Bu Blogda Ara

3 Eylül 2010 Cuma

PABLO NERUDA Yaşamı / Şiirleri

Pablo Neruda (asıl ismi: Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto) (12 Temmuz 1904 Parral, Şili - 23 Eylül 1973 Santiago), Şilili yazar ve şair.
Hayatı :
Şili'de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini çok küçükken kaybetti. 13 yaşındayken yerel "La Mañana" gazetesindeki bazı makalelerle katkıda bulunmaya başladı. 1920'de "Selva Austral" isimli edebiyat dergisinde "Pablo Neruda" adıyla yazmaya başladı. Şair, bu takma ismi Çek şair Jan Neruda'da anısına seçmişti. Daha sonra bu isim yasal adı olarak kalmıştır. İlk kitabı Crepusculario 1923 yılında yayınladı. Sonraki sene şairin en tanınmış ve pek çok dile çevrilmiş olan eserlerinden Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı(Veinte poemas de amor y una cancion desesperada) basıldı. Edebi çalışmalarına devam ederken, bir yandan da Santiago'daki Şili Üniversitesi'nde Fransızca ve pedagoji okudu. 1927-1935 arası hükümetin elçisi oldu ve Burma, Seylan, Java, Singapur, Buenos Aires, Barselona ve Madrid'te görev yaptı. Bu dönemde yazdığı şiirler ezoterik sürrealist şiir kitabı "Residencia en la tierra" (1933)da toplanmıştır.
İspanya İç Savaşı ve García Lorca'nın ölümü onu çok etkiledi ve önce İspanya sonra da Fransa'da Cumhuriyetçi harekete katılmasına neden oldu. Bu sırada şiirlerini topladığı Kalbimdeki İspanya (España en el Corazón (1937)) üzerine çalışmaya başladı. Kalbimdeki İspanya iç savaş sırasında cephede basılması açısından önemlidir. Aynı yıl ülkesine dönen Neruda'nın daha sonraki eserlerini siyasi ve sosyal konular üzerine oluşturmuştur.
1939'da Paris'te İspanyol göçmenler için konsolosluk görevine getirildi. Meksika'daki konsolosluk görevi sırasında Canto General de Chile'yi yazdı. Bu eserde bütün Güney Amerika kıtasının doğası, insanları ve tarihi yazgısı epik şiir şeklinde anlatılmaktadır. Eser, 1950'de Meksika'da basılırken, Şili'de de el altından yayınlandı. Yaklaşık 250 şiirin yer aldığı eser, on kadar dile çevrildi ve bu çeviriler yüzünden Neruda elçilik yaptığı ülkelerde zorluklar yaşadı.
1943'te Şili'ye dönen Neruda, 1945'te senatör seçildi ve Şili Komünist Partisi'ne katıldı. 1947'de Başkan González Videla'nın grevdeki madencilere yönelik baskıcı protestolarını protesto ettiği için, 2 yıl boyunca kendi ülkesinde kaçak yaşadı. 1949'da yurt dışına çıktı ve 1952'ye kadar çeşitli ülkelerde bulundu. Bu dönemde yazdığı eserler politik aktivitelerinin damgasını taşır. Örneğin Las Uvas y el Viento (1954) Neruda'nın sürgündeki günlüğü gibidir.
Yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya'daki faşizme karşı durmuştur. 1970 yılında Şili başkanlığına aday gösterilmiş, ancak daha sonra başkan seçilen Salvador Allende'yi desteklemiştir. Allende seçilince Neruda'yı Şili'nin Fransa elçisi olarak görevlendirdi. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü aldı. 1972 yılında sağlık sorunları nedeniyle elçilik görevini bırakarak Şili'ye döndü. 24 Eylül 1973'de kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
Kendisi Nazım Hikmet adına Barış Ödülü almıştır.Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun(Nazım Hikmet'in)yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür                                            
     ŞİİRLERİ                                                                                                                                
OĞULLARI ÖLEN ANALARA TÜRKÜ 
Onlar ölmediler yok, 
Ateş fitiller gibi: 
Dimdik ayakta, 
Barut ortasındalar! 
Karıştı, bakır tenli 
Çayır  çimene, 
Karıştı, 
O canım hayalleri: 
Zırhlı bir rüzgar, 
Perdesi gibi; 
Bir set gibi: 
Kızgın çehreli, 
Göğüs gibi: 
Göğün görünmez göğsü gibi! 
Analar, onlar ayakta 
Buğday içindeler, onlar, 
Yücelerden yüce dururlar: 
Dünyayı doruktan seyreden, 
Bir öğle güneşi gibi. 
Bir çan darbeleri gibi, 
Onlar. 
Ölmüş gövdeler arasında, 
Zaferi çekiçleyen bir ses gibi 
Onlar, 
Kara bir ses gibi. 
Ey canevinden vurulmuş, 
Toz duman olmuş bacılar! 
İnanın oğullarınıza. 
Kök oldu onlar, 
Sade kök: 
Kan suratlı, 
Taşlar altında. 
Karışmadı toprağa, 
Dağılmış kemikçikleri. 
Ağızları ısırır hala, 
Kuru barutu; 
Ve demir bir okyanus gibi, 
Titreşirler hala. 
Ben ölmedim der, 
Yumrukları; 
Yukarı kalkık yumrukları, 
Daha. 
Bunca yere düşmüşlerden, 
Yenilmez bir hayat doğar: 
Bir tek beden olur, 
Analar, bayraklar, çocuklar, 
Hayat gibi canlı tek bir beden; 
Bir yüz bekler karanlıkları, 
Ölü gözleriyle, 
Kılıcı dopdolu, 
Dünya ümitlerinden. 
Dursun, 
Dursun yas esvaplarınız. 
Yığın derleyin, 
Gözyaşlarınızı; 
Bir metal oluncaya kadar: 
Bununla vuracağız, 
Gündüz gece; 
Bununla çiğneyeceğiz, 
Gündüz gece; 
Bununla tüküreceğiz 
Gündüz gece 
Kin kapılarını, 
Kırıncaya kadar. 
Oğullarınızı bilirdim, 
Unutmadım acılarınızı. 
Ölümleriyle nasıl kıvandıysam, 
Hayatlarıyla da öyleyimdir. 
Onların gülüşleridir: 
Karanlık atölyeleri ışıtan. 
Her gün metroda, yanıbaşımda: 
Onların ayak sesleridir, 
Çın çın. 
Akdeniz portakallarında, 
Güney ağları içinde; 
Yapılarda, 
Basımevi mürekkeplerinde; 
Kalplerini tutuşur gördüm onların, 
Güçle, yangınla. 
Ben de sizler gibiyim, analar . 
Benim kalbim de yas dolu, ölüm dolu. 
Gülüşlerinizi öldüren kanla, 
Serpilip gelişmiş; 
Bir orman gibidir kalbim. 
Günlerin kahredici yalnızlığı, 
Uyanışın sisli öfkeleri 
Girmiştir içine. 
Susamış sırtlanları, 
Bitip tükenmez ürmeleriyle 
Afrikadan gürleyen hayvan sesini; 
Öfkeyi, iniltileri, hoşgörmeleri, 
Bırakın, bir yana bırakın. 
Ölümün ve tasanın 
Çemberinden geçmiş analar, 
Doğan ulu günün ortasına bakın: 
Bu topraktan güler ölüleriniz. 
Kalkık yumrukları titrer, 
Buğdayın üstünde, 
Bilesiniz.                                                                                                                 Pablo NERUDA   
YARGIÇLAR 
(Seçme) 
Ne hakkın olacak, 
Ne, bir şeyciğin. 
Sen, Amerikaların, 
Terkedilmiş oğlu, 
Sen ey yoksulluk kadehi: 
Aşağı Peru’da, Patagonya’da, 
Şehirlerde ve Nikaragua’da, 
Korumak için toprağını, 
Ve ufacık evini, mısırlarıyla; 
Ne yargıç var sana, 
Ne kanun. 
Efendilerinin, 
Seni yenenlerin sultanlığı, 
Geldiği çağda; 
Yeni unutulmuştu daha, 
Bıçaklı, 
Pençe tırnaklı eski düş. 
Göğünü, ıssız komak için, 
Geldi kanun; 
Tapılmış toprağını, 
Çekip almak için geldi; 
Nehirlerinin suyunu, 
Kapışmak için; 
Ağaçlarının hürlüğünü, 
Çalmak için geldi. 
Yalancı tanıklar, 
Tuttular. 
Vura vura deldiler, 
Yüreğini: 
Celplerle, kağıtlarla, 
Soğuk fermanlar altına, 
Gömdüler seni. 
Acının sınırında, 
Ayıkınca bir: 
Odsuz ocaksız, kimsesiz, 
Tığ teber, şah-ı merdan; 
Al dediler zindan, 
Al dediler zincir, 
Vurdular kelepçeyi; 
Yüzüp te bir yoksul can, 
Kurtarmayasın diye, 
Boğulasın diye boğulasın, 
Debelene, debelene.                                                       Pablo NERUDA



AĞIT 
Nehirler gibi, 
Ağlamak istiyorum, 
Garip bir başıma ben; 
Kaygılar almalı beni, 
Dalıp gitmeliyim, 
Eski maden gecelerin gibi. 
Neden, 
Pırıl pırıl anahtarlar, 
Neden harami elinde? 
Kalksana Oello ana, 
Aç sırrını, 
Bu bitmez gecenin 
Yorgunluğuna; 
Akıl ver damarlarına, 
Senin olsun, 
Yupanqui’ler güneşi 
Uyku hali konuşurum 
Seninle, 
Toprak toprağa. 
Sıradağların; 
Döl yatağı; 
Sen ey Perulu ana, 
Nasıl oldu nasıl oldu da 
Saplandı, 
Bu hançerler çığı, 
Senin gebe kumluğuna? 
Ellerin içindeyim, 
Kıpırdamam, 
Duyuyorum: 
Madenler yayılıyorlar, 
Yeraltı boğazlarına. 
Köklerinden olmuşum, 
Ben, senin; 
Bilmem neden, 
Toprak vermez bilgeliğini 
Bana. 
Geceden gayrı, 
Gördüğüm yok; 
Yıldızlı topraklar, 
Altında. 
Bu uyduruk, 
Bu cinli hayal da ne? 
Sürünür gider, 
Ta kızıl bir çizgiye? 
Yasın gözleri, 
Bitki, kapkara. 
Nasıl vardın, 
Bu acı rüzgara; 
Nasıl oldu, nasıl oldu da, 
Öfke taşları arasından, 
Kopak; 
Kaldırmadı kil tacını, 
O gözler kamaştıran? 
Yanayım kara bahtıma, 
Çadırlar altında, bırak! 
Kararmış ölü bir kök gibi, 
Ko batıp gideyim! 
Bu bitmez zalim gecede, 
Yerin dibine ineceğim, ben; 
Bir altın ağza kadar. 
Gecenin taşına uzanmalıyım. 
Burada ölmeliyim, derdimle. 


Pablo NERUDA 
 
    
 

ALMERİA 
Döğülmüş, zehir zift bir tabak, 
Al papaz bu senin. 
Bir tabak: 
Demir kırıntıları, 
Küller ve gözyaşlarıyla; 
Bir tabak: 
Devrik duvarlar, 
Hıçkırıklar taşan; 
Al papaz bu senin, 
Almeria’nın kanından. 
Bir tabak: 
Püskürme ateş, 
Korkular, yıkıntılar, 
Deli sularla; 
Bir tabak: 
Kırık ışıklardan, 
Ezik başlardan; 
Bir tabak, bir kara tabak, 
Al bankacı bu senin, 
Almeria’nın kanından. 
Her sabah, 
Her karamsar sabahında. 
Ömrünüzün; 
Masanızda göreceksiniz, 
Onu: 
Dumanı üstünde ve korlu. 
Bir yana itivereceksiniz, 
Nazik ellerinizle: 
Yüzünü görmemek için, 
Bir daha sindirmemek için. 
Ekmek ve üzümler arasında, 
Bir yana koyacaksınız onu; 
Ve bu, 
Ses seda vermez tabak: 
Her sabah, her sabah, 
Yerinde olacak. 
Al albay, al albay karısı, 
Bu size: 
Bir mahfel şenliğinde, 
Her bayramda; 
Ve seher şarabının, 
Alacakaranlığında: 
Antlar içilir, 
Nişanlar takılırken; 
Ve sizler, 
Onu göresiniz diye sizler, 
Buz kesilmiş, tirtir halinizle, 
Bu dünyada. 
Evet bir tabak: 
Şuranın buranın zenginleri, 
Topunuza. 
Size, sizlere 
Bakanlar, büyükelçiler, 
Canavar sofra dostları; 
Sizlere, konforlu çayların, 
Yüce mevkilerin kadınları; 
Bir tabak: 
Kemirilmiş, pis ve kirli, 
Zavallı bir kandan; 
Durur, önünüzde durur, 
Her kuşluk, her hafta, ölüp ölesiye 
Almeria’nın kanından. 


Pablo NERUDA
   

AMERİKA  Yanım, yörem hanımeli, 
Çevrilmişim, çevrilmiş: 
Çölle, çakalla, kıvılcımla. 
Yanım yörem, burcu burcu leylaklar, 
Günler sarmış beni, aylar; 
Çevrilmişim, çevrilmiş: 
Tek tanışım, sularla. 
Yanım yörem tırnaklardır, balıklar, 
Çevrilmişim, çevrilmiş: 
Tek kurduğum şey, masalarla. 
Sarmış beni, incecikten ve cenkçi: 
Çanlar dolu kıyıdaki köpükler. 
Volkanın erguvan gömleği, 
Yerlinin erguvan gömleği; 
Ve kökler, 
Dikenler, yapraklar arasında; 
Çırılçıplak bir ayağın çizdiği, 
Patika; 
Varıyorlar ayaklarıma geceleyin, 
Geçeyim diye üstlerinden. 
La Guayra’nın, 
Trinidad’ın dalgakıranlarında, 
Ve zenciler içinde var iken ben; 
Guatemala’nın rüsvalık barışında, 
Kondorların kanlı pençelerinde, 
Var iken ben; 
O değirmi, o anlaşılmaz, 
O pırıl pırıl gökboşluğunda, 
Buzullardan dökülen küllerde, 
Köylülerin el arabalarında, 
Depremde, 
Ve doğumlarının rahminde var iken; 
Sükunun içinde, 
Küçümencik burçlarla taçlanmış 
Akşamında, 
Senin karnında, karnında var iken ben; 
Tümcek, tümcek gecemdir benim. 
Gündüzümdür; 
Tümcek tümcek, 
Havamdır benim, yaşadığımdır, 
Acı çektiğimdir, yücelttiğimdir, can verdiğimdir; 
Yani tümcek; 
Toprağa yayılmış kan, 
Bir güz gibi mahzun; 
Ölümün korkunç sancağı, 
Ulu ormandaki; 
Ve bozguna uğramış, 
Saldırıcının adımları; 
Ve çığlıkları cengaverlerin, 
Ve uyuyan mızrakların, 
Tan kızıllığı. 
Ve tedirgin uykuları, 
Askerlerin; 
Timsah sükununun, 
Çamurlara belendiği, 
Koca nehirler; 
Başkaları unutulmuş, 
Yeni şehirlerin; 
Oldum olası ele geçmez kuşların, 
Korosu; 
Ve ormanın, kokuşmuş aydınlığında, 
Koruyucu şimşeği, ateşböceğinin; 
Tümcek tümcek... 
Dilime türkü ettiğim heceler, 
Ne ışıktan olmalıdır, ne geceden Amerika. 
Zaferimin ekmeğinden, 
Ve şimşekten çekip koparılan madde: 
Topraktan olmalıdır, topraktan. 
Kil enginiyle sarılmışım ben. 
Yaşadığımca: 
Ellerimin içinde akan, 
Cömert topraklardan, 
Bir kaynaktır. 
İçtiğim, şarap değil toprak, 
Ağzımın toprağı, 
Sırlı toprak, ekenek toprağı; 
Ve sebzelerden, ışıktan borasıyla, 
Çiğiyle, 
Altın kileriyle, tahıl köküyle 
Topraktır. 

Pablo NERUDA




 
ANLATALIM 
Hani ya leylaklar, 
Diyeceksiniz? 
Hani ya diyeceksiniz, 
Gelincikler bürünmüş, 
Metafizik? 
Kuşlarla,boşluklarla elenmiş, 
Kelime yağmuru; 
Hani ya diyeceksiniz? 
Al buyur: 
Bir mahallesinde yaşıyordum, 
Madrid’in: 
Çanlı,çalar saatli,ağaçlı. 
Kocaman, 
Meşin bir okyanus gibi, 
Uzaktan görünürdü Kastil’in 
Kuru çehresi. 
Çiçekler Evi’ydi, 
Evimin adı. 
Itırlar fışkırırdı, 
Köşe bucak. 
Güzel evdi bu 
Köpekleri,bebeleriyle. 
Raoul,hatırında mı? 
Ya senin,Raphael? 
Sen Federico,  
Hatırında mı? 
Sen,yer altında yatan, 
Hatırladın mı, 
Balkonlu evimi? 
Haziran güneşi hani, 
Çiçekler basardı ağzına, 
Orda... 

Kardeş,kardeş, 
Ateşli seslerden ibaretti, 
Her şey; 
Mallardaki tuzdan, 
Çırpınan ekmek yığınından, 
İbaretti her şey; 
Donuk bir hokka gibi duran, 
Heykeliyle; 
Arguülles’deki mahallemin, 
Çarşıları... 
Yağ akardı kaşıklara, 
Caddeleri doldururdu, 
El ayak sesleri,derin.. 
Metreler, litreler, 
Kıvıl kıvıl hayat; 
İstif istif balık yığınları, 
Çatılar: 
Yorgun çan kulelerinin, 
Yüceldiği; 
Soğuk güneşle kaynaşan, 
Çatılar.. 
Patateslerdeki, 
Narin ve taşkın fildişi beyazlık; 
Yumak yumak dalgası, 
Domateslerin: 
Tıngır mıngır,haydi denize... 
Bütün bunlar, 
Tutuşuyorlardı, 
Bir sabah; 
Közler, 
İnsanları dağlayarak, 
Topraktan çıktılar, 
Bir sabah; 
Nah bu anda ateş, 
Nah,bu anda barut, 
Bu anda kan. 
Bebekleri öldürmek için, 
Göğün yücesinden geldiler, 
Göğün: 
Uçakları, Magriplileriyle, 
Haydutlar; 
Yüzükleri, kurumlu avratlarıyla, 
Haydutlar; 
Kara keşişleri, dualarıyla, 
Haydutlar; 
Ve, 
Çocuk kanları,caddelerden, 
Aktı tıpış tıpış, 
Çocuksu çocuksu. 
Çakallar, 
Çakalların tiksineceği 
Çakallar! 
Taşlar, 
Dalar dikenlerin dişlerken 
Tu diyeceği taşlar! 
Engerekler, 
Engereklerin kin güdeceği 
Engerekler! 
Sizleri, 
Gurur ve bıçaklardan bir dalgayla, 
Boğmak için; 
Önünüzde gördüm İspanya’nın, 
Kıyamet kanını. 
Generaller, 
Gelin de, 
Yıkılmış evimi görün. 
Görün, 
Yaralı İspanya’yı. 
Her göçük evden, 
Bir ateş metal çıkar ama, 
Çiçek yerine. 
Her yarasından, 
İspanya’nın; 
Doğar İspanya. 
Her ölmüş bebekten, 
Çıkar, bir mavzer: 
Gözleri de var,gözleri. 
Mermiler doğar, 
Her cürümden; 
Mermiler ki gün ola 
Kalbinizde yeri. 
Neden diyorsunuz şiirlerin, 
Söz açmaz, düşten yapraktan; 
Doğduğun yerin, 
Yüce volkanlarından? 
Gel de gör: 
Caddeler kan-revan. 
Gel de gör: 
Caddeler kan-revan. 
Gel de gör: 
Caddeler kan-revan. 
 

Pablo NERUDA / Çeviren : Enver GÖKÇE
 
 
 
                                              
 
 

 
  ASMA ÇUBUĞU VE RÜZGAR  Bir şarkıcıyım ben, 
Avrupa’nın bağlarında dolaştım; 
Gezindim rüzgarlar altında. 
Asya’nın rüzgarı altında. 
Yaşamlar içinde en iyisi 
Yaşam bile, 
Dünyanın tadı; 
Ak pak barış bile; 
Avareydi 
Devşirdim 
Evet devşirdim. 
Başka toprakların 
En iyisi 
Yüceltti şarkısını dudağımda; 
Bağların ortasında 
Barışın ve rüzgarın özgürlüğü! 
İnsanlar nefret ediyor gibiydiler 
Birbirleriyle. 
Yine de aynı gece 
Birbirlerinin üzerlerini 
Örtüyorlardı. 
Bizi uyandıran 
Tek ışık 
Dünyanın ışığıydı bu! 
Evlerine girdim, 
Yemek yiyorlardı masalarında; 
Fabrikadan çıkmıştılar, 
Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı. 
Ve de 
Hepsi birbirine benziyordu. 
Ve hepsi de 
Gözlerini ışığa çeviriyorlardı 
Yollarını arıyordu hepsi de. 
Hepsinin bir ağzı vardı 
Türkü çağırıyorlardı, 
Türkü çağırıyorlardı 
İlkbahara dönük! 
Hepsi. 
İşte rüzgarda 
Bağ çubuklarının arasında 
En iyi insanları devşirdim 
Şimdiyse dinlemeniz gerek beni

Pablo NERUDA


BAYRAKLAR NASIL DOĞAR 
Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur. 
Halk işlemiştir onları 
Tüm sevgisiyle 
Onun parçalarını dikmiştir 
Bütün yoksulluğuyla 
Ve yıldızı çivilemiştir 
Canı gönülden 
Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için 
Bir mavi kesmiştir 
Ve damla damla 
Kırmızı doğmuştur 
ABRAHAM JESUS BRITO 
(POETE POPULAIRE) 
(Seçme) 
Jesus Brito’dur adı, Jesus Parron, halktır adı 
Gözleri ırmak olmuştur 
Elleri ise köklerdir. 
Pablo NERUDA
                                                                                         


BAZI ŞEYLERİ AÇIKLIYORUM

Soracaksınız: Leylaklar nerede hani?
Gelincik yapraklı metafizik nerede?
Sözcüklerine incecik delikler açıp
onları saçan yağmur nerede?
Kuşlar nerede hani?


Her şeyi anlatayım.


Kent dışında yaşardım,
Madrid dışında, çanlarla,
saatlerle, ağaçlarla.


Görülürdü oradan
kurumuş yüzü Kastilya'nın
meşin bir okyanus gibi.
                       Evime
çiçek-evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı
duvarlarından çünkü:
güzel bir evdi
köpekleriyle, çocuklarıyla.
                         Hatırladın mı, Raul?
Rafael, hatırladın mı?
                         Hatırladın mı, Federico?
yerin altında, 
hatırladın mı, balkonlarında o evin
Haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına.
                                          Kardeşim, kardeşim!

Her şey
o kalın sesler, tezgâhların tuzu,
kabarmış ekmekler çıkaran fırın
ve heykelleriyle Argüelles pazarı
kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde:
yağ akardı kaşıklara,
ayakların, ellerin derin çarpıntısı
sokaklarda büyürdü,
metreler, litreler, temel
ölçüsü yaşamın,
                       balık yığınları,
rüzgâr gülünü bile şaşırtan
soğuk güneşiyle kiremitler,
patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı,
domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga.

Bir sabah tutuştu bunların hepsi,
bütün canlıları yutmak için bir sabah
fışkırdı topraktan
şenlik ateşleri,
silah vardı artık,
barut vardı artık,
artık kan vardı.
Haydutlar geldi uçaklarıyla,
yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,
takdisler dağıtan kara keşişleriyle
haydutlar geldi gökyüzünden
çocukları öldürmek için,
çocuk kanı aktı sokaklarda
düpedüz çocukların kanı aktı.

Çakalların bile tiksindiği çakallar,
kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar,
yılanları bile iğrendiren yılanlar!
Yüzyüze gelince bunlarla
kanını gördüm İspanya'nın,
kabarıyordu
bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri!

Hain
generaller:
ölü evimi görün,
bakın paramparça İspanya'ya:
erimiş maden akıyor her evden
çiçek yerine,
her çukurundan İspanya'nın
İspanya yükseliyor,
her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,
gören bir tüfek,
kurşunlar doğuyor her cinayetten,
o kurşunlar günün birinde
on ikisinden vuracak yüreğinizi.

Soracaksınız: Şiiri neden
düşleri anlatmıyor, yaprakları
ve büyük yanardağlarını anayurdunun?


Gelin görün kanı sokaklardaki.
Gelin görün
kanı sokaklardaki.
Gelin görün kanı
sokaklardaki.

Pablo  NERUDA
Çeviren : Ülkü TAMER
 
 




 BİR BİR SAYAYIM ONLARI 
Bu akşam onlardan söz etmeliyim bir bir 
Bu akşam, bu yerde anıma geliniz 
Manuel Antonio Lopez 
Kardaş 
Lizboa Calderon 
Diğerleri hayınlık ettiler biz yolumuza devam ediyoruz 
Alejandro Gutieerrez 
Seninle düşen bayrak 
Ayağa kalkıyor 
Bütün yeryüzünde 
Cesar Tapia 
Bu bayraklar üstünde yüreğin 
Bu gün Plaza’da çırpınıyor 
Filomeno Chavez, 
Elini asla sıkmadım, ama elin burada 
Bu ölümün öldüremediği temiz bir eldir 
Ramona Parra 
Genç parıldayan yıldız 
Ramona Parra 
Kahraman kadın 
Ramona Parra kanlı çiçek 
Dostumuz, ey yiğit yürek 
Örnek çocuk, altın gerilla 
Adına bu savaşı izleyeceğimize yemin olsun 
Yayılan kanın her yanda çiçekler gibi açsın 

Pablo NERUDA




 

BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRLERİ YAZABİLİRİM

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim

Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı
Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler"

Gökte gece yelinin söylediği türküler

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler

Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım
Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler

Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim
Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler

Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi
Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler

Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çıkar
Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler

Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere
Uzaklarda birinin söylediği türküler

Bakışlarım kovalar onu tellim her yerde
Bakışlar sanki onu bana getirecekler

Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur
Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler

Sesim arar rüzgârı ona ulaşmak için
Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler

Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi
Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler

Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever
Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer

Bu gece gibi miydi kollarıma almıştım
Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler

Budur bana verdiği acıların en sonu
Sondur bu onun için yazacağım dizeler

Pablo  NERUDA

Çeviri : Hilmi YAVUZ


BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ
Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerle.


Pablo  NERUDA Çeviri : Hilmi YAVUZ
BÜYÜK SEVİNÇ  (XX) 
Peşinde seğirttiğim gölge, henüz benim değil 
* 
Ne kitaplar beni ağulasın diye yazdım, 
Ne de zambak peşinde koşan; 
Acemi çaylaklar için! 
Ayı ve suyu dileyen 
Basit kişiler için yazdım: 
Düzen isteyen, ekmek ve şarap isteyen 
Alet ve gitara isteyen 
Basit halklar için  
Halk için yazdım, 
Şiirimi köylü gözleriyle okuyamayan. 
Yaşantımı zehir zıkkım eden hava 
Ve bir satır, kulaklarına ulaşacak bir gün: 
İşte o zaman, 
Başını kaldıracak basit emekçi 
Ve taşlarla dövüşen madenci gülümseyecek 
Alnını kaldıracak kürek işçisi 
Ve şahane balığın pırıltısını daha iyi görecek 
Balıkçı; 
Ve elleri tutuşacak 
Ve biraz yıkanınca 
Kokulu sabunlar içindeki çarkçı 
Bakakalacaklar şiirlerime 
“Belki bir arkadaştı” diyecekler 
* 
Başka taç istemem, 
Bu bana yeter! 
* 
Çıkınca fabrika ve madenlerden, 
Şiirim toprağa karışsın istiyorum 
Zulüm gören insanın zaferine, havaya. 
Ve genç bir delikanlı, 
Ağır ağır ve madenlerle ördüğüm yaşamı 
Açınlasın diyorum 
Köşe bucak saçılan bir kutu gibi. 
Doldursun ruhunu içine 
Ellesin fırtınalara. 
Benim de şen olsun yüreğim 
Boralı yüceliklerde. 

Pablo NERUDA



CAN VERMELER  Can çekişmeler başladı Kajamarka’da, 
Ulu ağaç mavi pistil Athaualpa, 
Dinledi rüzgarı: 
Bir çelik sesiydi uğuldayan 
Karanlığın ışıltısıydı bu 
-Güçlü ve oynak-. 
Bir atlı topluluğuydu 
Çayır çimen arasında kıpırdayan! 
Başbuğlar geldiler 
Beyzadelerle çevrilmiş İnka 
Kurtuldu şarkıdan ve danstan 
Bir başka gezegenden gelme 
Terli ve sakallı ziyaretçiler 
Saygı duruşunda bulunuyorlardı 
Hayın yürekli, kokmuş çakal 
Valverd bir armağan sürdü 
Bir sepetçik, bir meyve belki 
Atların geldikleri diyardan 
Athaualpa aldı bu nesneyi 
Bilmiyordu neyin nesiydi bu 
Ne çınlar ne parıldar! 
Gülerek bıraktı yere, 
Katil haçlı çakal 
Gürleyiverdi: 
“Vurun, öldürün; 
Bağışlarım sizi cümle günahınızdan.” 
Bir gökgürültüsü koştu 
Haramilere. 
Bu anda beyzadeler 
Çevirdiler can çekişen İnka’yı. 
Kanımız doldu beşiğine, 
On bin Perulu düştü yere 
Haçların kılıçların altına 
Pizarro Estramadur’lu zalim cellat 
Bağladı o canım kollarını İnka’nın 
Gece kara bir kor gibi indi 
Peru’nun üstüne! 

Pablo NERUDA




 
 
DENİZ 
Bu ada fırdolayı, 
Allahına deniz be. 
Coşar kendiliğinden, 
Dakkası bel’olmaz. 
Tutturmuş, bir evet bir hayır, 
Mavişken: evet, 
Köpükken: evet; 
Tırıs mı: hayır der hayır 
Tek durma bilmez, 
Tos vurur taşa; 
“Ben deniz” der durur, 
Gel de taşı  inandır. 
Al işte o zaman: 
Yedi yeşil denizin, 
Yedi yeşil kaplanın, 
Yedi yeşil köpeğin, 
Yedi yeşil diliyle; 
Yine gelir, dolanır, 
Taşı öper, ıslatır, 
Bağrını, vura döğe. 
Yine der ki: “Ben deniz”. 
Elbet sana deniz derler, 
Hay deniz arkadaş. 
Suyun tükenmesin, 
Çağın geçmesin. 
Dellenme, n’oluyorsun, 
Yardım et bize, 
Biz kimiz zaten: 
Kıyı insanları, 
Balıkçılar işte... 
Açız, üşürüz, hasmanemizsin, 
Bağırma öyle, sert vurma, 
Aç yeşil kutunu, 
Dök avuçlarımıza; 
Gümüş armağanını: 
Gündelik balıktan. 
Burda, her evde. 
Dileğimiz bu: 
Gümüşmüş te. 
Sırçaymış da, vay aymış; 
Ne çıkar, balık niye olmuş: 
Dünyanın, 
Fakir mutfakları için. 
Soğuk, ıslak şimşekten 
Dalgaların altına, 
Kaydırma bakayım onu, 
Saklama; 
Hele, gidinin cimrisi. 
Bir açılsana, gel, 
Ko onu ellerimizin 
Şuracığına. 
Yardım et bize, 
Yeşil, derin baba. 
Yardım et ki bir gün, 
Dünya yoksulluğu, kalka. 
Dipte kalmış meyvenin, 
Sırılsıklam yüceliğin, 
Madenlerinin, 
Öküzlerinin, üzümlerinin, 
Sendeki bitip tükenmez, 
Şeylerin: 
Hasadını yapalım, yardım et. 
Sana kim derler, biliriz 
Okyanus baba. 
Sürü sepet martıcıklar, 
Adını serper, kumlara. 
De akıllı dur, 
Silkme yeleni. 
Gözdağı verme, ortalığa, 
Gıcırdatma, göğe karşı 
Güzelim dişlerini. 
Bi dakkacık dursun, 
O şanlı hikayelerin. 
Sen, her gün balık ver 
Balık. 
Büyükmüş küçükmüş bakma 
Ver gelsin: 
Her kadın, her erkek, her bebeğe. 
Gez, dünya sokaklarını, 
Dağıt balıklarını. 
Sonra da, bir bağır bir bağır. 
Bağır ki işteki yoksullar, 
Seni duysunlar. 
Bağır ki: 
Maden ağzına çıkanlar: 
“Bak hele koca denize 
Balık pay etmeden gelir” desinler. 
Onlar gerçekte, 
Çekip gidecekler, karanlıklara, 
Gülerekten... 
Ormandaki, caddedeki insanlar 
Ve toprak: 
Bir deniz gülüşüyle, gülecekler. 
Yok ama, istemiyorsan 
Sen bunu, 
Dur bekle, düşüneceğiz. 
Siftah, insan işlerini 
Bir hale yola koymamız gerek: 
Başta en önemlileri, 
Sonra, ötekiler. 
Gün ola, 
Bir dalacağız sana: 
Ateş bir kılıçla keseceğiz, 
Dalgalarını. 
Elektrik atla aşacağız, 
Köpüğünden. 
Türküler tutturarak, 
İneceğiz karnının, en kuytu yerine. 
Atom teli, saracak belini. 
Bitkiler dikeceğiz: 
Çimentodan, çelikten, 
Derin bahçene; 
Elini kolunu, bağlayacağız. 
Ve koşum takarak sana, 
Çekip çevireceğiz seni 
Alacağız kaleni; 
Salkımlarından, kopara tüküre 
Basa basa geçeceğiz etinden. 
Ama önce kendi dertlerimiz, 
Seninkisi sonra. 
Her şeyi düzenleyeceğiz, 
Ufaktan, ufaktan: 
Harika şeyler yapmaya 
Zorlayacağız, 
Toprak seni, deniz seni! 
Harikalı şey, ekmek deniz, 
Dediğin de ne? 
Bunlar, kavganın içinde, 
Zaten: 
Bizdedir, bizde! 

Pablo NERUDA




 
DÖNÜŞ SEVİNCİ  
(1939) 
Vatanım, benim vatanım, 
Sana yönelttim, 
Akar kanımı. 
Ben, gözü yaşlı bebek, 
Anasına dil döken: 
Yalvarırım dur, 
Koru, 
Bu kör gitarayı, 
Bu yitik alnı. 
Sana yeryüzünde, 
Oğullar bulmak için, 
Çıktım; 
Ve başuçlarında 
Bekleyeyim diye: 
Ak pak adın uğruna, 
Yer düşenlerin. 
Körpe ağacından, 
Bir ev kurmak için, 
Çıktım; 
Ve yaralı yiğitlere, 
Yıldızını götüreyim diye. 
Sende uyumak istiyorum, 
Bu gün de. 
Geceni ver bana, 
Bin telli geceni; 
Yıldızlı ölçünü, 
Gemiden geceni. 
Gölge değiştirmek istiyorum, 
Yurdum, 
Gül değiştirmek istiyorum. 
Kolumu, 
İnce beline dolamak istiyorum. 
Ayağının ucuna, 
Çökmek istiyorum; 
Denizin kireçlediği, 
Ayağımın. 
Buğdayın. 
Bir nitrat çiçeği seçeceğim, 
İnce; 
Buz gibi bir çandan, 
Bir mekik ipliği eğireceğim; 
O ıssız dillere destan köpüğünü, 
Seyrederken senin: 
Güzelliğin için, 
Sahillik bir kol öreceğim. 
Vatanım: 
Gümbür gümbür sular, 
Eriyen karla; 
Çepeçevre vatanım. 
Kükürtle haşır-neşir olur, 
Kartal sende. 
Mavi yakutlu, 
Kakımlı Antartik elinde: 
Şıkır şıkır insan 
Bir ışık damlasıdır, 
Parlar; 
Düşman göğü aydınlatan. 
Aman ha, ışığına vatan, 
Karanlık, korkun. rüzgardan 
Koru, 
Sürt ümit başağını. 
Bu korlu ışığın tümü, 
Düştü senin, 
Irak topraklarına. 
Bu alınyazısını, insanların, 
Sırf bir sırlı çiçektir, 
Savundurur sana, 
Uyuyan Amerika'nın enginliğinde.
 
Pablo NERUDA


                                                                            

FEDERİCO GARCİA LORCA'YA  
YANIK ŞİİR  
 

Issız bir evde, 
Korkudan ağlayabilseydim; 
Gözlerimi çıkarabilsem de, 
Yiyebilseydim; 
Senin sesin için yapardım 
Bunları, 
Yaşlı portakal ağacı sesin; 
Senin şiirin için yapardım 
Bunları, 
Çığlık çığlığa fışkıran şiirin. 
Baksana, 
Maviye boyuyorlar hastaneleri, 
Senin için; 
Kıyıdaki kenar mahalleleri 
Ve okullar, 
Senin için büyüyorlar; 
Tüy salıyorlar, 
Yaralı melekler; 
Pullar örtünüyor, 
Düğün balıkları; 
Deniz kestaneleri, 
Göğe uçuyorlar; 
Siyah tülleriyle terzi dükkanları: 
Kanla doluyorlar, kaşıklarla, 
Senin için; 
Ve, 
Yutuyorlar, 
Yırtılmış kurdeleleri; 
Öz canlarına kıyıyorlar, 
Öpüşe öpüşe; 
Ve ak sadeler giyiniyorlar. 
Bir şeftali ağacı 
Giyinip de, 
Kuş gibi seğirtirken sen; 
Kasırga gibi fırıl fırıl, 
Bir pirinç gülüşüyle gülerken; 
Türküler çağırdığında; 
Allak bullak ederken, 
Atardamarlarını, 
Dişlerini, gırtlağını, 
Parmaklarını; 
Vay ne şirindin, 
Kahrolurdum ben 
Kahrolurdum ben 
Kızıl göller için: 
Güz ortasında bir şahbaz at 
Ve kana belenmiş bir tanrıyla, 
Beraber yaşadığın. 
Kahrolurdum ben, 
Mezarlıklar için: 
Gece, sesi kısılmış 
Çanlar arasından, 
Suyla, mezarlarla küllenmiş 
Nehirler gibi geçen; 
Nehirler: 
Hasta asker koğuşları sanki, 
Tıklım tıklım dolu; 
Ve matem yağlı ölüme, 
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme, 
Nehir nehir gelen ölüme doğru; 
Birdenbire taşıveren nehirler. 
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya, 
Boğulmuş çarmıhların geçişini 
Seyrederken sen; 
Kahrolurdum seni görmek için: 
Bak, 
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun 
Perperişan; 
Garip kalmış köşelerde başın, 
Durmaz ha, durmaz gözlerin 
Ağlar yaşın yaşın. 
Gece ve çıldırasıya yalnız, 
Külleri ısıra ısıra; 
Dumanı, gölgeyi, unutmayı: 
Siyah bir huniyle yığabilseydim, 
Trenlerin, gemilerin üstüne; 
Filizlendiğin ağaç için, 
Yapardım bunları, 
Topladığın, 
Yaldızlı su yuvaları için; 
Sarmaşık için, 
Yapardım bunları; 
Gecenin sırrını sana ileterek, 
Kemiklerini saran 
Sarmaşık için. 
Islak soğan kokusu gelen 
Şehirlerden, 
Seni bekliyorlar; 
Boğuk bir sesle, 
Şarkı söyleyerek 
Geçesin diye. 
Yeşil kırlangıçlar, 
Saçlarının arasına yapıyorlar, 
Yuvalarını; 
Dilsiz sperma sandalları, 
Peşin sıra geliyorlar; 
Sümüklü böcekler, haftalar, 
Yelkenleri düşürülmüş serenler, 
Kirazlar da, 
Dönüveriyorlar ossaat: 
Gözükünce solgun başın, 
On beş gözlü başın, 
Al kan içindeki ağzın. 
Şehrin otellerini, 
İsle doldurabilseydim; 
Hıçkıra hıçkıra, 
Yok edebilseydim 
Çalar saatları; 
Ezik dudaklarıyla yaz ayı, 
Evine nasıl gelecek, 
Göreyim diye 
Yapardım bunları; 
Yığın yığın insanların, 
Melil mahzun tantanalarıyla 
Ülkelerin, 
İşlemez sabanların, 
Gelincik çiçeklerinin; 
Mezar kazıcıların, süvarilerin, 
Kanlı haritaların, gezegenlerin, 
Evine nasıl geldiklerini 
Göreyim diye; 
Yapardım bunları. 
Küllerle örtülü dalgıçların, 
Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş 
Meryem Ana tasvirlerini 
Sürüte sürüte gelen maskelerin; 
Damarların, köklerin, hastanelerin, 
Karıncaların, su gözelerinin, 
Evine nasıl geldiklerini 
Göreyim diye; 
Yapardım bunları. 
İçine kapanmış atlının 
Örümcekler arasında öldüğü 
Bir yatakla, 
Gecenin; 
Kinden, dikenlerden bir gülün, 
Sarıya çalan bir geminin, 
Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin; 
Evine nasıl geldiklerini 
Göreyim diye: 
Yapardım bunları. 
Ben, Oliverio, Norah, 
Vicente Aleixandre, Delia, 
Maruca, Malva, Marina, 
Maria Luisa, Larco, La Rubia, 
Rafael Ugarte, Cotapos, 
Rafael Alberti, Carlos, 
Manolo Altolaguirre, Bebé, 
Molinari, Rosales, Concha Méndez, 
Ve daha da unuttuklarım; 
Evine nasıl gelecektik, 
Göreyim diye 
Yapardım bunları. 
Gel de taçlar takayım, 
Gel, sağlık esenlik delikanlısı, 
Gel, kelebek kıravatlı civan; 
Sen ey, 
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi: 
Pırıl pırıl insan; 
Madem, geç vakitlere dek, 
Kalınamıyor daha kayalıklarda; 
Bari aramızda konuşalım, 
Gel, 
Şöylece bir, olduğumuz gibi; 
Çiğ için olmadıktan sonra, 
Şiirlerde n'olacak yani? 
Bir ağu hançerin, 
İçimize işlediği bu gece için 
Olmadıktan sonra; 
Şiirlerde n'olacak yani? 
Bu tan kızıllığı için, 
Olmadıktan sonra; 
İnsanın vurulmuş yüreğinin, 
Ölüme hazırlandığı, 
Şu viran köşe için olmadıktan sonra 
Şiirlerde n'olacak yani? 
En çok gece, geceleyin: 
Kıyamet gibi yıldızlardır, 
Dolmuşlar hepten ırmağa; 
Bir kurdele gibiler, 
Fakir fukara dolu evlerin 
Pencerelerindeki.. 
Bir ölen var, 
Onların evlerinde; 
Bürolarda, hastanelerde belki, 
Belki asansör ve madenlerde, 
İşlerinden oldular. 
Onulur şey değil yaraları, 
Yaratıklar, 
Acı çekiyorlar. 
Her yanda dert yanış, 
Her yanda, 
Vay şuymuş vay bu; 
Pencereler, 
Göz yaşıyla dolu, 
Aşınmış eşikler, 
Göz yaşından; 
Yüklükler ıslak, 
Bir dalga gibi 
Halıları dişlemeye gelen 
Göz yaşından, 
Oysa ki yıldızlardır akar 
Uçsuz bucaksız bir nehirde. 
Federico, 
Dünyayı görüyorsun. 
Yolları görüyorsun, 
Sirkeyi görüyorsun; 
Birkaç ayrılıştan, 
Taşlardan, raylardan gayrı, 
Kimseciklerin kalmadığı, 
Köşeden: 
Duman ha deyince, 
Zalim tekerleklerine; 
Hoşça kalları görüyorsun, 
İstasyonlardaki.. 
Her yanda, sorunlar koyuyorlar, 
Çeşit çeşit insan var: 
Kanlı bıçaklı kör var, 
Öfkelisi, ümitsizi var, 
Yoksul var, tırnak ağaçları var; 
Şunun bunun sırtından, 
Geçinmek sevdasıyla; 
Harami var. 
Hayat  böyle, Federico, 
Ey babayiğit, 
Ey kara sevdalı adam. 
Sana, 
Dostluğumun sunabileceği şey 
İşte bunlar.. 
Sen de epeyce şey biliyorsun 
Şimdiden. 
Yavaş yavaş, daha da, 
Öğreneceklerin var. 

Pablo NERUDA
Çeviren : Enver GÖKÇE




HALK
Halkım ben,
hani şu sayılamayan,
hani şu çok halk.
Soluğumun öyle bir gücü var ki
sessizliği deler geçerim, dinlemem,
filiz verir, boy atarım,
zifiri karanlık demem.

Zulüm, acı, ölüm, şu  bu
bir anda gizlerse de tohumu,
ölmüş gibi görünürse de halk,
döner gelir elbet bir gün nisan ayı,
kavuşur baharına toprak,
kızgın eller dağıtır atar ağır havayı.
Ölümün içinden yeşerir yaşamak.

Pablo NERUDA

Çeviren : A. KADİR
 
   
  HUERTA USTA 
(Bahtıkara madeni, Anto Fagasta) 
Kuzeye giderseniz eger, 
Bahtıkaralar madenini görünüz; 
Çağırın Huerta ustayı, 
Bir şey anlayamazsınız uzaktan! 
Kumlar vardır sadece kül rengi 
Sonra yapılar gelir toz toprak içinde, 
Bunca yorgunluk ve kederler, 
Görülmez ama. 
Hepsi yeraltında saklanmıştır, 
Varlıkları kırıp geçirerek; 
Sessiz sedasız. 
Huerta usta kazmacıdır 
Bir doksan beş boyunda 
Maden damarı ortaya çıkınca 
Kazmacılar 
Yukardan aşağıya saldıran kişilerdir 
Yeraltında beş yüz metre derinlikte 
Kazmacılar vur Allah vurur 
Göbeğe kadar suda. 
Delgi makineleri 
Karanlıkta, çamurda, taşta 
İşini bitirdikten sonra, 
Kırk sekiz saat sonra yani; 
Bu cehennemden kurtulabilinir. 
Ve maden yollarından! 
Huerta usta 
Bir başbuğ gibi giriyordu madene 
Türkü söyleyerek, 
Sapsarı topal ve kambur çıkıyordu sonra 
Gözlerinde feri yok! 
Sürünmeye başlıyordu nihayet 
Kazma vuracak mecali yok 
Antimuvan onu yiyip bitiriyordu 
Eriyip akmıştı; 
Basamıyordu yere, 
Bacakları çöp gibi incelmişti 
Öyle uzundu ki 
Bir hortlaktı sanki, 
Oysa yaşı otuz değildi daha! 
Nereye gömüldüğünü sorarım da, 
Kimse bir şey diyemez bana, 
Çünkü kumlar ve rüzgar 
Ortadan silmiştir küçümencik haçları 
Huerta’nın işlediği bahtıkaralar madeninde. 

Pablo NERUDA



İNSANLA TOPRAK BİR OLDULAR 
Sen ey can karanlık, 
Bir tutam selli meşem, 
Arokanya’m benim;(*)  
İnsanlıktan habersiz vatan!  
Yağmurlu saltanatında sen,  
Maden damarıydın sadece, 
Buz tutmuş ellerdin! 
Bilektin, 
Taş yontmakta hünerli; 
Vatandın, 
Sürekli barıştın sadece! 
Uğultuydu insanların, 
Kaba kütük duruşlu, 
Bir deli rüzgardılar. 
Gör nasıldı, 
Arokan babalarım: 
Başlıkları yoktu, 
Işıldak tüyden; 
Düğün çiçeklerine, 
Oturmazlardı; 
Altın işlemezlerdi, 
Papaza; 
Köktüler onlar, 
Oynamış orman kökleri; 
Taştılar,ağaçtılar onlar, 
Yapraktılar,mızrak biçimi, 
Demirden bahadır başıydılar! 
Ve siz babalarım, 
Bir dörtnal sesindeydi ki, 
Kulağınız tam: 
Yıldırım düştü dağ başlarına, 
Arokan ülkesinin yıldırımı; 
Gölge oldu,taş-babalar, 
Ağaca düğümlendiler; 
Sindiler, 
Anadan doğma karanlıklara; 
Buzlu ışık,oldular, 
Pekleştiler,çalıyla,toprakla; 
Öylecene beklediler, 
Merhametsiz yalnızlığın 
Koynunda! 
Kırmızı ağaçtı biri, 
Bakardı; 
Maden parçasıydı biri, 
Dinlerdi; 
Biri kasırgaydı, 
Dönerdi burgu burgu; 
Patikanın donundaydı, 
Biri! 
Kardan gemim,sert yaprağım, 
Sen böyle doğdun vatanım! 
İnsanın topraktan, 
Sancak istediği anda; 
Toprak,taş,yağmur,hava, 
Çığlık,kök,yaprak,koku, 
Bir urba gibi sardığı anda, 
Oğulu; 
Onu sevdiği,koruduğu anda, 
Doğdun! 
Kavgadan önce,böyle doğdu: 
Vatanın birlik ve çoğunluğu. 
(*)Arokanya,Arokan ülkesi: Şili’nin,And sıradağları ile Pasifik  okyonusu arasında bulunan güney kısmına eskiden verilen ad. 
Pablo NERUDA




  JULİUS FUÇİK’LE KONUŞMA  (Seçme) 
1 
SOKAK DOSTUM 
Prag sokaklarında kıştı 
Julius Fuçik’in buyur edildiği 
Taş duvarlı evi arşınlıyordum her gün. 
Ev hiçbir şey anlatmadı bana 
Ne demir çubuklar, 
Ne sağır pencereli buz gibi ev 
Yani hiçbir şey. 
Her gün buradan geçiyordum ama, 
Duvarları elliyor bakıyordum 
Bir yankı arıyordum, 
Koçyiğit savaşçının sesinden ve sözünden! 
Günlerden bir gün 
Alnı gözüktü duvarlardan, 
Başka bir akşam elleri; 
Sonra kendisi çıktı ortaya: 
Can dostum eşlik etti bana! 
Venceslas alanında 
Ve Havelska’nın  eski çarşısında 
Pragın kül rengi bir gül gibi yüceldiği 
Strahov bahçelerinde! 

Pablo NERUDA




 
KIYIMLAR 
Ama o zaman kan saklandı 
(Köklerin arasında yıkandı ve inkar gelindi 
Bu öyle geçmişte olmuştu ki) Güney’in yağmuru 
                                                 onu her yerden sildi 
Öyle vakit geçmişti ki güherçile onu yedi Pampa  
                                                                    içinde 
Halkın ölümü her zamanki gibi oldu 
Sanki hiç kimse ölmüyordu 
Sanki bunlar toprak üstüne düşen taşlardı 
Su üstüne düşen su. 
Kuzeyden güneye ölüleri toz ettiler 
Yaktılar onları karanlıklar içinde gömdüler 
Gecede sessizlik içinde yok ettiler 
Bir maden ocağında istif ettiler hepsini 
Kemiklerini denize attılar. 
Bugün nerede olduğunu kimse bilmiyor 
Mezarları yok hepsi de dağılmışlardır 
Vatanın kökleri arasında 
Parmakları şehit parmağı gibiler 
Yürekleri kurşuna dizildiler 
Pampa yiğitleri 
Sessizliğin başbuğları 
Şili’lerin gülüşleri hepsi de 
Katiller vücutlarını nereye gömdüler 
Bilen yok 
Ama topraktan çıkacaklar halkın kıyam gününde 
Düşen kanı geri alacaklar 
Suç Plaza’nın tam ortasında oldu 
Çalı saklayamadı halkın temiz kanını 
Ve Pampa bu kanı içemedi 
Hiç kimse bu suçu saklayamadı 
Suç vatanın tam göbeğinde oldu. 
 

Pablo NERUDA



 
 
KIZIL ÇİZGİ 
Daha sonra, kral 
Yorgun ellerini kaldırdı 
Ve haydutların 
Yüzleri üstünden 
Dokundu duvarlara 
Kırmızı çizgi 
Çektiler buraya 
Altın ve gümüşle 
Doldurmak gerekiyordu 
Üç odayı 
Kanlarının çizgisine dek 
Doldurmak gerekiyordu 
Altının çarkı geceler boyu döndü, 
Ve şehitler çarkı hiç durmamacasına. 
Toprağı pençelediler 
Köpük ve sevgi mücevherlerini ipliğe 
Geçirdiler 
Nişanlının bileziklerini kopardılar 
Tanrılarını bıraktılar 
Çiftçi eski antika paralarını teslim etti 
Balıkçı altın damlasını 
Demir parmaklıklarda bir yankı titredi 
Ve yüceliklerde cevap verirken mesaj ve ses 
Altının çarkı dönmeye devam ediyordu 
O zaman kaplanlar toplandılar 
Kan ve gözyaşını paylaştırdılar 
Atahualpa biraz kederliydi 
Ve And’ların sarp yönünde bekliyordu 
Kapılar açılmadılar 
Akbabalar her şeyi bölüştüler 
Mücevherlerin en son kertesine dek 
Dinsel firuzeleri 
Ve kana bulanmış 
Ve gümüş dokunmuş elbiseler 
Ve haydutların tırnakları 
Her şeyi ölçüyordu 
Ve keşişin gülüşleri arasında 
Haydutlar arasında 
Kral onu kederle dinliyordu. 
Yüreği bir vazo gibiydi 
Kininin acı özü gibi 
Bir sancıyla dopdolu 
Cephelerini düşündü 
Cuzco’nun yücesinde 
Kendi çağında 
Prenseslerini 
Egemenliğinde bir ürperme oldu 
İçindeki olgunluğu hissetti ama 
Umutsuz barışı bir hüzündü 
Huascar’ı düşündü. 
Yabancılar, burdan mı geçecekler 
Her şey bir bilmece, her şey bıçaktı 
Her şey sessizlikti 
Yalnız kızıl çizgi canlı, çırpınıyordu: 
Ölen dilsiz krallığın 
Sarı bağırlarını yutan 
O zaman Valvarde ölümle girdi 
“Senin adın Juan bundan böyle” dedi 
Tam hazırlandığı sırada 
Odun yığını 
Ağırbaşlılıkla cevap verdi: “Juan 
Öyleyse benim ölüm adım olacak Juan”, 
Artık, ölümün ne anlama geldiğini hesaba katmayarak 
Boynuna ip geçirdiler: bir çelik kanca 
Peru’nun ruhuna girdi. 
  

Pablo NERUDA



  
LUİS CORTES (DE TOCOPILLA) 
Yoldaşım, benim adım Cortes! 
Tocopılla bastırması sırasında beni tutsak ettiler 
Pisagua’ya attılar beni 
Biliyorsunuz kardaş ne demektir bu 
Bir çoğu hastalandı, bir kısmı çıldırdı 
Burası Gonzales Videla toplama kamplarından 
                                                daha berbat bir yer 
Bir sabah Angel Veas’ın kalpten öldüğünü gördüm 
Tel örgülerle çevrili katil kumlar üstünde 
Onu can verirken kıvranıyor görmek 
Müthiş bir şeydi, 
Harika yaşamından sonra. 
Ben de kalbimden hasta olduğumu hissedince 
Garutaya’ya aktarma ettiler beni 
Bu yeri bilmiyorsunuz kardaş 
Burası Bolivya sınırı yakınında 
Beş bin metrede bir yerdir yüceden 
İçilen su acıdır 
Deniz suyundan daha acıdır 
Ve yaprak bitiyle doludur. 
Hava çok da soğuk 
Gök sanki üstten 
Üstümüze düşecek gibi 
Jandarmalar acıdılar 
Ölüm buyruğuna karşı geldiler 
Bir sedyeye bile koymadan 
Bir katıra sardılar, yirmi altı saat 
Dağlardan aşağıya doğru inmeye başladım 
Vücudum dayanmaz oldu daha, yoldaşlar 
Yolsuz sıradağlar arasında. 
Hasta kalbimle, 
İşte önünüzdeyim ben, bakınız 
Sızı, yara bere içindeki bana 
Bilmem daha ne kadar yaşayacağım 
Bunlar sizin içinizi sızlatıyor 
Bir şey sormayacağım daha 
Kötü lanetliyi halka anlatın sizler 
Acılarımıza, 
Sırtlanca gülerek başa geçenleri. 
Ölümümün hiç önemi yok 
Ve çektiklerimizin 
Mücadele uzun sürecek 
Ve bunların bilinmesi gerek 
Arkadaş unutma 
Bilinmesi gerek bunların. 

Pablo NERUDA



 
MACCHU-PİCCHU’NUN DORUKLARI 
  (XI) 
(Seçme) 
Karman çorman tantananın, 
Taş gecenin ortasına,bırak; 
Bırak daldırayım, ellerimi. 
Bırak. 
Unutulmuşun koca yüreği: 
Bir kuş gibi çırpınsın bende, 
Bir kuş gibi, 
Bin yıldır tutsak! 
Ko, bugün unutayım, 
Bu bahtiyarlığı; 
Bu, denizden daha engin olan, 
Çünkü: 
Denizden ve adalardan da 
Engindir insan. 
Çünkü: 
Bir kuyuya düşer gibi, 
Düşmek gerek ona, 
İnsana; 
Batık gerçeklere, 
Sırlı bir su dalına tutunarak, 
Çıkmak için: 
Uçurumdan. 
 
(XII) 
Çık kardeş, 
Benimle doğmaya gel. 
Ver elini, 
Yayılmış ağrının, 
En derin yerinden. 
Kaya diplerinden, 
Dönecek değilsin, 
Ve yeraltı çağlarından; 
Geri dönmeyecek, 
Taş kesilmiş sesin; 
Ve gözlerin, oyuk gözlerin. 
Yerin dibinden bak bana: 
Sen çiftçi, dokumacı, 
Garip çoban sen; 
Sen, eğitmen 
Guanako’lar (*)  eğitmeni  
Sen duvarcı, 
İskelesine güvenemeyen; 
Sen, And dağlarından, 
Gözyaşı getiren; 
Sen, 
Ezik parmaklı mücevherci; 
Sen köylü, 
Ekininin üstüne titreyen; 
Sen, 
Taşının hamuruyla yoğrulmuş 
Çömlekçi; 
Boşaltın, 
Bu yeni hayatın kadehine, 
Eski gömülmüş acılarınızı; 
Kanınızı gösterin bana, 
Saban izinizi bana. 
Burasıydı, 
İşkenceye tutulduğum yer, 
Işık vermiyor diye mücevher; 
Deyin bana. 
Deyin bana, 
Taşın ve tanenin, 
Vaktinde verdiğini. 
Taşı gösterin bana, 
Gömüldüğünüz. 
Ağacı gösterin, 
Çarmıha gerildiğiniz. 
Çakın, 
Eski çakmak taşlarını; 
Yakın, 
Eski lambaları bana; 
Kırbaçları gösterin, 
Kırbaçları; 
Yüzyıllarca, 
Yaralara işlemiş; 
Ve pırıl pırıl, 
Kanlı baltaları bana. 
Ölü ağzınızla, 
Konuşmaya geldim. 
Derleyip toparlayın, 
Tümcek; 
Dil vermez dudaklarınızı, 
Toprağın kıyıcığında. 
Anlatın, 
Bu bitmez geceyi bir bir. 
Nasıl, 
Sizlerle bağlanmıştım ben: 
Zincir zincir, 
Halka halka, adım adım, 
Anlatın ne varsa anlatın. 
Bileyin, 
Saklı bıçaklarınızı; 
Saplayın ellerime, 
Göğsüme saplayın; 
Sarı ışıklı bir nehir gibi, 
Kaplanların gömüldüğü, 
Bir nehir gibi. 
Koyun ki ağlayayım, koyun, 
Koyun ki saatlerce, 
Günlerce, yıllar yılı; 
Koyun ki kör çağlarca, 
Yıldız yüzyıllarınca. 
Sükun verin bana, 
Su verin, ümit verin. 
Kavga verin bana, 
Demir verin, volkanları verin. 
Sarmaş dolaş olun benimle, 
Sevdalılar gibi. 
Damarlarıma seğirtin, 
Koşun ağzıma. 
Dilimle konuşun, kanımla. 
(*) Guanako: Güney Amerika laması.  

Pablo NERUDA



MUZAFFER HALK 
Yüreğim bu kavganın içinde 
Kazanacak halkım 
Bütün halklar kazanacak bir bir. 
Bu acılar, ıslak bir mendil gibi 
Kumlar arasından 
Şehit duraklarından. 
Süzülüp ortaya çıkaracak her şeyi, 
Şanlı günler yakındır çünkü 
Kinler susacak bir an 
Ceza veren eller titremesin diye, 
Günler tam dolsun diye, 
Halk caddelerde. 
Bir güzel, bir güçlü 
Yerini alsın diye! 
İşte benim günüm bu 
İşte hoşgörürlüğüm 
Başka sancağım yok benim! 

Pablo NERUDA





NÂZIM'A BİR GÜZ ÇELENGİ
Neden öldün Nâzım?  Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız
     şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek
     miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın
     bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa

Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...

Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım
     sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden
     yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.

Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde

Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.


Pablo  NERUDA

Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

   
PEDRO VALDİVİA’NIN KALBİ 
Bir ağaç dibinde enseledik, 
Valdivia’yı. 
Soğuk güneşin, 
İplik iplik ışınlarıyla, 
Tiftikten bir sabah; 
Ve, 
Yağmurlu bir rüzgar vardı. 
Tekmil gökyüzü, 
Ve gürül gürül gökgürültüsü: 
Bir kılıç yığınıydı, 
Bölük pörçük; 
Yüzü koyun uzanmış yatardı. 
Muhteşem sultanlığında: 
Dile geliyordu tarçın, 
Dile geliyordu tarçının: 
Islak ateş böceği parıltısı. 
Getirdik bezi,testiyi, 
Kaba kıumaşları getirdik: 
Gelin güveyilik örgülerimizden. 
Getirdik mücevherleri: 
Ayın bademleriydiler, 
Sanki. 
Getirdik davulları: 
Arokan ülkesini, 
Meşin ışıklara boğan. 
Doldurduk usuldan usuldan, 
İki kulplu ince uzun,testileri; 
Ve karanlık öz kökümüzden olma, 
Toprağın: 
Tepindik keseklerinde, 
Attık oyunu. 
Düşman yüze,çarpı çarpıverdik sonra, 
Sonra kestik,koçyiğit boynu. 
Öf bir güzeldi ki, 
Zalimin kanı: 
Dumanı üstündeyken daha, 
Bir nar gibi,böldük bölüştürdük. 
Bir mızrak hay ettik, 
Göğsüne sonra; 
Ve kalbi, 
Bir kuş gibi kanatlı kalbi; 
Attık içine, 
Arokan ağacının; 
Aldı da bir kan şorultusu. 
Ahacık bu an, 
Bedenlerimizden yuğurulmuş, 
Topraktan: 
Savaş şarkısı, 
Güneş şarkısı, 
Hasat şarkısı doğdu. 
Volkanların yücesine, 
Doğruydu: 
Üleştik kanayan kalbi. 
Ben,eda edince, 
Toprağın törenini: 
Bu tacın içine batırıyordum, 
Dişlerimi. 
Ver bana, 
Sendeki soğukluğu; 
Seni,kötü yaban seni. 
Ver bana,sendeki, 
Azman kaplan cesurluğunu, 
Kanındaki hıncı ver bana. 
Ver bana, 
Sana gelen ölümü; 
Ver ki peşimden gele, 
Gele de, 
Korku sala seninkilere. 
Savaşı ver bana, 
Getirdiğin. 
Atını ver bana. 
Ver gele,gözlerin. 
Ver bana, 
Burma burma karanlığı. 
Ver bana , 
Mısır anayı 
Ver bana,atın dilini, 
Ver bana, 
Dikensiz vatan ver. 
Ver bana, 
Muzaffer barışı. 
Ver bana,havayı ver: 
Çiçeklenen Beyzadenin, 
Soluduğu, 
Tarçınlı havayı. 

Pablo NERUDA




 
PLAZA ÖLÜLERİ 
(23 Ocak, Şili, Santiago) 
Düştükleri yere ağıt etmeye gelmiyorum, 
Size koşuyorum yaşayanlara; 
Hepinize koşuyorum 
Ve göğsümü yumrukluyorum: 
Sizlerden önce ölenler de oldu hatırında mı? 
Onların aynı adları ve soyadları vardı. 
San Gregorya’da, Lon Qimay’da yağmur altunda, 
Ran Qüil’de rüzgarda tökezlenmiş, 
İkik’de kumlar arasında 
Ve çölde, denizde, yağmurda ve dumanda, 
Yarımadada, pampa toprağında 
Onlar da öldürüldü senin gibi, 
Onların da adı Antonyo idi, 
Balıkçı ya da denizciydiler. 
Hepsi de etiyle kanıyla Şili’li 
Yel vurdu yüzlerine, 
Acılar damgasını vurdu, 
Şehit etti pampa. 
Yurdumun duvarları önünde, 
Karda, 
Yeşil kollu ırmağın ötesinde 
Billurlaşmış gördüm kanı 
Başak altında. 
Nitrat altında, 
Halkımın damlayan kanını gördüm 
Ve ateş gibi tutuşuyordu 
Her damla! 

Pablo NERUDA



   
 
SAVAŞAN TOPRAK 
Önce, toprak dayandı 
Araconya karı 
Beyaz bir ateş gibi yaktı 
Saldırganın ayaklarını 
Parmakları soğuktan düşüyordu 
Almgros’un elleri, ayakları 
Karanlığın mezar kazıcıları 
Ve yırtıcı pençeleri, karda 
Sadece donmuş birer et 
Ve sıradağlar denizinde 
Bir sessizlik idiler 
Şili rüzgarı kırbaçlıyordu 
Yıldızları özümleyerek 
Süvarileri, açgözlüleri devirerek 
Almagro’yu açlık 
Görünmez ve çınlayan bir çene gibi izledi 
Atlar, bu buz bayramına 
Kurban edilmiştiler 
Ve Güney’in ölümü 
Tesbih taneleri gibi döktü 
Almagro’nun tırısını 
Atı Peru’ya dönünceye dek 
Orda Kuzey’in ölümü 
Yolun kıyısına oturmuş 
Bir baltayla 
Bu püskürtülen fatihi bekliyordu 

Pablo NERUDA




UNUTMAK YOK
Nerelerdeydin diye sorarsan
"Hep eskisi gibi", diyeceğim.
Toprağı örten taşlardan söz edeceğim,
sürdükçe kendini harcayan ırmaktan;
ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,
gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan
     ablamı.
Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler, neden
     günler
yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece
birikiyor ağızda? Neden ölüler?
Nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük
    kelimelerle konuşmak zorundayım,
ağzı zehir gibi yakan araçlarla,
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle.

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,
yaşlarla kaplı yüzler,
boğazımıza yapışan eller
ve yapraklardan sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı
acıyı kanımızda tatmış bir günün.

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa,
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü süslü kartpostallarda.

Ama bu sınırın ötesine geçmeliyim,
dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu,
ne karşılık vereceğimi bilemem:

öyle çok ki ölüler,
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler,
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller,
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.


Pablo NERUDA / Çeviren : Tomris UYAR
 
 
 



 
 
 
   
 
 
 

   
 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder