Bu Blogda Ara

9 Eylül 2010 Perşembe

Bertolt BRECHT



Bertolt BRECHT

Yüzyılımıza damgasını vuran şair, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni, tiyatro kuramcısı ve "epik tiyatro" türünün kurucusu Bertolt Brecht'in tam adı Eugen Berthold Brecht'tir. 10 Şubat 1898'de Bavyera'nın Augsburg kentinde doğdu, 14 Ağustos 1956'da Berlin'de öldü.Brecht ilk şiirlerini 1913'te okul gazetesinde yayımladı. Bundan bir yıl sonra ise yaşadığı kentin yerel gazetesi Augusburger Neueste Nchrichten'de yazıları çıkmaya başladı. Edebiyata ve tiyatroya büyük ilgi duymasına karşın, bir süre tıp eğitimi gördü. I. Dünya Savaşının son yılında askere alındı ve bir hastanede görev yaptı. Aynı yıl "Ölü Askerin Öyküsü" adlı bir şiir yazdı. Bu şiiri, yıllar sonra Nazilerce suçlanarak Alman yurttaşlığından atılmasına neden oldu. 1919 şiir çalışmaları açısından verimli bir yıldı. Şiirlerini Die Hauspostille'de (Ev Vaazları) topladı. Bu sırada tiyatroya olan ilgisi de sürüyordu. 1924'te Berlin'e gitti. Burada Carl Zuckmayer, Max Reinhardt ve Helena Weigel gibi dönemin ünlü sanatçılarıyla tanıştı ve birlikte çalışma olanağı buldu. Bir süre sonra yetenekli bir oyuncu olan Helena Weigel'le evlendi ve bu evlilik ömrünün sonuna kadar sürdü.Brecht' in oyunların pek çoğunda Weigel başrolde oynadı. Tiyatro yönetmeni Erwin Piscator ve besteci Kurt Weill ile tanıştıktan sonra Brecht tiyatro yaşamında yeni bir adım attı. Piscator'la birlikte Jaroslav Hasek'in ünlü romanı Aslan Asker Şvayk'ı sahneye uyarladıktan sonra yazdığı Adam Adamdır adlı oyunu "epik tiyatro" anlayışının ilk denemesiydi. Bu öğretici bir tiyatro türü olup, olaylar geleneksel tiyatrodakinin aksine, dramatik bir biçimde canlandırılacak yerde, izleyiciye anlatılır. İzleyici sahnede olup biteni bir gözlemci gibi izler. Epik Tiyatro'da amaç düşündürmek, izleyicinin aklını kullanarak bir karara varmasını, harekete geçmesini sağlamaktır. Brecht dünyanın değişmesinden; insanların fırsat eşitliğine, düşünce özgürlüğüne sahip olduğu, adaletli bir düzenin kurulmasından yanaydı. Benimsemiş olduğu Marxist dünya görüşü doğrultusunda, böylesine bir dönüşümün gerçekleşeceğine inanıyordu. Tiyatronun bu amaca ulaşmak için etkili araçlardan biri olduğu kanısındaydı. Yine bu sırada yazdığı ve Kurt Weill' in bestelediği; dünya çapında ün kazanacak olan Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Çöküşü ile Üç Kuruşluk Opera adlı müzikalleri sahneye koydu. Nazilerin yönetime gelmesiyle birlikte Brecht' in Almanya'da çalışma olanağı ortadan kalktı. 1933'te Almanya'yı terk etti. Önce İsviçre'ye, oradan Danimarka'ya gitti. 1939'a kadar kaldığı Danimarka'da Tik-Tak , Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti, Galileo'nun Yaşamı, Cesaret Ana ve Çocukları gibi her biri başyapıt olan oyunlar yazdı. Sezua'nın İyi İnsanını da burada yazmaya başladı. 1939'da Danimarka'nın da Nazi tehdidi altına girmesi üzerine önce Finlandiya'ya, oradan da 1941' de ABD'ye gitti. Bertold Brecht'in oyunlarından bazıları bu dönemde İngilizce'ye çevrildi ve ABD de sahnelendi. Ne var ki, bu ülkede izleyici Brecht'in oyunlarından tedirgin oldu ve ilgi göstermedi. 1947'de ABD'de esen Soğuk Savaş rüzgârı, Brecht'in Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komisyonu'nca sorguya çekilmesine yol açtı. Dünya görüşüne ilişkin suçlamalara karşı çıktı. ABD'de barınmayacağını anlamıştı. Bertold Brecht, Alman Demokratik Cumhuriyeti yöneticilerinin çağrısı üzerine Doğu Berlin'e yerleşti ve içlerinde eşi Helena Weigel'in de bulunduğu bir grup oyuncuyla 1948'de Berliner Ensemble adlı tiyatro topluluğunu kurdu. Berliner Ensemble, gerek kuramsal çalışmaları, gerek sahnelediği çok başarılı oyunlarıyla, dünya çapında ün kazanmakta gecikmedi. Ülkemizde de tanınan ve oyunları çok sevilen Brecht 1956 ilkbaharında hastalandı ve bundan kısa bir süre sonra Berlin'de öldü.

 

ALIŞVERİŞ YAPAN  
Yaşlı bir kadınım ben.  
Almanya uyandığında  
Devlet yardımı azaldı.  
Çocuklarım verirlerdi bana  
arada sırada birkaç kuruş,  
ama pek öyle bir şeyler alamıyorum gene de.  
Bu yüzden daha az gider oldum  
eskiden her gün alışveriş yaptığım dükkanlara.  
Sonra aklımı başıma topladım günün birinde  
ve eski bir müşteri olarak her gün  
gitmeye başladım fırına, manava yeniden.  
İhtiyacım olan şeyleri seçerdim bir bir,  
her zamankinden ne daha çok alırdım, ne daha az,  
peksimetler de koyardım ekmeğin yanına,  
lahananın yanına da pırasa,  
ama hesabı çıkarttıkları vakit çekerdim içimi,  
karıştırıp küçük para kesemi tutuk parmaklarımla,  
yeterince param yok, derdim, başımı sallayarak,  
bunları ödeyecek,  
ve tüm müşterilerin gözleri önünde  
çıkardım dükkandan gene başımı sallayarak.  
Ve şöyle diyorum kendi kendime:  
Hiçbir şeyi olmayan bizler gibiler  
yiyecek satılan yerlerde görünmezlerse bundan böyle  
hiçbir şeye ihtiyacımız yok sanabilirler,  
ama buraya gelir de hiçbir şey satın alamazsak eğer  
haberleri olur hiç değilse.  
 
Bertolt BRECHT
 
Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
  
ALMANCA YAKARIŞ 
Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize: 
-Dazig ile Varşova' yı alacağız! 
Uçaklarımız ve tanklarımızla saldırdık Polonya' ya, 
yirmi günde ulaştık hedefimize: 
Tanrı korusun bizi! 
Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize: 
Alacağız Oslo ile Paris' i! 
Norveç'i, Paris'i işgal ettik, 
ulaştık altı hafta geçmeden hedefimize. 
Tanrı korusun bizi! 

Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize: 
-Sırbistan' ı, Yunanistan' ı, Rusya' yı alacağız! 
İşgal ettik Sırbıstan'ı, Yunanistan'ı, Rusya'yı, 
Ve... 
İki yıl var kurtarmaya çalışırız kıçımızı.

        Tanrı korusun bizi! 
Bir gün gelecek ulu önderlerimiz buyuracaklar bize: 
-Ayı da alacağız, Okyonusu' u da! 
İyi ama, çok  zor şu Rusya' da dayanmak, 
karşı durmak düşmana, kara, kışa, 
ne zaman döneceğini bilmeden. 
Tanrı korusun bizi, döndürsün evimize! 

Bertolt BRECHT

Çeviren : A. KADİR  / Asım BEZİRCİ
ALMANYA'DAN RAPOR 
Öğrendiğimize göre, Almanya'da 
kahverengi veba günlerinde 
bir makine fabrikasının çatısında birdenbire 
bir kızıl bayrak dalgalandı Kasım rüzgarında, 
özgürlüğün yasadışı bayrağı! 
Sulu kar düştü gökten 
kasvetli Kasım ortasında, 
ayın yedisiydi ama, 
devrimin yıldönümü! 

Bakın hele! Kızıl bayrak! 

Avluda işçiler dinelmişler, 
gözlerine siper edip ellerini 
bakıyorlar çatıya 
buzlu rüzgara karşı. 

Birden kamyonlar geliyor 
"Fırtına Birlikleri"yle tıklım tıklım, 
ve sürüyorlar duvara doğru 
işçi tulumu giyen kim varsa, 
ve bağlıyorlar iplerle nasırlı yumrukları, 
ve sorgularından sonra 
dövülmüş insanlar çıkıyor barakalardan 
sendeleyerek, kanlar içinde. 
Adını söylememişti bir teki bile 
çatıya bayrağı çeken adamın. 

Böylece sürdüler gık demeyenleri. 
Geri kalanlar da paylarını aldılar yeterince. 
Ama ertesi gün yeniden dalgalandı 
makine fabrikasının çatısında 
proletaryanın kızıl bayrağı. 
Yeniden duyuldu ölü gibi sessiz kentte 
"Fırtına Birlikleri"nin ayak patırtıları. 
Avlularda görülmez oldu hiçbir erkek. 
Yalnız kadınlar, yüzleri taş gibi, 
bakıyorlar çatıya 
buzlu rüzgara karşı 
gözlerine siper edip ellerini. 

Ve başlıyor dayaklar bir kez daha. 
Sorgularda kadınların dedikleri hep şu: 
Bir yatak çarşafıdır o bayrak, 
içinde dün ölen birini taşıdık. 
Rengi yüzünden suçlayamazsınız bizi. 
Öldürülen adamın kanı bulanmıştır ona, 
rengi ondan kırmızı. 


     

           
Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ




ALMAN SAVAŞ OKUMA KİTABINDAN

TAKVİMDE GÜN HENÜZ İŞARETLENMEMİŞ.
Her ay, her gün
açık durur hala.
Bu günlerden biri
işaretlenecek bir çarpıyla.

İŞÇİLER HAYKIRIRLAR EKMEK DİYE.
Tüccarlar bağırırlar pazar diye.
Eskiden işsizler açtı,
şimdi işi olanlar aç.
Artık yeniden başladı çalışmaya
kavuşmuş duran eller:
Yaptıkları gülle.

SOFRADAN ETİ KALDIRANLAR
Öğretiyorlar kanaat etmeyi,
hep bana, hep bana, diyenler
bu kez istiyorlar özveri.
Tıka basa yiyenler
gelecek güzel günlerden
söz ediyorlar açlara.
Uçuruma götürenler ülkeyi
diyorlar, yönetmek çok zor,
sıradan insan yapamaz bu işi.
LİDERLER SÖZ EDİNCE BARIŞTAN
anlar halk
savaşın geldiğini.

Liderler lanetlediğinde savaşı
seferberlik emri yazılmıştır bile.

BAŞTAKİLER DER Kİ : BARIŞ VE SAVAŞ
iki farklı şey.
Oysa rüzgarla fırtına gibidir
onların barışı ve savaşı.

Savaş doğar onların barışından
anasından doğan oğlan gibi,
taşır oğlan anasının
o korkunç yüz çizgilerini.

Öldürür onların savaşları
ne varsabarışlarından
arta kalan.

GECE,
evli çiftler
yatarlar yataklarında.
Bizim tazecikler
yetimler doğuracak.

BAŞTAKİLER DER Kİ: ORDUDA
yoldaşlık hüküm sürer.
Bu işin doğrusu
mutfakta görülür
görülse görülse .
Yüreklerindeki cesaret
belki aynı.
Ama tabaklarındaki yemek
farklı.

 

     

               Bertolt BRECHT

     
Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 BİR ALMAN ANASININ AĞITI
Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum, 
bu haki gömleği bendim sana giy diyen. 
Nerden bilecektim bu kara günleri göreceğimi, 
bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem, 
asın beni, derdim, daha iyi. 
Elini görürdüm hani ben senin, oğlum, 
"Hayl Hitler!" diyerek kaldırdığın elini, 
Hitler' i selamladın diye, nerden bilecektim, 
kuruyacağını bir gün elinin. 
Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin  
üstün bir ırktan. 
Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerden 
celladıymışsın meğer sen kendinin. 
Gittiğini görürdüm senin, oğlum, 
uygun adımla Hitler' in ardından. 
Nerden bilecektim, onu izleyenin 
artık bir daha geri dönmeyeceğini. 
Bana derdin ki, oğlum, derdin ki:Almanya 
gelecek bir gün atnınmaz hale. 
Nerden bilecektim, oğlum, bu yerin nerden bilecektim, 
küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle. 
Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin. 
Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum. 
Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım, 
sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum.

 
Bertolt BRECHT
Çeviren : A. KADİR

BİR BARIŞ SAVAŞÇISININ  
ÖLÜMÜ ÜZERİNE  

                            Carl Von Ossitzky'nin anısına. 
Teslim olmayan o, 
öldürüldü. 
Öldürülen o, 
teslim olmadı. 
Uyarıcının ağzı 
toprakla kapandı. 
İşte başlıyor 
kanlı macera. 
Barışseverin mezarı üstünde 
taburlar tepinmede. 
Savaş boşuna mıydı yani? 
Bir başına savaşmayansa öldürülen 
daha kazanmamış demektir düşman. 
 
 
Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ





BİR BÜYÜK KARAMSAR
ÜZERİNE DÜŞ

(Patates kıtlığı sırasında)
Bir düş gördüm:
opera binası karşısında Badanacı*
tam patlatacakken o büyük söylevini,
birden bir patates belirdi, kocaman,
orta boy bir tepedn iri,
ve bekleşen kalabalığın karşısına çıkıp
başladı o da söylev vermeye.
Ben, dedi alçak sesle,
sizi uyarmaya geldim.
Biliyorum, patatesten başka bir şey değilim,
küçümen, önemsiz bir kişi,
pek öyle yüzüne bakılmaz cinsinden,
tarih kitapları anmaz adımı,
tepedekilere hele hiçbir etkim yok.
Büyük şeyler olunca söz konusu,
yani şan, şeref, namus falan filan,
gerekir benim kenarda kalmam.
Çünkü asalete hiç uygun düşmezmiş
beni şan ve şerefle bir tutmak.
Ama gene de yaptım ben bana düşeni.
Yardım ettim insanların bu gözyaşı vadisinde
yaşamlarını sürdürmelerine.
Şimdi, benimle şuradaki adam arasında
bir seçim yapma vakti geldi.
Haydi, ya o ya ben!
Onu seçerseniz yitirirsiniz beni.
Ama ille de ben gereksem size,
onu burdan siktir etmelisiniz.
Onun için, bana kalırsa,
daha fazla vakit kaybetmeyin dinleyerek onu,
çünküz az sonra yakapaça o atacak beni burdan.
Ona karşı ayaklanırsanız öleceğinizi söylese bile
unutmayın şunu sakın:
bensiz de ölürsünüz çocuklarınızla birlikte
İşte patates böyle konuştu
Ve badanacı böğürürken operada,
ve hoparlörler ilettikçe bu böğürtüleri halka,
o yavaş yavaş,
sanki ne dediğini göstermek istermiş gibi,
tüm halkın görebileceği tuhaf bir gösteriye başladı,
Badanacının ağzından çıkan her sözcükle
içine çekile çekile,
küçücük oldu,
biçimsiz, bumburuşuk.

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 




 
BİR OĞUL DOĞARKEN
 
Akıllı olsun derler analar babalar
Oğulları olduğunda.
Ben ise aklımla
İçine ettim tüm yaşantımın.
Şimdi yalnızca
Bilgisiz ve düşüncesiz biri
Olmasını diliyorum oğlumun.
O zaman rahat bir yaşam sürer işte
Bakan olarak kabinede.
 
 
 
 
 
Bertolt BRECHT
 
 
 
BİRLEŞİK CEPHE TÜRKÜSÜ 
1. 
Ve insan insan olduğu için 
yemek isteyecektir, buyrun hadi. 
Oysa sözcükler ne etin yerini tutar, 
ne de doldurur boş mideyi. 
                                Haydi sola, bir kii! 
                                Haydi sola, bir kii! 
                                Yer var, yoldaş, sana da, 
                                al Birleşik Cephe'de yerini, 
                                çünkü bir işçisin sen de. 
  
2. 
Ve insan insan olduğu için 
hoş görmez suratına inecek çizmeyi. 
Ne kendi altında köleler ister, 
ne de üstünde ister bir efendi. 
                                Haydi sola, bir kii! 
                                Haydi sola, bir kii! 
                                Yer var, yoldaş, sana da, 
                                al Birleşik Cephe'de yerini, 
                                çünkü bir işçisin sen de. 
  
3. 
Ve işçi işçi olduğu için 
ona başkası vermez özgürlüğü. 
Onu kurtaracak başkaları değil, 
bu iş işçinin kendi işi. 
                                Haydi sola, bir kii! 
                                Haydi sola, bir kii! 
                                Yer var, yoldaş, sana da, 
                                al Birleşik Cephe'de yerini, 
                                çünkü bir işçisin sen de. 

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 

BUDA'NIN YANAN EV KISSASI

Gotama Buda,
bağlandığımız hırs çarkını verdi
ve şunu öğütledi:
Bırakın bir yana tüm hırslarınızı
ve girin Nirvana dediğim hiçliğe
tüm isteklerden arınarak.
Sonra bir gün öğrenciler ona sordu:
Neye benzer bu hiçlik üstat?
Öğütlediğin gibi, bütün hırslarımızı
hepimiz bir bir atabiliriz bir yana,
ama söyle bize,
bu içine girdiğimiz hiçlik
tüm yaradılışla bütünleşmek gibi bir şey mi acaba?
Yatarken suyun içinde, bedeniniz ağırlıksız, öğle vakti,
tembel tembel yatarsınız suda, hiçbir şey düşünmeden hani,
ya da uyuklar gibisiniz, düzelttiğinizin pek farkında
                                                       olamadan battaniyeyi,
kendinizden geçerken hızla-
hiçlik bu tür mutlu bir şey mi acaba,
tatlı bir hiçlik mi yani,
yoksa duygusuz, soğuk, boş bir hiçlik mi bu hiçliğin senin?
Uzun süre sessiz kaldı Buda,
sonra, umursuz, dedi ki:
Yanıtı yok sorunuzun.
Ama onlar gittikten sonra, akşamüstü,
meyvaları ekmek olan ağacın altında oturuyordu Buda hala,
ve öbürlerine, soru sormayanlara, anlatıyordu şu öyküyü:
Geçenlerde bir ev gördüm. Yanıyordu.
Alevler çatısını yalıyordu evin.
Yanına vardım, baktım içinde hala insanlar var.
Açtım kapıyı, seslendim onlara,
dedim, yanıyor çatı, ve buyurdum,
haydi, çıkın dışarı çabuk.
Ama insanlar hiç oralı değil gibiydiler.
İçlerinden biri, sıcaklık kaşlarını kavurdu kavuracak,
dışarısının nasıl olduğunu sordu bana,
dışarda yağmur yağıyor muydu, yağmuyor muydu,
rüzgar esiyor muydu, esmiyor muydu,
dışarda bir başka ev var mıydı başlarını sokacak,
ve buna benzer 
daha bir sürü soru.
Bir şey demeden ayrıldım ordan.
Bu evdeki insanlar, dedim, kendi kendime,
soru sormaktan vazgeçmeden önce yanıp ölmeyi
                                                                   hak etmişler.
Doğrusu, dostlarım, bir insan,
bastığı yerin ne denli kızdığının farkında değilse
ve orada durmaktansa, neresi olursa olsun
başka bir yere gitmek zorunluluğunu duymuyorsa
söyleyecek hiçbir sözüm yok o insana.
İşte, Gotama Buda buraya kadar.
Ama bizler de, artık bundan böyle,
boyun eğme zaatıyla değil de
boyun eğmeme zaatıyla ilgilenen bizler de,
somut öneriler öne sürerek
etten kemikten işkencecileri alaşağı etsinler diye
insanlara ders veren bizler de,
inanıyoruz ki
yaklaşan bombardıman filoları karşısında parababalarının,
yok şu sorunu nasıl çözeceğimizi,
yok şu konuda ne önerdiğimizi,
ve devrimden sonra,
biriktirdikleri paraların ve bayramlıklarının ne olacağını
durup durup soranlara
fazla bir sözümüz yok söyleyecek.

Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 BÜYÜK EŞKİYALAR GELDİĞİNDE  
Büyük eşkiyalar geldiğinde 
o saat açtım kapıyı 
ve beni çağırdıklarını duydum 
ve çıktım dışarı. 
Daha ağızlarını bile açmadan 
ben anahtarları getirdim, 
ve böylece hiçbir suç işlenmedi, 
bir şeyler bulunmuştu sadece.  

Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 ÇAĞCIL SÖYLEN
Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı
Dünyanın bir ucunda için için yandı
Bir haykırış, gökkubbede parçalanarak
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan
Ve esrik göğü aşan.
Bin dudak ilençle soldu
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.
Dünyanın bir başka ucunda
Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak
Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı söyledi
Bin el inançla birleşti.
Gecenin geç saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan ölüleri-
O zaman dost ve düşman sessizleşti.
Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.
 

Bertolt BRECHT


 ÇAĞRI
Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı
             yağmurun,
Bulutların rüzgarla sökün ettiği.
Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla
             gelmez;
Onu bulup getiren insanlardır.
Duman tüten topraktan bahar boyunca,
Dökülüp yükselir birden gökyüzü.
Ama barış ağaç değil, ot değil ki
             yeşersin:
Sen istersen olur barış, istersen
             çiçeklenir.
Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.
           Bilin kuvvetinizi.
Bir tabiat kanunu değildir savaş,
Barışsa bir armağan gibi verilmez
            insana:
           Savaşa karşı
           Barış için
Katillerin önüne dikilmek gerek,
" Hayır yaşayacağız!" demek.
İndirin yumruğunuzu suratlarına!
Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.
Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç
              kişidir,
Yoktur karabasandan bir çıkarları
Dünyaya bakıp "ne küçük" derler,
Bir şeylerle yetinmezler acunda,
Para hesap eder gibi hesaplıyorlar
             bizi,
Savaş da bu hesabın ucunda.
Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:
Korkunç oyunları, davranın, bitsin.
Söz konusu olan çocuğundur, ana:
Koru onu, dikil karşılarına,
Biz milyonlarca kişi
Savaşı yener miyiz?
Bunu sen bileceksin.
Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz.
Bir de düşün "Yok!" dediğini:
Düşün ki savaş geçmişin malı
ve barış taşıyor gelecekten.

Bertolt BRECHT

Çeviri : Attilâ TOKATLI
 
DEVRİM ASKERİYLE ALAY EDİLİYOR
VE DEVRİM ASKERİNİN YANITI

1.
Çizmeleri su alan general ,
de bana: Kimden gelir 
bu buyruklar? Laf aramızda:
Bugün öğle yemeği yedin mi?
Kafanda planlar var mı?
Miden boş sadece?
Bir bayrağım var, dersin,
ama ordun hani nerde?
Tek pantolonlu devlet adamı,
bir ütü tahtası ister misin?
Bakanların nerde toplanırlar?
Yoksa köprü altında mı?
 
Papaz oğlanı alır,
as alır papazı.
Adın tarihe geçer ama
kimliğin nerde hani?
Dört ediyorsa iki kere iki,
tamam, güç sende olacak,
(ayaklar baş olacak) ama:
Bu gece bir yatağın var mı yatacak?
 
2.
Eğer ben, su almayan çizmeler giymek istiyorsam bir gün,
çünkü parmaklarımı bile örtmüyor şu ayağımdakiler,
kovmalıyım bana çizme vermeyenleri,
ve tüm deri piyasasını düzenlemeliyim.

Pantolonum dökülüyor.
Kıçıma bir pantolon gerek
kışı geçirebilmem için zar zor.
Onun için, pantolonların nerde olduğunu bilmeliyim
                                                                   ilk peşin,
ve tüm tekstil sanayiini düzenlemeliyim
Eğer istiyorsam has ekmek yemek,
önce kırmalıyım tahıl borsasını
ve gidip görüşmeliyim çiftçiyle ben kendim
ve traktörler göndermeliyim tarlalara,
ve ekini geniş çapta üretmeliyim.

İstemiyorsam benmi hor görenlerin
savaşlarında askerlik yapmak,
onların laflarına gülüp geçmeliyim
ve kendi bayrağımı açmalıyım,
ve savaşımı ilan etmeliyim onlara.

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 
DÖRT AŞK ŞARKISI

1.
Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.
İşte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım
Ben böyle olalı beri
Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca

2.
Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.
Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.

3.
Küçücük dalda yedi gül
Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu
Yedi kez çağıracağım seni
Altısında gelme
Ama söz ve yedincisine
Tek sözümle gel.

4.
Bir dal verdi bana sevgili
Üzerinde sarı yapraklarda
Yıl dediğin geçer gider
Aşk ise hep yeni başlar.

Bertolt BRECHT  

Çeviri : Turgay FİŞEKÇİ

 DURAKSAYANA 

Diyorsun ki, 
davamıza hayrı yok bu gidişin. 
Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor. 
Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide. 
Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala, 
sonunda ilk günden daha güç bir duruma düş. 
Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli. 
Yenilmez gibi de görünür. 
Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez. 
Sayımız yavaş yavaş azalmada. 
Sloganlarımız orda burda dağınık. 
Düşman sözcüklerimizin bir kesimini çarpıttı. 
Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi? 
Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi? 
Güveneceğimiz kim var artık? 
Arta kalanlar mıyız bizler 
yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış? 
Geride mi kalacağız 
kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan? 
Yoksa şans mı gerek bize? 
İşte senin sordukların bunlar. 
Ama kimseden bir yanıt bekleme, 
yanıtını da kendin ver. 

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 
  

  

 DUVARA TEBEŞİRLE YAZILAN  
 
"Savaş istiyoruz!"  
En önce vuruldu  
bunu yazan  
 
 
 
 
Bertolt BRECHT







Çeviri : A. KADİR - Asım BEZİRCİ

      
 
 
  
ERİK AĞACI  
Avludaki erik ağacı bir küçük bir küçük, 
benzemiyor doğru dürüst bir ağaca bile. 
Ama gene de parmaklıkla çevrili dört yanı, 
korunsun diye güvenlik içinde. 
büyüyemiyor, zavallıcık, 
büyümeyi isterdi tabii. 
Çok az görüyor güneşi, 
yapacak bir şey yok artık. 
Erik ağacı erik vermiyor hiç. 
Gel de erik ağacı olduğuna inan. 
Ama gene de bir erik ağacı o, 
belli yapraklarından. 

Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 
 EMPEDOKLES' İN PABUCU
1. 
Agrigentum'lu Empedokles, 
ihtiyarlık hastalıkları yanı sıra
yurttaşlarının saygısını kazanınca
ölmeye karar verdi.
Ama birkaç kişiyi sevdiği için
ve o birkaç kişi de onu sevdiği için
onların gözü önünde yok olmaktansa
hiç olmayı yeğledi. 
Bir geziye davet etti onları, ama hepsini değil, 
bir ikisini çağırmadı ki, böylelikle
seçimine ve bu gezi işinin tümüne
biraz da rastlantı karışsın.
Tırmandılar Etna dağına.
Bu işin zorluğu 
sesleri kıstı.
Bilgece sözler aramadı hiç kimse. 
Tepeye varınca, kendilerine gelmek için derin 
                                                               bir soluk aldılar
ve amaçlarına varmanın mutluluğu içinde
manzaraya daldılar. 
Hocaları usulca ayrıldı onlardan.
Onlar yeniden konuşmaya başladıklarında
hiçbir şeyin farkında değildiler.
Ama az sonra, 
yer yer bilgece bir sözcük eksik olunca, 
başladılar çevrelerinde onu aramaya.
Oysa o, pek de acele etmeden
çoktan dolanmıştı tepeyi.
Bir keresinde durup, 
ne kadar uzakta olduğunu anlamak için
kulak kabarttı kanuşmalara.
Artık pek seçilmiyordu sözcükler:Ölüm başlamıştı.
Dururken kraterin ağzında
arkası dönük, 
uzakta, bu konuşmalarla ilgili hiçbir şey bilmek istemeden, 
hafifçe eğildi yaşlı adam,
dikkatle çıkardı pabucunu ayağından
ve gülümseyerek az öteye fırlattı,
öyle bir yere ki, 
çabuk bulunmasındı, ama zamanında da bulunsundu, 
yani çürümeden. 
İşte ondan sonra girdi kratere. 
Dostları onu arayıp da onsuz geri döndüklerinden 
sonraki haftalar ve aylarda yavaş yavaş 
ölümü başladı, tam istediği gibi.
Bazıları artık umutlarını kesmişlerken hayatından
bazıları hala bekliyorlardı onu.
Bazıları onu bekleyip tutuyorlardı sorularını,
bazılarıysa kendileri arıyorlardı çözümü.
Hiç değişmeden usul usul gökte uzaklaşan,
yalnız siz bakmazken uzaklaşan küçülen ve incelen,
onları yeniden aradığınızda çok uzaklaşmış olan
ya da belki de öbürlerine karışan bulutlar gibi usul usul
öylece uzaklaştı onların alışkanlıklarından.
bir söylenti çıktı sonra: 
Ölmüş olamazdı, ölümsüzdü çünkü.
Hiç kimsenin aklı ermedi bu işe.
İnsanlar için olayların gidişini değiştiren
gözle görülür şeylerin ötesinde bir şeyin
                                                   olabileceği düşünüldü.
Bu tür boş laflar çıktı.
İşte tam o sıra pabuç bulundu, 
elle tutulur, gözle görülür, yıpranmış, deriden pabuç! 
Gözle görmedikleri olaylar karşısında
o saat boş bir inanca kapılanlar için 
geride bırakılan pabuç.
Böylece yeniden doğallaştı
ömrünün sonu Empodokles'in:
Herkes gibi ölmüştü o da. 
2. 
Başkaları gene başka türlü anlatıyor bu olayı: 
Gerçekten bu Empedokles, 
kendisine tanrısal bir saygı duyulmasını
istemişti güvence altına almak.
Ve gizlice ortadan kaybolup,
sinsice Etna'nın içine atlayarak
kendisinin insan maddesinden yapılmadığını göstermek  
                                                                    istemişti
ve ölüm yasalarına uymadığını,
ve bir sfsane yaratmak böylece.
Ama burada pabucu insanların eline geçerek
bir kazık atmıştı ona.
(Üstelik bazıları da şöyle diyor:
Krater sinirlenmiş bu olaya
ve kusup atmış pabucunu bu herifin.)
Ama biz şuna inanmak isterdik daha çok:
Eğer Empedokles çıkarmadıysa pabucunu gerçekten,
bizim aptallığımızı büsbütün unutmuştu demek, 
karanlığı nasıl daha karanlık yapma telaşı içinde
                                                                  olduğumuzu
ve yeterli bir neden aramaktansa saçma olana ananmayı
nasıl yeğlediğimizi düşünmemişti.
Ne olursa olsun, dağ, böyle bir dikkatsizliğe sinirlenmemişti
                                                                       kuşkusuz, 
ve adamın, kendisine tanrısal bir saygınlık duymamız için
bizi kandırmak istediğine inanıp öfkelenmemişti
(çünkü dağ hiçbir şeye inanmaz ve ilgilenmez bizimle).
Ama belki de, her zamanki gibi ateş püskürtürken pabucu 
                                                                             fırlatmıştır da,
bizim bilgin efendiler, işin içinde bir anlaşılmazlık kokusu
                                                   bulmaya uğraşırlarken
o ünlü fizikötesi inançlarını geliştirmek için uğraşırlarken yani,
birdenbire apışıp kalmışlardır
hocalarının pabucuna sürdüklerinde ellerini,
o gözle görülür, elle tutulur, yıpranmış, deriden pabuca. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 
GELECEK
 
Ormanlar daha gür olacak, daha gür.
Tarlalar daha çok şey verecek, daha çok şey.
Şehirler daha canlı olacak, daha canlı.
İnsan ömrü daha uzun olacak, daha uzun.
 
 
Bertolt BRECHT
 
Çeviri : A. KADİR
 
 
GELECEK OLAN SAVAŞ
 
İlk savaş değil. Ondan önce
Başka savaşlar da oldu.
En sonuncusu bittiğinde
Kazananlarla yenilenler vardı.
Yenilen yanda yoksul halk
Açlıktan kırıldı. Kazanan yanda
Açlıktan kırıldı yine yoksul halk.
 
 
 
 
 
 
Bertolt BRECHT    (Çeviren: Hasan KURUYAZICI)
 


HANNA CASH'IN TÜRKÜSÜ


1.
Entarisi pazen, atkısı sarı,
gözleri göller gibi kara,
ne parası pulu var, ne yapacak işi,
ama öyle uzun ki siyah saçları,
değer uçları kirli topuklara.
                  İşte Hanna Cash, yavrum,
                  Ayartıp soyardı beyleri.
                  Geldi esen rüzgarla bozkırdan,
                  gitti gene esen rüzgarla.
2.
Ne iskarpini vardı, ne gömleği.
Bilmezdi dua etmesini bile.
Gelmişti koca kente bir  kedi gibi.
Odunlarla leşler arasında
bozbulanık kanal boyu
minicik bir kül kedisi
dolaşır durur ya hani.
                Nasıl yıkardı bardakları durmadan, görseniz, 
                Yıkayamazdı kendini bu yüzden.
                Öyleyken Hanna Cash, yavrum,
                gene de sayılırdı tertemiz.
3.
Düştü bir gece bir gemici barına,
derin ve karaydı gözleri göller gibi.
Serseri Kent'e rastladı orada,
saçları vardı :Kent'in kapkara,
barda bıçak oyuncusuydu.
Aldı Hanna'yı yanında götürdü.
                 Kırparken gözlerini o Kent serserisi,
                 o yontulmuş, o allahın belası,
                 Hanna Cash duyuyordu, yavrum,
                 bakışlarıyla soyduğunu kendisini.
4.
Yürüdüler hayat yolunda el ele,
öğrendiler hanyayı konyayı.
Ne ev bark, ne kap kacak,
ne de ad, çocuklarına bırakacak.
                   Kar yağdı, yağmur yağdı.
                   Boğuldu sulara orman.
                   Ama Hanna Cash, yavrum,
                   ayrılmadı erkeğinden.
5.
Polis dedi: Bu adam yankesici.
Sütçü dedi: Hem de topal.
Hanna dedi: Bundan ne çıkar?
Erkeğim benim o.
Benim canım onu çeker.
           
                  Orda burda gezer dururdu erkeği.
                  Sonra gelir çekerdi Hanna'ya sopayı.
                  Ama Hanna boşverirdi bunlara.
                  Seviyordu ya kocasını canı gibi.
6.
Damları yoktu başlarını sokacak.
Herkes onlara düşmandı sanki,
Gene de yuvarlanıp gittiler iyi kötü.
Şehirlerden ormanlara yıllar boyu,
ormanlardan kırlara gittiler.
                 Yürüdüler, ne kar dediler ne tipi,
                 kesilinceye dek solukları.
                 Hanna Cash, yavrum,
                 izledi sevgili erkeğini.
7.
Üstleri başları dökülürdü.
Ve yoktu gezmeleri tozmaları Pazar günleri.
Bir pastaneye giremediler üçü bir arada.
Ne yiyecek poğaçaları vardı,
Ne de armonikaları.
                Benzerdi günler birbirine.
                Hiç güneş yoktu havada.
                Ama parlardı güneşler durmadan
                Hanna Cash'ın yüzünde.
Erkeği balık çalar, o tuz çalar,
n'eylersin, "yaşamak çok zor".
Hanna bakar balıkları pişirirken:
Çocuklar oturmuşlar kocasının dizlerine,
Okurlar dua kitabını ezberden.
               Dere tepe elli yıl bu,
               uyudular hepsi bir yatakta.
               İşte Hanna Cash'ın hikayesi, yavrum.
               Tanrı elbet bir gün görür onu.


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Asım BEZİRCİ

 
 
HİTLER SAVAŞININ TARİHİNİ TAŞIYAN BİR MEZAR TAŞI 


Hoş gördün, baba, askere gitmemi, anne, beni saklamadın, 
kötü öğütler verdin bana, ağabey, 
ablacığım, uyarmadın beni! 


Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Asım BEZİRCİ
  

 
HOLİVUT
Ekmeğimi kazanayım derim
ben her sabah,
kalkar yalan satılan pazara giderim,
girerim satıcılar yanında sıraya.
Yüreğim kabarır umutla 
benim her sabah.
 
Bertolt BRECHT   
 
Çeviri : A. KADİR
 
 
 
 
İYİLİK NEYE YARAR?
 
1.
 
İyilik neye yarar,
Öldürülürse iyiler çarçabuk,
ya da iyilik görenler?
 
Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?
 
Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,
akıl neye yarar?
 
 
2.
 
İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!
 
Özgür insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun!
 
Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
akılsızlık zararlı olsun!
 
 
 
Bertolt BRECHT



      

Çeviri : A. KADİR
 
 
KALEDONYA PAZARI (*)
 
1. 
Yedi kent yatar Troya'nın altında. 
Kazıp çıkartmışlar hepsini yeniden. 
Londra'nın altında da yedi kent yatar mı? 
En dipten çıkanları burada mı satarlar acaba? 
Fosforlu balıkların durduğu şu tezgahın orda, 
çorapların arasında işte bir de şapka. 
Yedi şiline alamazsınız yenisini, saçma, 
buysa yalnız iki şilin, hem kötü değil o kadar, 
                                                                        tek bir deliği var. 
2. 
Korkunç tanrı oturmuştu kalkmamacasına, 
                                                            tabanları dışarı dönük, 
sonra bir gün kırıldı burnu, düştü ayak parmaklarından biri 
                                                             ve gözdağı veren kolu, 
ama bronz bedeni ağırdı çok, yalnız el yürütülmüştü 
ve geçerek bir sürü canlı ellerden düşmüştü 
                                                                 Kaledonya pazarına. 
3. 
"Köprü yoktur Doğu ile Batı arasında" 
diye haykırdı ücretli ozanları. 
Gözlerimle gördüm ben ama 
o büyük Okyanusun sırtındaki kocaman köprüleri. 
Ve doğuya taşınan koskoca silahları gördüm 
ve onları şarkılarla el üstünde tutan halkı. 
Bu ara, içinden kan damlayan çay geliyordu, 
savaş yaralıları ve altın geliyordu, Doğu'dan Batı'ya. 
Ve Winsdor dulu, karalar içinde, 
parayı alır, sokar çorabına, 
pohpohlamadan sırıtır, 
gönderir onu Kaledonya pazarına. 
Nerde hani o eski çeviklik, 
bir sabah gelirler topallaya topallaya, 
ve bir tahta bacak satın alırlar, elden düşme, 
uysun diye tahta kafalarına. 
 
 

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
(*) Londra'nın ünlü bit pazarı. Bu şiir, Brecht'in bitmemiş şiirlerindendir. 

 

KARANLIK ZAMANLARDA

Demeyecekler: Ceviz ağacı rüzgarda sallandığı sıralar.
Ama diyecekler: Badanacı işçileri ezdiği sıralar.
Demeyecekler: Çocuk yassı taşı ırmakta kaydırdığı sıralar.
Ama diyecekler: Büyük savaşlar hazırlandığı sıralar.
Demeyecekler: Kadının odaya girdiği sıralar.
Ama diyecekler: Bütün güçlerin işçilere karşı
                                                             birleştiği sıralar.
Demeyecekler: Karanlıktı o sıralar.
Ama diyecekler:
Neden şairleri sessizdiler?

Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 KARDEŞİM BİR PİLOTTU  
Bir pilottu kardeşim. 
Güzel bir günde emri geldi. 
Hazır etti çantasını, 
güneye doğru koyuldu yola. 
Bir fatihti kardeşim. 
Yerimiz yoktu yaşamaya. 
Topraklar ele geçirmekti 
öteden beri hayalimiz. 
Kardeşimin fethettiği yer şimdi 
Guadarama dağlarında. 
Boyu tam bir seksen, 
derinliği bir elli. 


Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Asım BEZİRCİ
 KENTİN VAROŞLARINDAN GELEN
YOKSUL ARKADAŞIMIZ


İncecik pardesüler içindeki okul arkadaşlarımız
her vakit çok geç gelirlerdi sabah dersine,
çünkü süt ve gazete dağıtırlardı annelerinin yerine.
Öğretmenler
onları bir güzel azarlar
ve işaret korlardı kara kaplı deftere

Getirmezlerdi yanlarında yiyecek filan.
Ders aralarında yalnız
ödevlerini yaparlardı helalarda.
Ama izin verilmezdi buna.
Dinlenmek ve yemek içinmiş ders araları.
Pi'nin ondalık değerini bilemediler mi
öğretmenleri sorardı onları:
Neden kalmadınız o çıktığınız çöplükte?
Bilirdi onlar neden kalmadıklarını.
Kentin varoşlarından gelen yoksul çocuklarına
devlet kapılarında önemsiz görevler vaadedilirdi,
bu yüzden onlar, gecelerini gündüzlerine katıp ezberlerlerdi
parça parça olmuş elden düşme kitaplarında ne varsa.
Bir de öğrenirlerdi öğretmenlerinin ayaklarını yalamayı
ve hor görmeyi kendi analarını
Varoşlardan gelen yoksul okul çocuklarına vaadedilen bu 
                                                           önemsiz görevler
toprağın altındaydı.
Onlara ayrılan yerlerdeki sandalyelerin yoktu
oturacak yerleri.
Olsa olsa
Kısa bitkilerin kökleriydi
onları bekleyen.
Hem ne diye öğretiliyordu bu çocuklara Yunanca dilbilgisi,
Sezar'ın seferleri, sülfürün formülü, Pi'nin değeri?
Alınlarında yazılı olan Flander'lerin kitle mezarlarında
neye ihtiyaçları olacaktı bu çocukların
biraz kireçten başka?


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
KISIRLIK ÜZERİNE 

Meyva vermeyen meyva ağacına 
kısır derler. 
Toprağı kim inceler? 
Çürümüştü derler 
kırılan dala. 
Üzerinde hiç 
kar yok muydu ama? 


Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 KUŞKUCU
Bir sorunun yanıtını bulduğumuzu
sandıysak ne zaman,
içimizden biri çözüverdi
duvardaki eski
Çin perdesinin ipini,
ve açılan perde gösterdi bize
bir sıra üzerinde oturmuş olan
kuşkucu adamı.
Ben, dedi bize o, 
kuşkucuyum.
Kuşku duyarım 
iyi yapıp yapmadığımızdan
günlerinizi yutan işi. 
Söyledikleriniz daha kötü söylenseydi 
değerli olup olmayacağından.
Kuşku duyarım 
kendinizi söylediğinizin doğruluğuna bırakıp 
iyi söyleyip söylemediğinizden.
Çok anlamlı olmasından kuşku duyarım; 
her yanlış anlamadan siz sorumlusunuz çünkü.
Ama tek anlamlı da olabilir 
ve nesnelerin çelişkisini örtebilir; 
gereğinden fazla tek anlamlı mı yoksa? 
Öyleyse, yararsızdır söylediğiniz şey.
Yaşam yok demektir söylediğinizin içinde. 
Olayların akışı içinde misiniz gerçekten? 
Gelişen her şeye eyvallah mı diyorsunuz? 
Siz gelişiyor musunuz? Kimsiniz siz?
Kimdir konuştuğunuz? 
Söylediklerinizden yararlanan kim? 
Ha, bir de şu var:
Ayıltıcı mı? Okunabilir mi sabahları? 
Bir bağlantısı var mı varolanla? 
Cümlecikler kullanıldı mı, sizden önce söylenen?
Ya da çürütüldü mü en azından?
Her şey doğrulanabilir mi? 
Deneyimle mi? Hangi deneyimle? 
Ama hepsinden önemlisi, 
her zaman, her şeyden önemlisi şu:
O nasıl davranır? 
İşte hepsinden önemlisi. 
Düşünerek, merakla izledik 
perdenin üstündeki kuşkucu mavi adamı, 
sonra birbirimize baktık ve 
hadi, dedik, sil baştan. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
KÜÇÜK OĞLUM SORUYOR(*)
Küçük oğlum soruyor bana : Matematiği öğreneyim mi?
Şöyle cevaplamak geliyor içimden : Ne diye!
İki parça ekmeğin tek parçadan fazla olduğunu
Okumadan da anlayabilirsin sen.
Küçük oğlum soruyor bana : Fransızca öğreneyim mi?
Şöyle cevaplamak geliyor içimden : Ne diye!
Bu ülke çökmek üzere.
Sen karnını oğuştur elinle, biraz da inle
Onlar anlarlar derdini.
Küçük oğlum soruyor bana : Tarih öğreneyim mi?
Şöyle cevaplamak geliyor içimden : Ne diye!
Başını toprağın altına sokmayı öğren
Böylece hayatta kalırsın belki.
 
Ve sonra : Evet öğren -diyorum- matematiği.
Öğren Fransızcayı, öğren tarihi!
 
 
 
      
Bertolt BRECHT
 
Çeviri : Hasan KURUYAZICI
 
 
(*) "1940" isimli şiirin altıncı bölümü


LAOTSE'NİN SÜRGÜN YOLUNDA  
TAOTEKİNG KİTABININ DOĞUŞU EFSANESİ 


1. 
Bir vakitler, bizim bilge kişi 
yetmişindeydi ve içi geçmişti. 
Onun ihtiyacıydı artık çekilmek bir kenara, 
ülkesinde iyilik azalmıştı çünkü 
ve kötülük başlamıştı artmaya. 
O da pabuçlarını ayağına çekti. 
2. 
Ve topladı neye ihtiyaç olacaksa: 
Çok değil, yolculuk için yetecek kadar, 
her zaman okuduğu kitap 
ve geceleri tüttürdüğü pipo gibi şeyler. 
Birazcık da ekmek, şöyle göz kararı. 
3. 
Bir kez daha vadisine bakıp sevindi, 
sonra unuttu onu döner dönmez yüzünü dağ yoluna. 
Öküz de hoşnuttu çiğnediği taze otlardan, 
taşırken ihtiyarı sırtında 
mutluydu yürüyüşün gevşek olmasından. 
4. 
Dördüncü gün kayalıklara vardıklarında, 
bir gümrük kolcusu kesti yolunu: 
"Söyleyin bakalım, değerli neniz var?" - "Hiç." 
Ve açıkladı öküzü yeden çocuk: 
"Bu yaşlı adam öğretmendi." 
Ve iş böylece kavuştu açığa. 
5. 
Kolcu gülerek sordu gene: 
"Bulabildin mi bir şey bari?" 
Çocuk da şöyle yanıt verdi: 
"Yumuşacık suyun sıza sıza 
güçlü kayayı ufaladığını zamanla. 
Sert olan yeniliyor yani." 
6. 
Karanlıkğa kalmasın diye 
çocuk o sat dürttü öküzü. 
Ama tam kaybolacaklarken kara çamlığın ardında 
adamın bir şey çaktı kafasında 
ve bağırdı: 
"Hey, bana bakın! Durun hele! 
7. 
Nedir bu su işi, ihtiyar?" 
Yaşlı adam durdu: "Bilmek ister misin?" 
"Ben basit bir gümrük kolcusuyum, ama gene de 
kim kazanır, kim yitirir, isterim bilmek, 
eğer biliyorsan bana da söyle. 
8. 
Yazıver şunu bana! Yazdır ya da şu çocuğa! 
Götürmez insan yanında böyle bir şeyi. 
İşte mürekkeple kalem size, 
bir de bölüşeceğimiz bir akşam yemeği, 
Bura benim evim, anlaştık mı? Gelin hadi!" 
9. 
Yaşlı adam şöyle bir dönüp baktı ona. 
Üst baş perişan, ayaklar çıplak. 
Bütün alnı kırışık içinde. 
Ah, kazanalardan değil bu, besbelli. 
Ve mırıldandı: "Sen de mi?" 
10. 
Kibar bir ricayı geri çevirmek için 
fazla yaşlıydı o sanki, çünkü dedi ki: 
"Soru soranlar yanıtını almayı hak ederler." 
Sonra oğlan: "Hava da, der, soğuyor." 
"Doğru. Hadi öyleyse yatağı ser." 
11. 
Bilge kişi, indi öküzünden. 
Yedi gün yazdılar birlikte ikisi. 
Adam da yemeklerini ayaklarına getirdi 
(ve tüm bu yedi gün boyunca 
kaçakçılara sessizce küfretti sadece). 
Ve sonunda iş tamam oldu. 
12. 
Ve çocuk, bir sabah gümrük kolcusuna 
seksen bir deyiş verdi. 
Ve teşekkür ettiler küçük yolluğa 
ve dolanıp çamlığı kayalığa çıktılar. 
Kim kibar olabilirdi onlar kadar? 
13. 
Yalnızca, adı kitaplara geçen 
o bilge kişiyi övmemeli, 
çünkü o bilge kişiden çekip alınması gerek bilgeliğin. 
Bu yüzden gümrükçüye de teşekkür etmeli, 
isteyen oydu yapılmasını bu işin. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 MOSKOVA'LI İŞÇİLERİN 27 NİSAN 1935'TE  
BÜYÜK METROYA SAHİP OLUŞLARI  


Duyduk ki: Seksen bin işçi 
yapmış metroyu, birçoğu günlük işlerinden sonra, 
çoğunlukla geceleri sabahlara dek. 
O yıl boyunca hep delikanlıların ve kızların güle oynaya 
tünellerden çıktıkları görülürmüş 
harca batmış ter içindeki iş giysilerini göstererek gururla. 
Aşılmış bütün engeller- 
yeraltı suları, çok katlı yapıların basıncı, 
dayanıksız büyük toprak yığınları-. 
Süslemek için kaçınılmamış hiçbir çabadan, 
en iyi mermer getirilmiş uzaklardan, en güzel ağaçlar 
işlenmiş özene bezene. 
Güzelim vagonlar adeta çıt çıkarmadan 
                                                                kaymaya başlamışlar 
gün gibi aydınlık tünellerde: 
Titiz müşteriler için her şeyin en iyisi. 
Şimdi, demiryolu en üstün planlara uyularak yapıldıktan 
                                                                                        sonra 
sahipleri geldi onu görmeye ve binmeye. 
O insanlardı onlar, onu yapanlardı. 
Binlercesi oradaydı, dolaşıyorlar 
ve inceliyorlardı dev istasyonları. 
Trenlerle büyük kalabalıklar geçiyordu bu ara, 
yüzleri istasyonlara dönük- 
erkekler, kadınlar, çocuklar ve kır sakallılar- 
sevinçten pırıl pırıldı yüzleri, tiyatrodaymışlar gibi, 
çünkü farklı yapılmıştı istasyonların hepsi, 
hepsi başka taştan, başka biçimde; 
ışık da her seferinde geliyordu başka kaynaktan. 
Sevinçli bir itiş kakışla arkaya itiliyordu her trene binen, 
çünkü istasyonlar en iyi 
görülebiliyordu önceki yerlerden. 
Çocuklar yukarı kaldırılıyordu her istasyonda. 
Yolcular her fırsatta dışarı taşıp 
sevinçli bir titizlikle inceliyorlardı bitirilen işi, 
sütunları elliyorlar ve parlaklıklarına bakıyorlardı, 
ayak burunlarını sürtüyorlardı taş döşemeye 
anlamak için taşların düzgünce yerlerine oturup 
                                                                           oturmadığını 
Sonra vagonlara doluşup yeniden 
duvar kaplamalarını inceleyip parmaklarını sürüyorlardı 
                                                                                  camlara. 
Erkekler ve kadınlar işaret ediyorlardı durmadan- 
doğru olup olmadığında biraz duraksayarak- 
çalıştıkları yerleri: 
Ellerinin izini taşıyordu taşlar. 
Her yüz görülebiliyordu açıkça, 
çünkü çok ışık vardı, 
lamba çoktu, gördüğüm herhangi bir demiryolundan 
                                                                        çok daha fazla. 
Tüneller de apaydınlıktı, 
karanlıkta kalmamıştı emeğin bir karışı bile. 
Ve tek bir yıl içinde yapılmıştı tüm bunlar, 
ve dünyada başka hiçbir demiryolu yapımında 
bu kadar çok işçi çalışmamıştı. 
Ve dünyada başka hiçbir demiryolunun bu kadar çok 
                                                                     sahibi olmamıştı 
Çünkü bu yapı harikası, bunca kentte bunca zamandır 
kendinden önceki hiçbir yapının görmediği şeyi gördü: 
Yapının işçileriydi yapının sahipleri. 
Emeğin tüm meyvalarının emek dökenlere düştüğü 
nerede görülmüştü? 
Bir yapıdan, onu yapanların kovulmadıkları 
nerede görülmüştü? 
Onları vagonlarımıza giderken gördüğümüzde, 
kendi eserleri olan vagonlarda, 
hemen anımsadık: 
Klasik yazarların bir vakitler hop oturup hop kalkarak 
önceden gördükleri o büyük tablo buydu. 
 

 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 OYUN YAZARI ODETS'E MEKTUP

"Yitirilmiş Cennet" adlı oyununda
sömürücülerin ailelerini
parçalanmış gösteriyorsun, ahbap,
ne demek istiyorsun yani?
Sömürücülerin aileleri parçalanmış olabilir.
Ama ya parçalanmasalar?
Yıkıldıkları zaman sömürüyorlar mı sanki?
Yoksa, yıkılmadıkları sürece
sömürülmek daha mı kolay geliyor bize?
Hep aç mı kalsın aç bir insan
sağlıklı diye ekmeğini elinden alan?

Yoksa, bizi ezenlerin
şimdiden zayıfladıklarını mı söylemek istersin?
Elimiz kolumuz bağlı beklemeli miyiz yani?
Bizim Badanacı çizerdi böyle tablolar, ahbap,
ve biz, o yıkılan sömürücülerimizin balyozunu yedik
bir gecede.

Yoksa acımak zorunda mısın onlara?
Gözyaşlarına mı boğulalım
çekip gittiğini görünce tahtakurularının?
Sen, ahbap, bir lokma ekmeği olmayan insana 
                                                               acımış olan sen,
oburluktan çatlayana mı acıyorsun şimdi de?


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ


 OYUN YAZARININ TÜRKÜSÜ
 
Ben bir oyun yazarıyım. 
Gördüğümü gösteririm.
Nasıl alınıp satıldığını gördüm insan pazarlarında 
                                                                  insanların
Bunu gösteririm, ben, oyun yazarı.
Birbirlerinin odalarına ne düzenlerle girdiklerini,
nasıl coplarla ya da parayla,
sokakta nasıl durduklarını ve beklediklerin,
nasıl tuzaklar kurduklarını birbirlerine,
sözleştiklerini 
umutla nasıl, 
nasıl astıklarını birbirlerini,
nasıl seviştiklerini,
çapulculukla kazandıkları parayı 
nasıl savunduklarını
ve nasıl yediklerini.
Bütün bunları gösteririm ben. 
Birbirlerine söyledikleri sözcükleri dökerim kağıda.
Ananın oğluna neler söylediğini,
işçiye neler buyurduğunu işverenin, 
nasıl yanıt verdiğini karının kocaya, 
tüm yalvaran sözcükleri, tüm buyuran sözcükleri, 
yaltaklanan sözcükleri, aldatan sözcükleri,
yalan söyleyen, bilmeyen, 
güzel ya da yaralayan...
Bunları kağıda dökerim ben.
Yaklaşan kar fırtınalarını görürüm 
ve yaklaşan depremleri,
yolu tıkayan dağları görürüm
ve yataklarından taşan nehirleri.
Ama şapkaları var kar fırtınalarının, 
depremlerin cüzdanlarında paraları, 
dağlar gelirler arabalarından inerek, 
şahlanan nehirler denetler polisi. 
Ben ışığa çıkartırım bunların hepsini. 
Gösterebilmek için gördüklerimi 
başka halkların, başka çağların oyunlarını okurum.
Bir iki oyun yazdım, inceleyerek 
iyice o zamanın tekniğini ve
kaparak işime yarayacak olanı.
İngilizlerce nasıl sunulduklarını  inceledim 
                                                     büyük feodal kişilerin
inceledim zengin kişileri, 
ki onlar için dünya sadece özgelişimleri içindi.
Ahlakçı İspanyolları inceledim, 
o harika duyguların ustaları olan Hinlileri
ve aile kurumunu gösteren Çinlileri 
ve kentlerdeki çok renkli kaderleri.
Kentlerin ve evlerin görünümü, benim zamanımda 
öylesine çabuk değişiyor ki, 
iki yıl ayrılıp geri geldin mi 
olursun bir başka kente yolculuk gibi.
İnsanlar kalabalıklar halinde değiştirivermişler 
                                                              görünümlerini
şu birkaç yıl içinde. 
Fabrika kapılarından içeri giren işçiler gördüm ve kapı
                                                                        yüksekti, 
ama dışarı çıktıklarında bükülmüştü belleri.
O zaman şöyle dedim kendi kendime:
Her şey değişmede
ve her şey sadece kendi zamanına göre.
Ve böylece ben,
her sahneye kodum bir tanıtma işareti
ve her fabrika avlusuna ve her odaya yıl sayısını işaretledim 
sığırlarını damgalayan çobanlar gibi.
Ve orada kullanılan tümcelere de 
bir tanıtma işareti kodum, 
unutulmasınlar diye yazılan
geçici insanların deyişleri gibi
olsunlar diye onlar da.
İşçi tulumu içindeki kadının o yıllarda
bir bildiri önünde eğilip söylediklerini,
ve şapkaları enselerinde borsacıların 
katipleriyle dün nasıl konuştuklarını,
bu olayların geçtiği yılların
geçiciliği ile damgalandım.
Ama bütün bunlara bir şaşırtıcılık verdim, 
bunların en bilinenlerine bile hatta. 
Bir kimsenin inanmayacağı bir şey gibi döktüm kağıda.
Hiç kimsenin görmemiş olduğu bir şey gibi sundum
bir kapıcının kapıyı çarpmasını donan bir insan yüzüne.

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

ÖĞRENEN KİŞİ  
Önce kumun üzerine kurdum, sonra kayanın. 
Hiçbir şeyin üzerine kurmadım artık 
çökünce kaya. 
Sonra yeniden kurdum sık sık 
kum ve kayanın üzerine. 
Öğrenmiştim ama. 
Kendilerine güvenip de mektubu verdiklerim 
çöpe attılar onu. 
Ama hiç önemsemediklerim 
bulup geri getirdiler bana. 
Öğrendim böylece. 
Yapılmadı buyurduklarım. 
Gelince gördüm ki 
yanlışmış. 
Yapılmıştı doğru olan. 
Bir şey öğrendim bundan da. 
Eski yaralar acır 
soğuklarda. 
Ben sık sık şöyle derim ama: 
Yalnız mezarın hiçbir şeyi olmayacak 
bana öğretecek. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ


 
 PORTAKAL SATIN ALIRKEN 
Southampton sokağı boyunca çöken 
sarı sisin içinden 
birdenbire lambalı bir meyva arabası çıktı 
ve kesekağıtlarını parmaklayan 
yaşlı bir pasaklı. 
Aradığını birdenbire bulan biri gibi 
şaşıp donakaldım. 
Hep portakal olsun isterdin hani! 
Avuçlarıma sıcağı hohladım 
ve araştırdım ceplerimi. 
Tutarken elimde bozuk paraları sıkı sıkı 
fiyatına baktım ve 
düzensiz rakamları gördüm 
bir gazete kağıdına kömürle yazılı, 
bu ara hafiften ıslık çaldığımı bile farkettim, 
ve bir anda baktım acı gerçek apaçık önümdeydi: 
Bu kentte sen yoksun ki! 

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
 SAVAŞIN BAŞLANGICI
Almanya tepeden tırnağa silahlanırsa bir kere,
çok büyük belalar gelecek başına,
ve davulcu savaşını başlatacak.
Gene de Almanya'yı sizler savunacaksınız
tanımadığınız o yabancı ülkelerde
savaşacaksınız sizin gibi insanlarla.
Davulcu saçmasapan söz edecek kurtarıştan,
ama eşi görülmemiş olacak ülkedeki baskı.
Ve o kazanabilir her savaşı
sok savaştan gayrı.
Yitirilince davulcunun savaşı
kazanılmış olacak Almanya'nın savaşı.

Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 
SAVAŞLA ÇOK ŞEY BÜYÜYECEK
Büyüyecek
Mülk sahiplerinin mülkleri
Ve mülksüzlerin sefaleti
Yönetenlerin söylevleri
Ve yönetilenlerin suskunluğu
 
 
 
Bertolt BRECHT
 
Çeviri : Ali SAİT
 
SIRF ARTAN DÜZENSİZLİK YÜZÜNDEN  
Sırf artan düzensizlik yüzünden 
bizim sınıf kavgası kentlerimizde 
çoğumuz şu yıllarda karar verdik 
daha fazla söz etmemeye 
deniz kıyısındaki kentlerden, çatılardaki kardan, 
                                                                              kadınlardan, 
mahzendeki olgun elmaların kokusundan, 
                                                                 etin duygularından 
bir insanı insan yapan ve onu şişmanlatan tüm şeylerden. 
Ama gelecekte yalnız düzensizlikten söz etmeye 
ve böylece tek yanlı, kısır olmaya karar verdik, 
ve politika işine adamakıllı dalmaya, 
ve diyalektik ekonominin kuru ve "aşağılık" sözcüklerini 
                                                                                 kullanmaya. 
Kar tipilerinin (bu tipiler, biliyoruz, sadece soğuk değil) 
sömürünün, çekici kadın etinin, sınıflı adaletin 
böylesine korkunç, böylesine sıkışık, bir arada yaşamaları 
bu kadar çok yönlü bir dünyanın içimizde onaylanmasını 
                                                                      doğurmasın diye 
ve zevk alınmasın diye çelişkilerinden 
böylesine kanlı bir yaşamın. 
Anlıyorsunuz. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
 SON İSTEK 
Altona'da bir gün işçi bölgelerini bastılar 
ve yakaladılar bizden dört kişiyi, 
yetmiş beş kişiyi de götürdüler seyretsinler diye 
onların idam edilmelerini. 
Gördükleri şuydu seyredenlerin: 
En gençleri, boylu boslu bir delikanlı, 
sorulduğunda son isteği 
(adet yerini bulsun diye), 
isterim, dedi tok bir sesle, gerinmek bir kez daha. 
Kurtulunca bağlarından, gerindi ve tüm gücüyle 
iki yumruk aşketti nazi komutanının çenesine. 
O saat bağladılar onu 
dar bir tahtaya, yüzü yukarı doğru, 
ve uçurdular başını. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
  

 
SORULAR 
Ne giydiğini yaz bana!
Sıcak tutuyor mu? 
Nasıl uyuduğunu yaz bana!
Yatağın yumuşak mı? 
Nasıl göründüğünü yaz bana! 
Hep aynı mısın? 
Neyi özlediğini yaz bana! 
Kolumu mu? 
Nasılsın, yaz bana! 
Hoş tutuyorlar mı seni? 
Ne bok yiyorlar, yaz bana! 
Cesaretin yetiyor mu? 
Ne yaptığını yaz bana! 
Yaptığın şey iyi mi? 
Neyi düşündüğünü yaz bana! 
Beni mi? 
Elbette sorulardır sana bütün verebildiğim. 
Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim, mecburum buna. 
Yorgunsan, uzatamam sana elimi. 
Ya da açsan, seni besleyemem. 
Sanki yaşamamışım bu dünyada, hiç yokmuşum. 
Unutmuşum sanki seni.  
    
  
Bertolt BRECHT



Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

SOYGUNCU VE UŞAĞI  
Soyup soğana çeviriyordu Hesse bölgesini iki soyguncu.
Bir hayli köylünün boynunu kırdılar. 
Bir tanesi sıskaydı aç kurt kadar, 
öbürüyse papa kadar şişman. 
Neydi onların gövdelerini böyle farklı yapan? 
Çünkü biri efendiydi, öbürüyse uşak. 
Efendi kaymağını alıyordu sütün, 
uşak ekşimiş süt içiyordu bu yüzden. 
Köylüler yakaladılar soyguncuları sonunda 
ve astılar ikisini bir tek iple, 
biri aç bir kurt kadar sıska sallandı, 
öbürüyse papa kadar şişman. 
Köylüler önlerinde durup ıstavroz çıkartırlarken 
ve öylece seyrederlerken her ikisini de, 
anladılar soyguncu olduğunu şişman adamın, 
ama neden sıska adam da soyguncuydu, anlamadılar. 
 

Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
 ŞİDDET ÜZERİNE

Şiddetli denir asi ırmağa
ama kimse şiddetli demez
Onu sıkıştıran yatağına.

Şiddetli denir
huş ağacını büken fırtınaya.
Ya yol işçilerinin belini

büken fırtınaya?


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

TEBEŞİR HAÇI  
Ben bir hizmetçi kızım. 
S.A.dan bir adamla bir maceram oldu. 
Bir gün o, gitmeden önce, 
gülerek gösterdi bana 
hallerinden yakınanları nasıl yakaladıklarını. 
Bir tebeşir parçası çıkardı ceketinin cebinden 
ve bir küçük haç çizdi avucunun içine, 
ve anlattı, sivilleri giyinip 
iş ve işçi kurumlarına nasıl gittiğini 
avucunun içindeki bu işaretle, 
işsizlerin kuyrukta ana avrat 
küfrettikleri o yerlere, 
ve nasıl küfrettiğini kendisinin de onlarla birlikte, 
dostluk ve dayanışma gösterisi olarak da 
sırtına nasıl vurduğunu küfreden herkesin, 
ve böylece, sırtında beyaz haç bulunan 
damgalı adamların S.A.larca nasıl yakalandığını. 
Bu anlattıklarına katıldıydık gülmekten. 
Onunla üç ay bir arada yaşadım. 
Sonra bir gün bir de ne göreyim: 
Banka cüzdanımı apartmamış mı. 
Yok benim için saklayacakmış da, 
yok kimin ne olacağı belli değilmiş de, 
falan filan. 
Ben onu suçlayınca da, 
bin dereden su getirerek yeminler etti, 
beni yatıştırmak için de 
sırtımı okşadı şöyle. 
Yılandan kaçar gibi kaçtım ondan. 
Eve gelince ilk iş aynaya baktım, 
sırtımda beyaz haç var mı diye. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 


TRETİYAKOV'A İYİLİEŞME İÇİN ÖĞÜT 

Hasta bir adamın öğütlerine
gülünür ancak.
Fazladan bir yemek daha ye ve yavaş ye
düşünerek düşmanlarını, 
çok uyu, 
kaçsın uykuları.
Sovyetlerin çıkarları için
süt iç sabahları bir bardak,
ki bize vereceğin öğütler
hasta bir adamın öğütleri olmasın.
Gölde yüz, keyf için,
seni boğabilecek olan su
kaldırır seni yukarı,
yüzerken yardığın su
yeniden birleşir arkanda. 


Bertolt BRECHT


ULM'LU TERZİ  


Piskopos, uçabilirim, 
dedi terzi piskoposa. 
Bir uçayım da gör! 
Ve bir çift şeyle, 
kanada benzer, 
tırmandı kilisenin koca çatısına. 
                                Piskopos yürüdü gitti. 
                                Al sana bir palavra, 
                                insan kuş değil ki, 
                                uçamaz hiçbir vakit, 
                                dedi piskopos bu işe. 
Terzi cartayı çekti, 
dedi halk piskoposa, 
amma da gülünç iş ha, 
kırık kanatlarla saplandı yere, 
işte durur parça parça 
alanın katı toprağında. 
                                Çalsın kilisenin çanları! 
                                dedik ya, palavra, 
                                insan kuş değildir, 
                                uçamaz hiçbir vakit, 
                                dedi piskopos halka. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ

 
  
YILLARCA ÖNCE BEN

Yıllarca önce ben,
Şikago Buğday Borsasının çalışma yollarını incelerken,
bütün dünyanın buğdayını oradan
nasıl yönettiklerini birden kavradım ama
gene de bu işi pek anlayamamıştım
                                                kitabı bırakırken elimden.
Ve şöyle deyiverdim:
Başım belada.

Hiçbir öfke yoktu içimde

ve adaletsizlik de değildi
beni korkutan.

Yalnız, bu iş böyle yürümez, bunların yaptığı gibi!

Düşüncesi doldurdu kafamı.

Gördüm ki, bu adamlar,
yaptıkları zararla yaşıyorlardı, yararla değil.
Gördüm ki gene:

Ancak suç işleyerek sürdürülecek bir yoldu bu,
çünkü zararınaydı çoğunluğun,
Öyle ki,

aklın her başarısı, her keşif, her buluş,
daha büyük kötülüklere yol açacaktı açsa açsa.

O sırada böyle düşündüm ben,
öfkelenmeden, oflayıp puflamadan,
Buğday pazarını ve Şikago borsasını anlatan kitabı

önüme koyarken.

Bir sürü dert bekliyor beni,

bir sürü bela.


 
Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 YOLCU 
Yıllarca önce 
araba kullanmasını öğrenirken 
ustam sigara içirtirdi bana. 
Ve yoğun trafiğe çıktığımda 
ya da keskin dönemeçlere geldiğimde 
sönerse cıgaram, 
direksiyonu alırdı elimden. 
Ben araba kullanırken fıkralar da anlatırdı 
ve eğer ben arabayı sürerken kendimi işime kaptırıp da 
fıkralarına gülmediysem 
direksiyonu alırdı elimden. 
Güvensiz hissederim kendimi, derdi. Korkutur beni, 
şoförün kendini işine gereğinden fazla kaptırdığını görmek 
bir yolcu olarak. 
İşte ben de o zamandan beri 
gereğinden fazla dalmamaya bakarım yaptığım işe. 
Çevremde olup biten şeylerle de ilgilenirim. 
Birileriyle konuşmak için işime ara veririm çoğu kez. 
Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten 
vazgeçtim. 
Yolcuyu düşünüyorum artık. 


Bertolt BRECHT


Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
 
 ZULÜMLER YAĞMUR GİBİ 
YAĞMAYA BAŞLAYINCA 
 

Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi: 
Gişe çoktan kapalıdır. 
Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak 
                                                                            isteyen biri gibi: 
Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu. 
Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı 
beşinci kez çalan bir dilenci gibi: 
Beşinci kez aç kalır. 
Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi: 
Kan durmaz, hep boşanır. 
Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber 
veriyoruz. 
İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini 
                                                                          bildirdiğimizde 
çığlıklar göklere ağdı. 
Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde 
ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik 
                                                                      kapladı ortalığı 
Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca 
"dur!" diyen olmaz artık, 
Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez 
                                                                                oluverirler. 
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık 
                                                                                hiçbir çığlık. 
Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar. 



Bertolt BRECHT

Çeviri : A. KADİR - Gülen AKTAŞ
 
 
 
 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder