Bu Blogda Ara

23 Ağustos 2010 Pazartesi

GÜLER YÜCEL’LE “CAN” ÜZERİNE




GÜLER YÜCEL’LE “CAN” ÜZERİNE


Röportaj :Nedim Kibar
Nedim Kibar: Buraya geliş öykünüzü anlatır mısınız?
Güler Yücel : Ben İstanbul’daydım. Can telefon etti. “Ben Datça’da bir ev aldım” dedi. Bende genelde sen satarsın diyerek işletiyor sandım. “Yok canım ciddi bir ev aldım Datça’da yaşayacağız artık” dedi. Ben tabi geldim. O zaman burası yıkıntı, ahır olarak kullanılan evdi (150 senelik bir Rum evi). Buraları o günlerde harabe bir yerdi, şimdi ise gördüğünüz gibi düzenlenmiş bir köy oldu. Can’ın tek mülk sahibi olduğu ev burasıydı. Çok sevdi burayı, Can’a nasıl buldun burayı diye soruyorlar “elimle koymuş gibi” diyor ya.
SORULU CEVAPLI
- Ne harika yer burası
Nereden buldun bu Datça’yı
- Elimde koymuş gibi buldum
Nedim Kibar : Datça üzerine ya da onu çağrıştıracak şiirleri de var değil mi?
Güler Yücel : “Su” getirmişti. Bir kitap okudum. Böyle yerleri ilk önce sanatçılar keşfediyor. Dünyanın birçok yerinde önce sanatçıların keşfettiği yerler yaygın olarak tanınan meşhur olmuş. Can’da Datça’yı keşfetmiş. Birçok insan Can’ın yaşadığı yeri merak ederek geliyor. Yaşarken balkonda oturur eve pek fazla kimseyi almazdı. Konuşmak istediği insanlarla dışarıda, kahvede görüşürdü. Can eve yakınlaştığı “He heyt” diye nara atarak girerdi. İşte geldi derdik. Köpek ve kediler yanına yanaşır onlara bir şeyler verirdi. İçeri girerken de “Güler Heyt nerdesin, evde misin, değil misin” diye yoklardı. Tabi hep evde olacaksın! Arka bahçedeyim gelsene derdim. Evin alış verişini Can yapardı. Balık, içki alırdı. Malum içkiyi severdi. İçki onun subabı gibi bir şeydi daha büyük patlamalara neden olmamak için içiyordu diye düşünüyorum. Potansiyel enerjisini içkiyle patlatırdı, denebilir. Can içki içmediğinde başka bir kişilikti çok ciddi, sakin ama her zaman bir neşe, bir keyif vardı. Biz çok keyifli yaşadık. Keyif ne demek, evde her türlü politika, her türlü sanat, Can öldükten sonra fark ettim biz bu dünyanın dışında yaşamışız. Biz de ne para konuşulur, ne mülk konuşulur, ne çıkar konuşulur, bizde konuşulan sanat, şiir, edebiyat, resim, politika dediğim gibi bunlar konuşulurdu. Biz statükoya uygun, çıkarcı bir ortamda yaşamamışız. Şimdi mesela şu küçücük köyde bile çatışmaları görüyorum. Ayak oyunları dönüyor biz bunları bilmiyoruz, kim kime ayak atar ne kadar samimi, ne kadar değil. Ha bir de Can’ın şöyle bir özelliği vardı. Eve giren birini bakışlarıyla süzelerek, “bu adamla konuşmaya değmez ya da bu adam kaliteli biri” derdi,. İyi bir önsezisi vardı. Biz kapalı sayılabilecek bir ortamda yaşadık ama dünyadan da kopuk değildik. Eh hayatımız süt liman değildi, ben de biraz kavgacı ve ısrarcıydım. Can’da malum…
Nedim Kibar : Can Yücel’in toplumsal meselelere ilişkin duyarlılığına dönecek olursak, Ankara’da 90’lı yıllarda düzenlenen kitap fuarındaki söyleşisinde, Can Yücel politik sorulara, çok net, gündemin farkında ve sınıfsal bir bakış açısıyla yanıt verdiğini anımsıyorum.
Güler Yücel : Doğru teşhis.
Nedim Kibar : Yani herkes işin magazinsel boyutunda Can Yücel içiyor. Evet önünde, şarap bardağı içiyor ama sorulan her soruya da gayet akılcı, mantıklı ve durduğu yeri bilen bir tarzda yanıt veriyordu.
Güler Yücel : En içkili halinde bile ne dediğini bilen, neyi kime, nasıl söyleceğini bilen zeki bir adamdı. Ve bir de inandığını söyleyen, inandığı gibi yaşayan, insandı. Şimdi bakıyorum da sanatçılar, şair takımları, ne söylüyor, ne yaşıyorlar, bilmiyorum? Lanrowernler’a dolaşıyorlar. Can şiirin bir meta olmadığını söyleyen bir adamdı. Ölünceye kadar da şiir düşündü öyle yaşadı.
Nedim Kibar : Bana göre de şiirinde, Türk diline hakim olmasının yanı sırada şiirde ironi yapan (humor) değişikliklere açık tarzda yazan şairdi. Birde şöyle bir karşılaştırma yapacak olursak, A. Nesin mizahi öyküde düşmanıyla nasıl alay ediyorduysa, Can Yücel’de karşıtlarına şiir diliyle alay eder ve vurur diyebiliriz, sanırım.
Güler Yücel : Doğru söylüyorsun, yalnız A. Nesin’e de takılıyor; geçenlerde Aziz Nesin vakfından çocuklar geldiler. Bir A.Nesin’den bir Can’dan şiirler okundu. Aziz Nesin Vakfı’ndan yetişmiş eğitici olan gençlerden biri anlattı; “A.Nesin anlatmış onlara) A.Nesin kalp krizi geçiriyor, kalp krizi geçirdiği sırada yurt dışında telefon ediyor Can “neyi var A. Nesin’in” diye soruyor. Yanıtlıyorlar “Aort damarında tıkanma varmış” deniyor. Can’da diyor ki “Yahu onun zaten ar damarı çatlaktı.” (gülüşmeler) “Benim delilerim (damda deli var)” diye bir kitap yazmıştı. Aziz Nesin bizde Can’la imza gününe gitmiştik. Aziz bey “en büyük deliyi” ne zaman yazacaksınız dedim. Kaşını kaldırıp baktı, “ne demek istiyorsun?” dedi. Valla en büyük deliyi yazacak olmalısınız dedim. Sonraki kitabında bahsetti. “Güler en büyük deliyi ne zaman yazacaksınız” diye sordu. “Kocasının ‘en büyük’ deli olduğunu biliyor. Kendisi yazamayacağından benim yazmamı istiyor” diye yazdı.
Nedim Kibar : Size dönecek olursak şiir ve resim çalışmalarınızın olduğunu biliyoruz. Bu etkileşim Can Yücel’le mi ilgili yoksa sizde de mayalanmış bir temel var mı?
Güler Yücel : Bedri Rahmi Akademisi’nde yetiştim, Behdi Rahmi’nin öğrencisiydim, süreci tamamlayamadan evlendim. Bize Bedri Rahmi mektup yazdı Can’a, “sen benim en yetenekli öğrencimi çaldın” diye. Ama sonra Bedri Rahmi ile karşılaştığımızda, Hocam resime yoğunlaşamıyorum fakat üç tane çocuğum var onları yetiştiriyorum, dedim. Bedri Rahmi, “Güler yetenek yüzde birdir. Sanatta esas yapılacak şey’in %99’u çalışmaktır” dedi.
Nedim Kibar : O anlamda tekrar Can Yücel’e dönersek, Can Yücel’inde sürekli şiir düşündüğünü dille, sözcüklerle sürekli haşır neşir olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Güler Yücel : Tabi, tabi son zamanlarda, durduramıyorum beynimi sürekli kelime ve imgeler geliyor derdi.
Nedim Kibar : Çeviriye de farklı yaklaşıyor, kendi dilinde uyarlama, yeniden yazmak gibi…
Güler Yücel : Shakespeare’den çevirileri vardır. Adaptasyon Türkçe söyleyen Shakespeare’in fırtınasını çevirirken bağrıyor, çağırıyor, ahenk ve o an yaşarcasına davranıyordu. Eve kapandı 1 hafta 15 günde çevirdi. “Su” gemideyiz, batıyoruz zannedip uykudan kalkmıştı. Biz evden ayrılmak durumunda kaldık. Öyle bir rezonans içinde çalışırdı, kaptırdı mı sonuna kadar giderdi. Tiyatroya, sinemayı takip ederdi. Ama tiyatro onun için çok daha önemliydi. Shakespeare kendince bir sentez oluşturmuştu. Çalışırken hiçbir şeyi gözü görmezdi. El yazısıyla yazar, güzel de bir el yazısı vardı. Gençliğinde Hasan Ali Bey döneminde Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’de Almanya’dan kaçan Yahudi profesörlerden, Latince, Yunanca öğrenmiş. Öğretilmiş bir metin nasıl çözümlenir, Latin dili edebiyatı, sonra İngiltere Cambridge’de okuyor.
Nedim Kibar : İngiltere’de radyo programcılığı veya sunuculukta yaptı değil mi?
Güler Yücel : BBC’de çalıştı, Londra’da, sonra beraber gittik Londra’ya.
Nedim Kibar : Kendi şiirini güzel okuyan/ seslendiren şairlerdendi. Şiirinin ezgisini, vurgusunu yerli yerinde yapan, Bizim Deniz’i hep etkilenerek dinlemişimdir.
Bizim Deniz
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak
En hızlısıydı hepimizin
En önde göğüsledi ipi..
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk… AŞK olsun!
Güler Yücel : Sesi güzeldi. Bir de kendi şiirini başkası okuduğunda beğenmediği yanlarını eleştirir, “öyle değil, böyle okunur” şekilde telkinde bulunurdu.
Nedim Kibar : Tiyatroyla ilgisi, seslendirmede şiir okumada avantajda sağlamış olabilir. Dediğim gibi ben Can Yücel’in sesinden “Bizim Deniz” dinlediğimde coşkulanırım. Şiirinin özelliklerinde biri de politik hatta güncel politik, toplumsal duyarlılıkları da içerisinde barındırıyor olması. “Kıssadan Kısa” ocağımıza incirlik diktiler.
BENZETMEYİ BENZETME
”Susurluk” ismi su sığırından geliyor.
”Manda” demek yani
3 kısım 1996’da
Susurluk yolunda
O iblis Mercedes’in
Masum kamyona çarpmasıyla
Gazi tarafından vaktiyle
Vaktinde siktir edilip de
sonradan harimimize
sinsi sinsi sokulan
Manda var ya
İşte o MANDA göle sıçtı
Nedim Kibar : Yetiştiği ortamı hatırlarsak, Cumhuriyet dönemi kültür Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olmak, iyi bir eğitim almak…
Güler Yücel : Ben o eve gelin gittim, o evde Cuma günleri döneminin şairleri yazarları gelir, tartışmalar fikir alış verişleri yaşanırdı. Bizim eve de Edip Cansever, Turgut Uyar, Metin Eloğlu, Ece Ayhan bütün kapışmalarına rağmen tartışmalar yapılır, fikir teatilerinde bulunulurdu.
Nedim Kibar : Can Yücel’in şiir ikinci yeni kuşağın yakın olduğu söylenebilir mi?
Güler Yücel : Pek benimsemezdi. Şöyle derdi, “İkinci yeni için, çeviri hatası, iyi Fransızca bilmeyenlerin şiir çevirmesinden kaynaklanan yanlış bir çeviri hatasıdır” derdi. Yani “Avrupa’dan alıyoruz her şeyi onun için öyle” derdi.
Nedim Kibar : Can Yücel’in dünya görüşü var. Marksist diyalektiği biliyor.
Güler Yücel : Bizim ev TİP’si döneminde şube gibiydi, genç çocuklar gelirdi. Onlarla Marksizm ve diyalektik materyalizm üzerine tartışırdı. Anlatırdı onlara ama hiçbir zaman bir öğretmen tavrı edası, üstten bakan bir tarzı olmadı.
Nedim Kibar : Yani yalınlık sadelik mütevazılık sizde de ailede de mecazi anlamda bir ‘insani çıplaklık’ gözlemliyorum.
Güler Yücel : Evet öyleyizdir.
Nedim Kibar : Can Yücel’de de o yalınlık çıplaklık dobra dobra ifade tarzı mezar taşına aktarılmış dizesindeki gibi ‘Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’sizin söylediğiniz sözlerde de ifade ettiğiniz gibi yalansız dolansız günlük çıkarların tamamen ötesinde hayattan lüksler beklemeden yaşamak…
Sevgi Duvarı
(…)
Baktım gökte bir kırmızı uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi


Güler Yücel : Görüyorsunuz işte evimiz yataklar, kitaplar, resimler sadelik… Biz aynı hamur tahtasında yoğrulduk buna mütevazılıkta değil bir yaşam biçimi demek lazım. Can’ın şenlik söz konusu olduğunda (belediye başkanına) şöyle bir laf etmişti: “Benim adımı Karhaneye koymayın” demişti. Birde gözlemlediğim bir şey bu şair olduğunu iddia eden kesimde her eline kalem alan şair kesildi. Uluslararası şiir festivali yapacaklarmış. Belediyenin tavrı da malum! Biz Datça’ya kendi tercihimiz irademizle gelmişiz. Burası on yıl önce oluştu düzenlendi. O zaman bizden başka kimse eline süpürge almadı.
Nedim Kibar : Datça’da benimde gözlemlediğim “Can” adı imajı birçok işletmede kullanılıyor. Peki bu işletmeler Can yücel şiirinde ne demek istiyor biliyorlar mı!? Emin değilim. Ama küçük çocuklar biz bu sokağa girdiğimizde Can Yücel’in şiirlerinden okudular. Onlar daha sıcak ve yakındılar. Ben kendi adıma Datça’yı Can Yücel’le aracılığıyla tanıdım. Bazı kurumların kişilerin iyi niyeti sezinlenemiyor .Can Yücel’in dediği üzere Karhane hissediliyor.
Güler Yücel : Bizde o yüzden Can’ın adını kullandırmak istemiyoruz.
Nedim Kibar : Tamda bu konuyu açmışken saptadığım bir genellemeyi konuşmak isterim. Türkiye yönetici sınıfları kendi aydınına ve sanatçısına dair sorunu var. Karşılaştırma yapacak olursak Fransa’da Fransız burjuvazisi kendi karşıtı olan sanatçı –aydınına anıt mezar, müze v.b. şeyleri hiç yüksünmeden yaptırabiliyor. Nazım Hikmet’in mezarı Moskova’da Sabahattin Ali, Enver Gökçe, Yılmaz Güney, Can Yücel vb. Gereken değer verilmiyor. Nasıl açıklanabilir? Kendi sınıfsal karakterini, kültürünü bile yaratamamış bir burjuvazi olmasına dayandırılabilir bir yönüyle…
Güler Yücel : Neye dayandırılabilir bilinç sanatçıya değer verme bilinci onun farklı bir insan olduğunu kavramaları lazım. Türkiye’de sanatçının farklılığını göz önüne çıkarabilecek bir burjuvazi yok böyle bir birikim yok. Sözde şimdi bu ev müzedir. Esasında tescil edilmiş bir müzedir. Ben yurtdışına Amerika vs. gittim. Şair evlerini gezdim. Baktım bunlar nasıl yapılmış hakikaten arkalarında üniversiteler ve benzeri kurumlar var. Bizde de şuna dikkat edin mesela Can kadar Can gittikten sonra anılan şair azdır. Bunu da ben ailenin bilinci olduğunu düşünüyorum. Çocuklarımızın kendi çalıştıkları alanları olmasına rağmen ne yapabilirlerdi:
Babalarının sanat anlayışını düşüncesini, ahlak anlayışını, estetik anlayışını sahiplenip korumaya yaşatmaya çalışıyorlar.
Benim oğlum (Can’ın çocuklarını yetiştirme anlayışı) nöropatoloji dalında eğitim gördü. Kanada’da, Singapur’da ödüllerde aldı. Can Hasan’ı, Gazi Yaşargil’e tavsiye etti. Bilirsiniz Nöroşirörji dalında G. Yaşargil dünya çapında önemli isimlerdendir ve Can Hasan’ın eğitimini nöropatolojiye yönlendirdi. Hasan da “tıp okuyayım da para kazanayım” derdi olmadı. Ödüller almasına rağmen burada doktorlar dönüm dönüm arazi satın alıyorlar…
Nedim Kibar : Evet insan sağlığı insan artık satılabilir metaya dönüdü…diğer çocuklar
Güler Yücel : Su ressam güzelse Kandilli Lisesi’nde okudu. Denizi çok seviyordu, su ürünleri ile ilgili bölüme girdi.Can çocuklara klasikleşmiş meslekler değil de yeni dünyanın trendini yakalayacak meslekler önermeye çalışırdı. Hasan gelmeden önce tıp hakkında nöroloji üzerine okur, onunla kendi mesleği üzerine uzun uzun sohbet ederdi.
Nedim Kibar : Can Yücel ile yaşanmış hatırlayabildiğiniz başka anılar ve sanatına değin söyleyecekleriniz onunla yaşadığınız aşk…
Güler Yücel : Düz yazı yazmak istemezdi. Şiirine anlatım yüklüyordu zaten şiir yoğun düşünüyordu ve hep şunu söylerdi: “şiirde çoğaltmak bol sözcük değil azaltmak, özü yakalamak, fazlalıkları atmak gerekir” derdi. Şiirde de yaşamda da fazlalıkları atmak! Edip Cansever ile ilgili bir anımızı aktarayım. E. Canseverin “Yerçekimli Karanfil” adlı kitabı vardır. Bir akşam Edip’le Can birlikte içiyorlar. Edip Bebekte biz Kanlıca da oturuyoruz o zaman, Edip Can’a “bende kal bu akşam” diyor. Gecenin ilerleyen saatinde Edip sızıyor. Can’sa içince uyumaz zaten masada gördüğü Edip’in şiirini alıyor bu fazla bu sözcük gereksiz şiirle uğraşıp karalıyor. Edip Cansever sabah kalktığında kıyameti koparıyor “sen benim şiirime nasıl müdehale edersin, sen benim arkadaşım değilsin” diye. Bir zaman sonra Papürüs’e geldik oturuyoruz. Edip Cansever girdi içeri, Edip gelsene masaya dedim. “Yok bu adamı sevmiyorum gelmeyeceğim” dedi. Ben yahu senin soyadın Cansever deyince yanımıza geldi oturdu. Sonra bir kağıt istedim oradakilerden Can’a da Edip’e de sen bir dize yazacaksın sende bir dize dedim yazdılar. Kağıdı masada bıraktık o kağıdı da Halil Ergün almıştı bir fotokopisini gönder demiştim ama haber çıkmadı.
Nedim Kibar : Can Yücel ile yaşadığınız aşk resim şiir Datça…
Güler Yücel : Birlikte yaşadık. Resim yapmaya şiir yazmaya devam ediyorum. Datça’da yaşıyorum.
Nedim Kibar : Can Yücel’in alkolle ilişkisini düşündüğümüzde Can ile yaşamak zor bir adamıydı?
Güler Yücel : Bana derdi ki “sen demir leblebisin, seni çiğneyemiyorum.” Çiğnese yutardı. Mesela gece üçte dörtte kaldırır yazdığı şiiri ilk bana okurdu. Bende eleştirir şurası sarkıyor olmamış derdim. O da sen şiirden ne anlarsın der daha sonra gider düzeltir yanıma gelip tekrar okur “olmuş mu?” diye sorardı. Ben Can ile hayatı iç içe severek yaşadık.
Su Yücel : Annem kendisini hayatını şiirle çok iyi anlattı.
BİRLİKTELİK
Farkımız çok hem de pek çok
İçtiğimizden sıçtığımıza kadar
Ama bizi birbirimizden ayıran en büyük fark
Bana sorarsan
Sen şiir yazıyorsun durmadan
Bense çok az
Üstelik sen yokken şiirleniyorum ben.
Sense her zaman
Olsun be…
Vazgeçtim ben şiir yazmaktan
G. Yücel
Nedim Kibar : Sizinde babanızın son dönemine son günlerine ilişkin anlatacağınız anılar olmalı.
Su Yücel : Babam hasta olduğu dönemde kendisi de yaşamının sonunda olduğunun farkındaydı. Çok duygusallaşmıştı. Belki de yapısı da öyleydi diyebiliriz. Mantıklı yanları olduğu gibi duygusal tarafları da olan bir kişilikti. Yani ikisinin arasında gidip gelen bir adamdı. Yaşamının sonuna doğru duygusal yanı ağır basmaya başladı galiba. Birlikte oturuyoruz örneğin A. Öcalanın yakalanması konusunu konuşuyoruz, o zaman gelişen olayları bize değerlendiriyor. Birinci şık ne olur ikinci şık ne olur, şeklinde senaryo oluşturur gibi çalışırdık. Herhangi bir konu üzerinde de böyle yaklaşırdı. Bir resim yapmıştım kapının “resmi getir bakalım” dedi. Bende resmi getirip koydum önümüze birlikte resme bakarak, nasıl daha güzel olacağını tartıştık. Son günlerinde bile hayatla ilişkisini hiç kesmedi. Kendisi içinde bizim içinde oldukça zor günlerdi. Bu duruma rağmen yaşama olan tutkusunu yitirmedi.! Ağaçsa ağacı seyretti, o gece kaktüslere baktı. Onun için hayat sonuna dek devam etmeliydi. Yine ironi yüklüydü yine problem çözüyordu.
Datça’ya geldikten sonra babam büyük şehirden buraya geldiğinde daha doğaya yakınlaştı insanlar daha içten büyük şehirdeki insan ilişkilerindeki soğukluk (herkes Picasso modeli ) yabancılaşmaktan uzaklaştı. Burada köy kahvesinde oturur insanlarla sohbet eder ve Datça’nın tabiat güzelliğinin içerisinde yaşaması onu daha da sakinleştirmişti.
Nedim Kibar : Son olarak Datça da yapılan anma etkinliklerinden bahseder misiniz?
Su Yücel : Biz bu evi açamıyoruz anma etkinliklerine birkaç yıldır belediye gerekli ilgiyi göstermiyor, biz de pek niyetli değiliz. 12 AĞUSTOS HER AGUSTOS’UN İKİNCİ PAZAR’I MEZARI BAŞINDA ANMA DÜZENLİYORUZ. Ayrıca CANEVİ’NDE, kütüphane ellerinin değdiği kitaplar, resimler, arşivi, elyazmaları, mektupları, kendi çalışmaları, saklı gelecekte bazılarını tasnif edip yayınlayabiliriz belki…

Ağustos 2007


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder