Bu Blogda Ara

3 Ekim 2010 Pazar

WLADİMİR VİADİMİROVİÇ MAYAKOVSKİ


YAŞAMI
7 ya da 19 Temmuz (Ne annesi, ne babası, ne de kendisi tam olarak bilmiyor) 1893'te Gürcistan'ın Kutais kentinden 20 verst uzaklıktaki Bağdadi köyünde doğdu. Babası Vladimir Konstantinoviç Mayakovski Bağdadi bölgesi orman işçisi idi ve Luda ve Olya adında iki kız kardeşi vardı. Ona kendi aralarında Volodya olarak hitap ediyorlardı. Kızkardeşi Luda'nın anılarına göre, aile, Gürcü geleneklerine bağlı bir hayat yaşayan ancak Rusça'yı da korumaya özen gösteren mutlu bir ailedir. Aile bir süre sonra Kutais kentine taşınır ve Mayakovski burada 1900 yılı sonunda Kutais Lisesi'ne gitmeye başlar. Okulda çok başarılıdır, hatta okulun en iyisidir. Bu dönemde kurmaca romanları özellikle de Jules Verne'i çok sever. Öğretmeni onu bir sanatçı olarak kabul edip onunla özel olarak ilgilenmeye, dersler vermeye başlar.


Mayakovski ve ailesi
Mayokovski bu dönemde politikaya da ilgi duymaya başlar. 1905 başarısız devrim girişimi sırasında kızkardeşi gizlice Moskova'ya gider ve onu devrim ile tanıştıracak bazı belgeler getirir. Bu sıralarda Kutais de Bolşevik Partisi'nin yeraltı eylemlerinin merkezlerinden biri olmuştur. Bu dönemden sonra şiir ve devrim onun için bölünmez bir bütün haline gelir. Bir süre sonra babası kesik parmağından kaptığı bir enfeksiyon sonucu ölür.
Moskova yılları [değiştir]
Bu ölümden sonra aile Kuatis'den Moskova'ya göçer. Moskova'da bir süre büyük bir yoksulluk içinde yaşarlar. Annesi çalışmaya başlar. Mayakovski ise sosyalist arkadaşlar bulur ve kendini bir sanatçı olarak Moskova’da tanıtmaya çalışır. Tekrar okula başlar. Derslerde felsefe kitapları okumaya, düşünmeye başlar. Marksizm onu büyüler. Sosyalist devrim hayalleri ile yaşamaya başlayan Mayakovski'nin dersleri artık eskisi gibi iyi değildir. Bu dönemde sadece 14 yaşındadır. Annesi anılarında bu dönemi şöyle anlatır.
“ ...Okula gitti ancak zamanının çoğunu derslere vermek yerine propagandaya ayırdı. Daha 14 yaşında idi ancak 19 yaşında biri gibi davranıyordu ve çok ateşli idi. Parti üyeleri onunla görüşmeye geliyor, onunla buluşuyor ve devrim için ondan faydalanıyorlardı. Vlademir adeta yaşlanmıştı. ”



Mayakovski'nin çalışma odası
Mayakovski bir olaydan sonra okuldan atılır. birçok kez tutuklanır. Bolşevik partisinde propagandacı, örgütçü ve yazıcı olarak faaliyet göstermeye başlayan Mayakovski’nin evi 29 Mart 1908'de polis tarafından basılır ve Mayakovski tekrar tutuklanır. Bu esnada gizli bilgilerin de yazıldığı not defterini yutar. Parti bu dönemden sonra ona daha fazla bağlanır. 15 yaşında bir daha dönemeyeceği evinden polislerce alınır ve bilinmeyen bir yere götürülür. İlk girdiği hücrede 12 ay geçirir. Bu dönemde 3 yıl aradan sonra tekrar kurmaca romanlar okumaya ve yoğun bir şekilde yazmaya başlar. Bu Mayakovski'nin okuduklarından ziyade kendi özgün fikirlerini yazdığı bir dönem olarak tanımlanabilir. Hapis yıllarından sonra bu sefer Moskova Resim ve Heykel Okulu’na kaydolur. Burada özgün ve halktan olan çalışmaları ile diğer öğrencilerden farklılaşır. 1911'de fütürist harekete katılır ve Fütürist Bildiri'ye imzasını koyar. Burjuva göreneklerine meydan okuyan ve sığ kamu beğenisini sarsan edebi ürünler verir.
Öğretmenlerini eski dünyanın temsilcileri olarak görmekte ve devrimle kurulacak yeni dünyaya ilişkin resimler yapmaktadır. Bu çalışmalarının Rus fütürizminin başlangıcı olduğu söylenebilir. Bir zamanlar elden ele dolaşan Puşkin'in şiirlerinin yerini Mayakovski'nin şiirleri almaya başlar. Bu arada polis tekrar Mayakovski'nin peşine düşer. Şair, trajedi adlı oyununu St. Petersburg'da bir parkta sahnelemeye başlar. Bu oyundan sonra ünü iyice yayılır. 1913 kışında Korni Çekovski'de bu oyunu izler ve oyun hakkında yazar. Ona göre bu oyunda bizzat Mayakovski vardır. Oyunda ortada bir adam ve çevresinde değişik kılıklarda onu yok etmeye çalışan birçok insan vardır. Çekovski, bunun gerçekten bir trajedi olduğunu ve bunun için şairin bir büyük bir ün yapacağını söyler. Gorki'nin eşi Maria ise anılarında Mayakovski hakkında şöyle der:
“ ...1918'de Mayakovski'yi sahnede izledim. Bana göre o eğer bu meslekte ilerlese idi müthiş bir oyuncu olabilirdi. ”

I. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi yılları


Mayakovski
1914 yılında I. Dünya Savaşı patlak verir. Mayakovski başlarda oldukça heyecanlıdır ve zafer kazanma duygusu ile başı dönmüştür. Ancak ilk meydan savaşından sonra tanık olduğu şeyler fikirlerini değiştirir. 1915 yılında Pantolonlu Bulut adlı şiir kitabını yazar. Maksim Gorki bu şiirini çok beğenir ve şairle ilgili övgü dolu yazılar yazar. Gorki'nin eşi anılarında Gorki'nin Mayakovski hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:
“ ...Eşim Mayakovski'ye çok önem verirdi. Onun şiirde bir yerlere gelmesini istiyordu. Çünkü her ikisi de aynı şeyleri düşünüyor ve aynı şeyin peşinde koşuyordu. Onun günün birinde hakkında çok konuşalan biri olacağını çok iyi biliyordu. ”

Mayakovski'ye göre bulut çağdaş sanatın birleştiği bir değerdir. Bunun yanında cehennem şiddet ve bireycilik gibi şeyler de yeni bir anlam kazanmıştır. 1915-1917 yılları arasında Lili Brik ile büyük bir aşk yaşar, yıllarca bu aşkın etkisinde kalır. Mayakovski'nin Moskova'nın fütürist sanatı kabul edeceğine dair en ufak bir şüphesi yoktur. Ona göre devrim onun devrimidir ve devrim gerçekleştiğinde tüm düşleri gerçek olacaktır.
Bu duygularla 1917 Ekim Devrimi'ni çoşkuyla karşılar ve devrimin başlıca sözcülerinden birisi olur. Devrim sonrası çıkan iç savaşta Mayakovski bu sefer sanatını propaganda afişlerinde göstermeye başlar. Artık duvarlarda, direklerde binalarda Mayakovski'nin hazırladığı propaganda afişleri vardır. Ekim devrimi ile Rusya'da fütürizmin gelişmesinin aynı döneme denk gelmesi nedeniyle fütürizm bir tür komünist fütürizm olarak algılanır ve bir araya gelen fütürist sanatçılar halka seslenmeye başlar.
Şair 35 Gazete ve 57 dergide yazı yazmıştır. Dergi ve gazetelerde yazdıkları siyaset ve propaganda koksa da onu diğer köşe yazarlarından ayıran birçok şey v

Şairin İzvestya'da yayımlanın politik şiirlerini okuyan Lenin şöyle der.
“ ...Mayakovski'nin şiirlerinden pek bir şey anlamıyorum ancak onun meydanlarda savaşacak bir uzman olduğunu hissediyorum. Onun yazdıkları siyasi açıdan belki tartışılabilir. Şiirlerinde çok fazla politik bir şey yok, insanları bir şeye davet eder bir hava yok. Şiiri komünistleri birleştirmeye yetmez. Ama politik bakış açısının doğru olduğuna inancım sonsuz. ”

Lenin Mayakovski'nin dobra dobra konuşmasından fazlası ile hoşlanır ve bu nedenle özellikle propaganda da ondan faydalanmaya çalışır. Mayakovski de Bolşoy Tiyatrosu'nda Vilademir İlyiç Lenin adlı şiirini okur.
Yeni Lef dergisini (1922-1923) yeniden yaşatmaya çalışır (Новый леф, 1927-1928). Kağıdın yetişmediği, basımevlerinin çalışmadığı, savaşın yıprattığı dönemlerde; halkın gazete ve mizah dergileri yerine kullandığı ROSTA (Rusya Telgraf Ajansı) Pencereleri adlı pankartları hazırlar. 1925'te yazdığı bazı taşlamalar yüzünden İngiltere'ye girişi engellenir. ABD'ye dolaylı olarak, Meksika'dan geçerek girer. Aynı yıl yakın dostu Sergey Yesenin Leningrad'da İngiltere Oteli'nde intihar eder. Yesenin, son şiiri; "Elveda dost, elveda"yı damarını açarak, kanıyla yazmıştı. Buna karşılık hemen bir şiir yazıp, okumaya başlar, fakat zamanın devrimcilerinden büyük tepki görür. Bu olaydan tam 5 yıl sonra; 1930'da Lili Brik'i ve ailesini SSCB hükümetine emanet ettiğini belirten bir mektup bırakarak silahla intihar eder. Ölümünden sonra doğduğu köy olan Bağdadi'ye şairin adı verilir.



Eserleri
Şiirleri
• Pantolonlu Bulut
• Omurganın Flütü
• Lenin Destanı
• Yüz Elli Milyon
Oyunları
• Trajedi - Vladimir Mayakovski
• Gizemli Güldürü
• Tahtakurusu
• Banyo
• Moskova yanıyor
Kitapları
• Amerika'yı Keşfim

SSCB'li şair ve oyun yazarı. Gelecekçilik'in (Fütürizm) ülkesindeki en büyük temsilcisi ve çağdaş Rus şiirinin simgesi olmuştur.
Vladimir Vladimiroviç Mayakovski 19 Temmuz 1893'te Bağdadi'de (bugün Gürcistan'da Mayakovskii) doğdu, 14 Nisan 1930'da Moskova'da yaşamını yitirdi. Bir orman görevlisinin oğluydu. 1905'te, öğrenciyken Çarlık yönetimine karşı sokak gösterilerine katıldı. 1906'da babasının ölümüyle ailece Moskova'ya taşındılar. Burada daha onbeş yaşındayken RSDİP- Bolşevik'e (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) girdi. Gizli bir basımevinde yakalanarak tutuklandı. Ertesi yıl ikinci kez tutuklanarak Moskova'nın Batirki Cezaevi'nde onbir ay hücrede yattı. Lise üçten ayrılarak resim dersleri almaya başladı. Straganov Uygulamalı Sanatlar Okulu'nda öğrenci oldu. 1910'da Moskova Resim Heykel ve Mimarlık Okulu'na girdi. İlk şiirlerini bu yıllarda yazmaya başladı. 1912'de Poşçoçina obşçestvennom vkusu (Yaygın Beğeniye Bir Şamar) adlı Rus Gelecekçiliği'nin görüşlerini özetleyen bir bildirgenin yayımlanmasına katıldı. Şiirlerini dergilerde yayımlattı, ayrıca St.Petersburg (Leningrad) ve Moskova'da edebiyat çevrelerinin toplandığı kahvelerde okumaya başladı. Vladimir Mayakovski adlı manzum oyunu 1913'te Petersburg lunaparkında oynandı. 1915'te iki kübist tablosu sergilendi, aynı yıl yayımladığı Oblako v ştanakh (Pantolonlu Bulut) ve Fleyta-pozvonoçnik (Omurganın Flütü) adlı uzun şiirleriyle genç yaşta başarılı bir şair olarak duyurdu. 1916'da yayımladığı, savaşın olmadığı bir dünya özlemini yansıtan Voyna i mir (Savaş ve Evren) adlı uzun şiiri, tepki uyandırmasına karşın, onun yaygın olarak tanınmasına yol açtı. Mayakovski, Şubat ve Ekim devrimlerini büyük bir coşkuyla karşıladı. Birçok alanda birden, Devrim'in ve genç Sovyet devletinin başarısı için çalıştı. 1917'de Narkompros'a (Halk Eğitimi Komiserliği) girdi. Gelecekçi arkadaşlarıyla birlikte bu komiserliğin çıkardığı Toplumun Sanatı adlı dergiyi yönetti. Tüm ülkeyi dolaşarak şiirlerini okudu, propaganda çalışmalarında etkin rol oynadı. Edebiyat, resim ve sinema komisyonlarına katıldı.Neptün yapımevinin birçok filminde başrol oynadı, senaryolar yazdı. Devrim yıllarının coşkusunu dile getiren Oda revolutsi (Devrime Övgü) ve Levy marş (Sol Yürüyüşü) adlı şiirlerini 1918'de yayımladı. 1921'de de 150.000.000 ve Lyublyu (Seviyorum) adlı şiirleri çıktı. Oyunları ünlü tiyatro yönetmeni Meyerhold tarafından sahnelenerek genç Sovyet tiyatrosunun ilk ürünleri arasında yer aldı. Yergi ve taşlama yeteneğiyle Lenin'in övgüsünü topladı. 1923'te LEF (Sol Sanat Cephesi) dergisinin yönetimine geçti. Bu derginin çevresinde toplanan Meyerhold, Pasternak, Şostakoviç, Ayzenştayn, Babel, Mikhail Zoşçenko, Nikolay Aseyev, Semyon Kirsanov gibi devrimci sanatçılarla birlikte, sanat yapıtında yaşamın edilgen olarak yansıtılmasına çaba gösterdi ve "psikolojizm"e karşı çıkan devrimci bir sanat hareketi oluşturdu. 1924'te Lenin'in ölümü üzerine Vladimir İlyiç Lenin (Lenin Destanı) adlı ağıtı yazdı. 1925'te İzvestia gazetesinin muhabiri olarak ABD, Meksika, Küba ve Fransa'ya gitti ve bu gezilerdeki izlenimlerini 1926'da Moye otkrytiye Ameriki (Amerika'yı Keşfedişim) adlı kitabında topladı. 1926-27 yıllarında SSCB'de kentleri dolaşarak tartışmalı konferanslar verdi, Pravda gazetesinde çalıştı. Paris'e, Berlin'e ve Prag'a gezilere çıktı. 1927'de Noviy LEF (Yeni Sol Sanat Cephesi) dergisini çıkardı. Bu yıllarda yazdığı şiir ve makalelerde, 1925'te kurulan ve sekter bir devrimci tutumu, bağnaz bir sanat anlayışını savunduğu düşündüğü Rus Proleter Yazarlar Birliği'ne (RAPP) karşı polemiklere girdi. Yeniden gittiği Paris'te büyük bir ilgiyle karşılandı. Şair Aragon ve sinema yönetmeni René Clair ile görüşmeler yaptı. 1930'da Rus Proleter Yazarlar Birliği'ne katıldı. Ancak bu örgüte bağlı yazarlarca bireycilikle suçlandı. 1930'da sahnelenen Banya (Hamam) adlı oyunu resmi çevrelerin ve örgüte bağlı yazarların sert eleştirilerine hedef oldu. Mayakovski, 1925'te şair arkadaşı Yesenin'in kendini öldürmesinden çok etkilenmiş, ancak bu davranışı eleştirmişti. Benzer bir umutsuzluk ve yalnızlık döneminin sonunda, kişisel mutsuzlukların da etkisiyle o da kendini öldürdü. Doğduğu kente sonradan adı verildi. Mayakovski, bireysel ve toplumsal coşkuları geniş soluklu bir biçimde dile getiren şiirleriyle çağdaş Rus şiirinin en önemli şairlerinden sayılır. Bağımsızlık tutkusuyla büyük kitlelerin parçası olmaktan duyulan coşkuyu, bireysel başkaldırı ile yığınların sesi olabilmeyi aynı anda şiire yansıtmış, yergici, alaycı, ancak ateşli, coşkulu ve tutkulu şiirleriyle Devrim'in baş şairi olmuştur.Lirik bir anlatımla destansı bir anlatımı kaynaştırmıştır. Çarpıcı ses uyumları, aşırı benzetme ve abartmalar, çılgın imge ve sayıklamalarla dolu sarsıcı şiirleriyle bir "şok" şairi olarak nitelendirilebilir. Klasik uyak ve koşuğu bırakıp yeni içerik ve biçim araştırmalarıyla şiir dünyasını alt üst etmiş, sokağın dilini şiire sokmuş, ritmi şiirin temel öğesi yapmıştır. Kendini öldürmesiyle sonuçlanan kısa yaşamı gibi şiiri de, devrim yıllarının toplumsal ve duygusal çalkantılarını ve karmaşasını, acı, coşku ve düş kırıklıklarını yansıtır. Mayakovski, tiyatro alanında da birçok yapıt vermiştir, Bazıları manzum olan oyunlarının çoğu yergi türündedir. 1918'de sahnelenen Misteriya-buff (Kutsal Güldürü) çağımızın destan biçiminde yapılmış bir taşlamasıdır. Mayakovski, 1928-1930 arasında tiyatroya ağırlık vermiş, Sovyet tiyatrosunun başyapıtları arasında yer alan iki oyununu bu yıllarda yazmıştır. Bunlardan Klop (Tahtakurusu) darkafalılığı yeren bir güldürüdür. Banya (Hamam) ise bürokrasinin gözüpek bir taşlamasıdır. Mayasovski, sosyalist bürokrasiyi, gelecekteki görünümüyle, adeta bir bilim kurgu biçimine sokarak taşlamıştır.Her iki oyunu da, 1929'da ve 1939'da, Meyerhold tarafından sahneye konmuş, ayrıca Rusya dışındaki birçok tiyatroda sahnelenmiştir.

[Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi'nden]





BEN DE ÖYLE
Filo bile sonunda limana döner,
tren soluk soluğa koşar gara doğru,
Bense ondan daha hızlı koşmaktayım sana
-çünkü seviyorum-
budur beni çeken, sürükleyip götüren.
Cimri şövalyesi Puşkin'in, iner
bodrumunu karıştırıp seyretmeye.
Ben de, sevgilim
döner dolaşır gelirim sana.
Taparım,
benim için çarpan o yüreğe.
Sevinçlisinizdir evinize dönerken.
Atarsınız tıraş olurken, yıkanırken,
kirini pasını vücudunuzun.
Ben de aynı
sevinçle dönerim sana-
evime dönmüyor muyum
sana doğru
koşarken?
Yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda.
Hepimiz döneriz en son yuvaya.
Ben de öyle,
bir şey var
beni sana çeken
daha ayrılır ayrılmaz,
birbirimizden uzaklaşır uzaklaşmaz.



Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviri : Bertan ONARAN


BİLİRİM GÜCÜNÜ SÖZCÜKLERİN
Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla götürenlerin her zaman.

Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktıları mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.

Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
İnsandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.





Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Sait MADEN


DİNLEYİN!..

Dinleyin !
Bu yıldızları böyle
her gece
niçin yakarlar ?
Herhalde birisine gerekli diye?
Herhalde yanmalarını isteyen birisi var?
Ve herhalde birisi
bu balgam parçalarını
inci diye sayıklar?
Ve zorlayıp
bir öğle vakti kalkan toz borasını
Tanrı katına varır
geç kalmak korkusu yüreğinde
yalvarır

öper Tanrı' nın elini merhamet dilenerek
ağlar -
anlatır kendisine niçin bir yıldız
gerektiğini -
bu azaba yıldızsız katlanamayacağını
Ve sonra o birisi
gezdirir boğuntusunu diyar diyar
sakin gözükmeğe çalışarak:
"Şimdi daha iyisin değil mi?"
diye sorar
yoluna ilk çıkana
"Korkmuyorsun artık
değil mi?"
Dinleyin!
Yaktıklarına göre bu yıldızları
böyle
her gece
Birisinin işine yaramaları şart
öyle değil mi
ve şart olsa gerek
gene her gece
hiç olmazsa bir yıldızın yanıp sönmesi..





Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Attilâ TOKATLI


İMAN

İstediğiniz kadar uzatın bekleyişi
gördüğüm şey öylesine berrak
ve bu berraklık bir masal gibi
öylesine bırakmıyor ki beni
şu uyağı koyunca
çok daha güzel bir hayata tırmanacağım
ikinci dize uyunca.
En basit bir soruya bile ihtiyacı yok artık:
Tüm ayrıntılarıyla görüyorum işte
nağme nağme yükseliyor
taş taş üstünde yükselir gibi
ve ne bir pislik ne de bir toz zerresi
tüm hatlarıyla görüyorum yükseliyor
pırıl pırıl yüzyıllardan katlarıyla
insanları diriltme atölyesi...

İşte
geniş alınlı kimyager
deneylerin kırışıklığı
çehresinde.
Kitaptan
- "Bütün Dünya'dır adı kitabın-
şöyle bir sayfa açıyor:
Yirminci Yüzyıl...
"Kimi diriltsek acaba?...
Mayakovski'yi?...
Yok canım! Yeni baştan yaşatmaya değmez o şair...
Daha güzel daha değerli daha iyi
birini arayalım..."
Ve nasıl haykırıyorum bilseniz
nasıl haykırıyorum avazım çıktığı kadar
buradan
Bitirmek üzere olduğum şu sayfadan:
"Boşuna karıştırma ilerki sayfaları!
Dirilmeyi hakkeden sadece ben varım!"




Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Attilâ TOKATLI


KEDER
Rüzgâr, umutsuz, boşuna
dövünüp durdu insafsızca.
Karartarak damlayan kanı
ürpertip damların omurgasını.
Ve bir yalnızlık düşkünü yine
doğdu dulkalmış ay gecede.






Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Erdal ALOVA


KİTLELER ANLAMIYOR

Yazarla okurun
arasında
aracılar durur,
ve aracının
zevki
en ortalamadır.

Aracılar ordusunun
bu ortalama zevkinden
hem eleştiri
hem düzelti
binlercedir.

Sen
ne dersen
de
Aracı gene
bildiğini
okur:

"Ben
başka
bir insanım.
Nadson'un
şiirlerini
şimdiki gibi anımsıyorum...
İşçiler
kısa dizeleri
sevmiyor.
Ama Aseyev
aracılara
hâlâ sövüyor.
Ya noktalama imleri?
Bir nokta
sanki bir ben.
Siz
nokta ekerek
şiirleri süslüyorsunuz.
Yoldaş Mayakovski,
yambla yazsaydınız,
size her dize için
yirmi kuruş fazla öderdim."

Eleştirmen
on milyonların
bu iki temsilcisinin
yanından geçerken duygulandı.

Hiç bir ayrıcalıkları yoktur
et ve kemik...
İnsan insandır!

Ama akşam oturup
çay içerken övünür durur:

"Ben
bu işçi sınıfını
iyi tanırım.
Suskunluğunun
nedenini bilir
ruhunu okurum.
Ne bozulur,
ne umutsuzluğa düşer.
Böyle bir sınıftan
kim okunabilir?
Yalnızca Gogol,
yalnızca klasikler.

Köylüler mi?
onlar da aynı,
hiç bir ayrımı yok.
Şimdiki gibi anımsıyorum.
İlkyazdı, yazlıktaydı..."

Bizdeki yazarların
böyle boşboğazları
kitlelerin
sık sık
beynini bulandırıyor.
Ve devrim öncesinin

söz
fırça
ve keski sanatının

bir sürü örnekleri dolaşıp duruyor
ve aydın yetenekler
kitlelere akıyor.

Düşler,
güller
ve gitar sesleri.

Ben korkudan benzi uçmuş
yazarlardan
yoksul şiirlerinden
yakınmayı
artık bırakmalarını
rica ediyorum.

O böyle
birkaç
bayatlamış masalı,
saatlerce anlatır
açıklar,
bu umutsuz aydın
her şeyde bir kusur bulur:

"İşçiler ve köylüler
sizi anlamıyorlar" der.

Yazar
suçlu suçlu
boynunu büker.

Ama bu
en etkili eleştirmen
köylüyü
ilk kez
savaştan önce,
yazlıkta
et
alırken gördü.

İşçileriyse,
bundan daha az.

İkisini birlikte
bir su baskınında
tesadüfen gördü.

Bir köprüden
çevreye,
taşan sulara,
yüzen buzlara
bakıyorlardı.

Çünkü yönetici sınıf
artık sanattan da
en az sizin kadar
anlıyor
Sen kitlelere
yüksek kültürü
götür!

Böylesini ve benzerlerini.

Size de,
bana da,
köylülere de,
işçilere de

iyi kitap gerekli,
çünkü iyi kitap
anlaşılır.




VLADIMIR MAYAKOVSKI

Çeviren : Mehmet ÖZATA



...............................................................................
Nadson, Semyon Yakovleviç: Rus burjuva ozanı.
Aseyev, Nikolay Nikolayeviç: Sovyet ozanı.
Yamb: Bir kısa ve bir uzun heceden oluşan bir uyak.


LİLİ'CİĞİM

(Mektup yerine)

Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh'ın Cehennem' inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
Şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
paralayan sözlerle
kovacaksın belki beni
Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yankısını.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözyaşları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
bir başka şair olsaydı
böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.






Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU



MARŞIMIZ
İsyanın ayak sesi, alanları döv!
Yukarı, gururlu başlar dizisi!
Biz, ikinci Nuh tufanıyla
Yeniden yıkayacağız dünyanın tüm kentlerini.

Günlerin öküzü hantal,
Yılların kağnısı ağır,
Tanrımız koşudur bizim
Yüreğimizse davul.

Altınımızdan daha yücesi var mı?
Kurşun vızıltısı mı bizi sindirir?
Çınlayan sesimizdir o altın;
Silahımızsa türkülerimizdir.

Yeşilliklerle örtülsün kırlar
Serilsinler günlerin altına
Gökkuşağı koşum olsun
Yılların Küheylanına.

Gök pek sıkkın görünmede nedense,
Onsuz dalgalandıralım türkülerimizi,
Hey büyük Ayı! söyle de
Oraya yaşarken alsınlar bizi!

Mutluluğu iç! Türkünü söyle!
Bahardır akan damarlarımızda
Vursun savaş temposunu yürek
Bakır bir trampet olan bağrımızda.




Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviri: Ataol BEHRAMOĞLU


OMURGANIN KAVALI

Dumanlar içinde mavi olmayı unutan
gökyüzü,
paçavralar giyinmiş
sığıntı gibi bulutlar,
son aşkımla tutuşacaksınız bütün!
Sevinç çığlıklarımla bastıracağım
ordular
gürültünüzü!
Siz ki bir yuvanın sıcaklığını unutmuşsunuz,
dinleyin !
Ve çıkın artık siperlerden:
bitirmeseniz de olur
savaşı..
Ne en korkunç dövüşlerin,
ne de
kan tüten yaraların en derini
solduramaz aşk sözlerini!
Bilmez olur muyum hiç
sevgili Almanlar!
Dudaklarınızın ucunda hep
Goethe'nin
Gretchen'i var...
Ama o,
yüzyıllardır sayıkladığınız
tombul
pembe tenli kız,
neme gerek benim!
Seni söylüyorum türkülerimde
şimdi ben,
makyajlı
kızıl saçlı sevgilim!
Bu kasatura uçları gibi
sivri
günlerden,
yaşadığımız,
yüzyılların sakalı ağardığında
kalacak olan
sensin yalnız!
Bir de ben...
o kentten
bu kente...
senin ardında!
Londra'nın
kalın
sisinde yitirsem seni,
alev dudaklarıyla
gece lambalarının
gene de uzanır
öperim..
............................................
Dalgın
ve hüzünlü,
köprüden geçsen:
"Aşağısı da güzel" diye düşünerek,
"Ve ölmek
de belki güzeldir !" diyerek,
bil ki benim
köprünün altında akan,
benim la Seine,
benim çağıran seni
çürümüş dişlerini göstererek..
...............................................
Güçlüyüm ben,
gerekliyim çünkü onlara.
"Sıran geldi!"
deseler günün birinde,
savaşa itseler beni,
vurulsam:
Kan değil
adın fışkırır
yırtık dudaklarımdan..
İster
taç giydirsinler,
ister -
se Sainte - Hélène 'e sürsünler:
Hayat fırtınalarının dalgalarını
gene de
ben
mühürlerim!
Ellerim
kelepçelidir evet
ama evrenin
tahtıdır yerim!
Siz
ürkek çocukları
hüznün,
ve siz
gökyüzünün
mavi olduğunu unutanlar!
Dinleyin artık
susun da!
Belki de
son
aşkıdır
bu
gökyüzünün:
onulmaz yarası
kanar da kanar
veremli ciğerlerimin dokusunda.






Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Attilâ TOKATLI



PANTOLONLU BULUT'DAN


PANTOLONLU BULUT'dan (Giriş)

Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.

Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...

İster misiniz
ten kudurtsun beni,

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!

İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...




Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

SERGEY YESENİN'E
Sen gittin,
diyorlar
yukarılarda bir dünyaya.
Sonsuzlaşma-
Uçuyorsun,
parıldayan yıldızlara çarparak.
Ne borç var artık bize,
içki ne de

Ayılma.
Hayır, Yesenin,
oh
çekmek değil benim istediğim.
Görüyorum ben
kesik bileklerinle sendeleyişini
Ve alayla değil
acıyla
düğümleniyor yüreğim.
Görüyorum
bir kemik çuvalı gibi
yere atışını gövdeni.
-Dur! diyorum.
Bırak !
Delirdin mi sen?
Sürer mi ölümü
hiç insan
tebeşir tozu gibi
yanaklarına?


Sen ki çok daha
iyi verirdin ölüme
ağzının payını herkesten.
Yeryüzünde başka
kimsede olmayan
o efece konuşmanla.
Niçin?
Nedeni ne?
Donup kalıyorum şaşkınlıktan.
Homurdanıyor eleştirmenler:
-Bizce,bunun asıl nedeni
Şu...
ya da bu...
ama daha çok,
kopmak toplumdan,
Çok fazla bira
ya da şarapla kafayı çekmesi.
Başka deyişle
satsaydın
bohemleri
işçi sınıfına, diyorlar.
Sınıf bilincin olsaydı,
bak, bu gelmezdi başına.
Oysa işçiler de
kvastan sert içkilerle
kafayı çekiyorlar.
O sınıf da içerek
güzelce sıçıyor kendi ağzına.
Başka deyişle
Parti'den biri
denetleseydi seni
Sağlansaydı böylece
asıl önemi
içeriğe vermen.
Yazardın o zaman
her gün
o dizelerin
yüzlercesini
Uzun uzun
ve sıkıcı
Doronin de gördüğümüz türden
Ama bence
böylesi bir deliliğin içine düşseydin
Sen çok daha önce
son verirdin
yaşamına.
Votkadan gitmek daha iyidir
inan bana
Böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa.
Hiçbir zaman söyleyemeyecekler
nedenini bize
seni yitirişimizin.
Şuracıkta duran
çakı mı, yoksa ip mi?
Ama bulunsaydı
mürekkebi, elbette
Angelleterre otelinin
damarlarını kesmen
ve ölüp gitmen
gerekmezdi.
Sana öykünenler çıldırdılar sevinçten:
bir daha, bir daha !
Neredeyse bir yığın insan
zıvanadan çıkıp
öldürdü kendini.
Neden çoğaltmalı
intiharları
böyle sayıca?
Daha kolay değil mi
mürekkeple doldurmak
oteldeki şişeleri!
Sonsuza dek
kilitlendi artık dilin
arkasında dişlerinin.
Benim bu bilmecemsi sözlerim
yersiz
bir bilgiçlik sayılmamalı
Halkımız,
yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin,
Yitirdi ölümünle
yansılı sesler üreten
en güçlü çırağını.
Ve o herifler tayışıp duruyorlar
ölü şiir döküntülerini
Geçmiş,
gömülmüş ölülerden
hemen hiçbir yeniliği olmayan.
Üstüste yığıyorlar
tatsız uyaklarını
mezara toprak atar gibi: daha beterlerini.
Onurlandırmak için oğlunu
Esin Peri'sinin bile
işine yaramayacak olan.
Sana yaraşacak
bir anıt henüz dökülmedi
Hani nerde o anıt,
döğülmüş tunçtan
ya da yontulmuş mermerden?
Oysa çoktan doldurdular
yığın yığın
parmaklarının dibini
Çöplerle,
adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden.
Adın
hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri.
Sözcüklerini
geveleyip duruyor Sobinov ağzında
Kıvrılıp oturmuş da
altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının-
"Hiçbir şey söyleme,
ah dostum,
içini de çek-me ne olursun."
Ah,
sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın,
Şu Leonid Lohengrinski'yi,
baş belası, tanrının!
Ortalığı kimbilir
nasıl da ayağa kaldırırdın:
"izin veremem
şiirsel gargaralarına
anıran eşşeklerin!"-
Sağır ederdin kulaklarını
üç ayaklı ıslıklarınla, sonra,
Yazdıklarının hepsini
kıçlarına sokmalarını söylerdin.
Harcardın bozuk para gibi
o yeteneksiz heriflerin hepsini,
Doldururdun
smokin ceketlerinin
kara yelkenlerini,
Öyle ki savrulurdu
sağa sola
Kogan gibileri,
Süngüleyerek
sivri bıyıklarıyla
gelip geçenleri.
Oysa bu arada
sayısı hiç de azalmadı
bu serserilerin.
Çok zorlu bir iş
onları sayıca geride bırakmak.
Yaşam
yepyeni bir biçimde
yeniden kurulacak.
İşte o zaman
yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak.
Böyle bir çağda
ağırlaşıyor sorunları
kalemin,
iyi ama, gösterin bana
sizi ey zavallı
hortlaklar sürüsü, hadi
Nerede görülmüştür
ve ne zaman
yüce bir kişinin,
Dikenli yolları bırakıp da
gül bahçelerini seçtiği?
Sözcükler
yönlendirir
insanoğlunun güçlerini.
Yürüyün!
Arkamızda
zaman patlasın
bir mayın gibi.
Bizim geçmişe sunacağımız
yanlızca
bukleleri
Rüzgarda
geriye savrulan saçlarımızın.
Eğlenceye ayrılacak yeri yok
gezegenimizin.
Yarınlardan
koparıp
almalıdır mutluluğu
insan.
Şu yaşamda
en kolay iştir ölmek
Asıl güç olan
yepyeni bir yaşama
başlamak.

1926




Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviri: Yurdanur SALMAN




SON MEKTUP

(Şairin cesedinin yanında bulunmuştur)

Hepinize!..
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedi-
kodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil
bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),ama benim için başka bir çı-
kar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet Yoldaş! Ailem : Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve
Veronika Vitoldovna Polonkaya' dan ibarettir. Yaşamlarını sağlar-
san, ne mutlu bana..
Bitmemiş şiirleri Brik'lere verin, ne lâzımsa onlar yapar.
"Bir varmış bir yokmuş"
derler hani :
Aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına
kafa tutabilir mi!
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda...
Acıları
mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
h a t ı r l a m a y a b i l e d e ğ m e z :
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
yeter.





Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Attilâ TOKATLI


ŞAİR İŞÇİDİR
Bağırırlar şaire:
"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki..."
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!




Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU


VERSAİLLES

Krallar korurdu Versailles'i
tarih gözbebeğini.
bu yollardan koşarken
saraydan saraya
binerdi her Lui ve her Ludovik
yaylı, rahat
arabaya
yaldız, ipek
arasında
pelte gbi titreterek
on batmanlık göbeğini
ve sonra...
güvenerek bacakların
piston kollarına
Marseilles'in eşliğinde
ve bir yandan lanet,
lanet taca da, saraya da,
sapmıştı Versailles yollarına
külotunu toplayan
Kapet.
Bugün
aynı yolda yarışıyor
Paris otoları
Paris gürültülü, çalkantılı ve
şen
rantiyeler, Paris kokotları
dolaşıyor
Amerikan turistleri
bir de ben.
İşte Versailles. İlk hayret ünlemi:
Vay anasını! Soyarak el âlemi
amma da yaşamışlar
bu eski krallar
ne gaile, ne tasa!
Binden fazla salon
yüz yatak odası
ve her odada
hem bir yatak
hem bir masa.
Böyle bir sarayın
ikincisi yapılamaz
çalsan çırpsan hazineden
ömür boyunca
Sarayın arkasında
uzunca
havuzlar
Hayatları taze,
serin olsun diye
fışkırıyor sular akşam olunca
her yer havuz... kameriye, şadırvan
ve fıskiye.
"Gentille",
yani zevkli hayat için dümdüz
koru yollarında
sıralanmış Tanrı heykelleri
hem Apollonlar, hem de Venüs
ama kiminin kolu kopuk
kiminin burnu ve elleri
Pompadur'un apartmanı
az ötede
Büyük ve Küçük Triyanon
şurası
duşlar ve Pompadur hamamları
burası
bu dokuz on
oda, bir arada
Pompadur'un yatak odaları.
Bu mu hayat?
basit, adi,beylik,
ye, iç ve yat
Benois'nın
suluboya tablosuna istersen
kat
Ahmatova'dan
tatlı birkaç dörtlük.
Ortalığa bakındım
bütün eşya arasında
bir Antuvanet'in gece masasında
koca çatlağı beğendim.
İşte, devrim tarihinden bir an:
paldır küldür kaba botlar.
Marseilles inletiyor
Versailles Sarayı'nı

ve derken
çakıyor devrim kazığını
sankülotlar:
Küüüüt! Diye yaldızlı masaya
bir darbe
şaka niyetine
kraliçeyi giyotine
saçlarından sürüklerken.
Versailles bahçeleri güzel.
Güller türlü türlü
Bizde böyle kültür olsa,
gül değil, geniş makine kültürü
müzelere tıkılsa
eski ve gereksiz şeyler.
Emekçilere
bu bahçeye
hem çelikten hem de camdan
bir de Kültür Sarayı kondurulsa
gözü kamaştırsa
yeni stilde bir ihtişam
ve sarayın hacmi
bin iki bin değil,
milyona ulaşsa!
... Krala, markilere ve çarlara ibret,
unutmasın diye geçmişini
halk sırtından çalınan
varlıklarıyla öğünmesin diye
attı semaların giyotini
Antuvanet'in kellesini atar gibi
attı
yuvarladı akşam güneşini
Paris damları üstünde
ağır ağır ölsün diye.
Titreşiyor
yapraklar ince ince
dağılıyor
ıhlamur, atkestanesi kalabalığı
gölgeler siliniyor
Ay
göklerde ince bir yay
Akşam oldu.
Ve başına geçiriyor
saydam camdan gece kalpağını
bu saatte kapanan müze: Versailles





Vladimir MAYAKOVSKI

Çeviren : Güneş BOZKAYA



Sergey Yesenin'e
Sen gittin,
diyorlar
yukarılarda bir dünyaya.
Sonsuzlaşma-
Uçuyorsun,
parıldayan yıldızlara çarparak.
Ne borç var artık bize,
içki ne de

Ayılma.
Hayır, Yesenin,
oh
çekmek değil benim istediğim.
Görüyorum ben
kesik bileklerinle sendeleyişini
Ve alayla değil
acıyla
düğümleniyor yüreğim.
Görüyorum
bir kemik çuvalı gibi
yere atışını gövdeni.
-Dur! diyorum.
Bırak!
Delirdin mi sen?
Sürer mi ölümü
hiç insan
tebeşir tozu gibi
yanaklarına?


Sen ki çok daha
iyi verirdin ölüme
ağzının payını herkesten.
Yeryüzünde başka
kimsede olmayan
o efece konuşmanla.
Niçin?
Nedeni ne?
Donup kalıyorum şaşkınlıktan.
Homurdanıyor eleştirmenler:
-Bizce, bunun asıl nedeni
Şu...
ya da bu...
ama daha çok,
kopmak toplumdan,
Çok fazla bira
ya da şarapla kafayı çekmesi.
Başka deyişle
satsaydın
bohemleri
işçi sınıfına, diyorlar.
Sınıf bilincin olsaydı,
bak, bu gelmezdi başına.
Oysa işçiler de
kvastan sert içkilerle
kafayı çekiyorlar.
O sınıf da içerek
güzelce sıçıyor kendi ağzına.
Başka deyişle
Parti'den biri
denetleseydi seni
Sağlansaydı böylece
asıl önemi
içeriğe vermen.
Yazardın o zaman
her gün
o dizelerin
yüzlercesini
Uzun uzun
ve sıkıcı
Doronin de gördüğümüz türden
Ama bence
böylesi bir deliliğin içine düşseydin
Sen çok daha önce
son verirdin
yaşamına.
Votkadan gitmek daha iyidir
inan bana
Böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa.
Hiçbir zaman söyleyemeyecekler
nedenini bize
seni yitirişimizin.
Şuracıkta duran
çakı mı, yoksa ip mi?
Ama bulunsaydı
mürekkebi, elbette
Angelleterre otelinin
damarlarını kesmen
ve ölüp gitmen
gerekmezdi.
Sana öykünenler çıldırdılar sevinçten:
bir daha, bir daha!
Neredeyse bir yığın insan
zıvanadan çıkıp
öldürdü kendini.
Neden çoğaltmalı
intiharları
böyle sayıca?
Daha kolay değil mi
mürekkeple doldurmak
oteldeki şişeleri!
Sonsuza dek
kilitlendi artık dilin
arkasında dişlerinin.
Benim bu bilmecemsi sözlerim
yersiz
bir bilgiçlik sayılmamalı
Halkımız,
yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin,
Yitirdi ölümünle
yansılı sesler üreten
en güçlü çırağını.
Ve o herifler tayışıp duruyorlar
ölü şiir döküntülerini
Geçmiş,
gömülmüş ölülerden
hemen hiçbir yeniliği olmayan.
Üstüste yığıyorlar
tatsız uyaklarını
mezara toprak atar gibi: daha beterlerini.
Onurlandırmak için oğlunu
Esin Peri'sinin bile
işine yaramayacak olan.
Sana yaraşacak
bir anıt henüz dökülmedi
Hani nerde o anıt,
döğülmüş tunçtan
ya da yontulmuş mermerden?
Oysa çoktan doldurdular
yığın yığın
parmaklarının dibini
Çöplerle,
adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden.
Adın
hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri.
Sözcüklerini
geveleyip duruyor Sobinov ağzında
Kıvrılıp oturmuş da
altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının-
'Hiçbir şey söyleme,
ah dostum,
içini de çek-me ne olursun.'
Ah,
sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın,
Şu Leonid Lohengrinski'yi,
baş belası, tanrının!
Ortalığı kimbilir
nasıl da ayağa kaldırırdın:
'izin veremem
şiirsel gargaralarına
anıran eşşeklerin! '-
Sağır ederdin kulaklarını
üç ayaklı ıslıklarınla, sonra,
Yazdıklarının hepsini
kıçlarına sokmalarını söylerdin.
Harcardın bozuk para gibi
o yeteneksiz heriflerin hepsini,
Doldururdun
smokin ceketlerinin
kara yelkenlerini,
Öyle ki savrulurdu
sağa sola
Kogan gibileri,
Süngüleyerek
sivri bıyıklarıyla
gelip geçenleri.
Oysa bu arada
sayısı hiç de azalmadı
bu serserilerin.
Çok zorlu bir iş
onları sayıca geride bırakmak.
Yaşam
yepyeni bir biçimde
yeniden kurulacak.
İşte o zaman
yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak.
Böyle bir çağda
ağırlaşıyor sorunları
kalemin,
iyi ama, gösterin bana
sizi ey zavallı
hortlaklar sürüsü, hadi
Nerede görülmüştür
ve ne zaman
yüce bir kişinin,
Dikenli yolları bırakıp da
gül bahçelerini seçtiği?
Sözcükler
yönlendirir
insanoğlunun güçlerini.
Yürüyün!
Arkamızda
zaman patlasın
bir mayın gibi.
Bizim geçmişe sunacağımız
yanlızca
bukleleri
Rüzgarda
geriye savrulan saçlarımızın.
Eğlenceye ayrılacak yeri yok
gezegenimizin.
Yarınlardan
koparıp
almalıdır mutluluğu
insan.
Şu yaşamda
en kolay iştir ölmek
Asıl güç olan
yepyeni bir yaşama

başlamak.

1926 Vladimir Vladimiroviç Mayakovski












" Vladimir Mayakovski (1893-1930), 20. yüzyılın en büyük ve öncü şairlerinden biridir. İlk kez 1926'da yayımlanan Şiir Nasıl Yazılır? adlı kitabında pek az görülen bir işe girişerek şiirin nasıl yazıldığını anlatmayı dener. İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde şiir yazmanın genel kuralları üzerinde duruluyor. Toplumsal beklentilerin kavranması, sözcük kulanımı, imge yöntemleri, ritm, şiire hazırlık, şiiri üretme araç gereçleri vb. konularda kuralcılıktan uzak; eğlenceli, neşeli ve doğrudan deneyime dayanan açıklamaları önemli ve ilginç. İkinci bölümde ise bu kez somut bir örnek üzerinde kendi şiirini hangi itkilerle ve nasıl yazdığını dize dize örnekler vererek açıklamaya girişiyor



                                                    MAYAKOVSKİ  - AFİŞ ÇALIŞMASI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder