanları tam canlanırken, yaşamaya başlarken ölüveriyorlar. Mamafih usta bir sanatkâr."
"Yahu şu son günlerde Sait Faik'in hikâyelerini okuyorum tekrar. Allah rahmet eylesin, ne büyük, ne gerçek şairmiş oğlan. Onu son gördüğümüz günleri saatlarce düşündüm. Yüreğim burkuldu..."
Kemal Tahir (1910-1973)
"Sen doğrusu iyi, güzel ve temiz çalıştın. Çıkar da eserlerini neşredersen Türk edebiyatı roman denilen tarza da kavuşmuş olacak. Bizde ilk gerçek romanı sen millete tanıtmış olacaksın."

Sabahattin Ali (1907-1948)
"Sabahattin Ali Türk edebiyatında ilk olarak, halkı, onun alelade bir seyircisi gibi değil, ona bağlı bir muharrir sıfatıyla anlatmıştır."
"Bana öyle geliyor ki, Türk hikâyesinde Sabahattin Ali, sosyalist realizmin ilk habercisidir. Ve kendisinden sonra, edebiyatımızda sosyalist realizmin eserlerini yaratacak olanlar, ona çok şey borçlu olacaklardır."

Bedri Rahmi Eyuboğlu (1913-1975)
"Bedri Rahmi'nin İstanbul Destanı'ndan parçalar okudum. Elbette Bedri Rahmi, bence, yaşayan Türk şairleri arasında en iyisi. Ressamlığını beğenmeyenler de, şairliğini beğenmeyenler de halt etmişler..."

Abidin Dino (1913-1993)
"Oradaki başarılarınla övünüyorum. Türk resminin yüzünü ak ediyorsun."

Orhan Kemal (1914-1970)
"Ben senin memleketimin en büyük muharrirlerinden biri olacağına eminim... İnsanların birçok taraflarını doğru olarak değerlendirmekte çok yanılmışımdır. Yanılmadığım bir şey varsa o da bir insandaki sanat kabiliyetidir. Beni yalnız bu hususta dolandırmadılar. Sende sanatkâr malzemesi, yapısı, soluğu mükemmeldir. Sana doludizgin güveniyorum."

Oktay Rifat (1914-1988)
"Oktay'ın şiirlerini beğenmene memnun oldum. O delikanlının birçok şiirlerini ben severim. Kusuru, şiiri daha ziyade kurnazlığıyla yazıyor. Kurnaz şiirler yazıyor. Kurnaz şiirler insanı bir bakıma ve bu yolda ısrar edildiği takdirde, darlığa, sathiliğe götürür."

Aziz Nesin (1915-1995)
"Burada Aziz Nesin mizah yazarlarının başlıcalarından oldu. Onun bu haklı başarısına seviniyorum."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder